Hz. Zeyneb, Peygamberimizin en büyük kızıydı. Re­sû­lul­lah 30 yaşındayken dünyamızı şereflendirmişti. Peygamberlikle vazifelendirildiğinde ise 10 yaşın­da bulunuyordu. Hatice validemizle birlikte Müslüman oldu.

Evlenecek yaşa geldiğinde Peygamberimiz onu Hz. Hatice’nin arzusu üzeri­ne Ebû’l-Âs bin Rebi’ ile evlendirdi. Ebû’l-Âs, Hatice validemizin kız kardeşi Hâle’nin oğluydu. Müslüman olmamıştı. O zaman Müslüman bir kadınla müş­rik erkeğin evliliğini yasaklayan hüküm henüz gelmemişti.

Müşriklerin babasına işkence etmesi Hz. Zeyneb’i çok üzüyordu. Fakat Pey­gam­be­rimiz ona üzülmemesini tavsiye ediyordu. Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde, çok arzu etmesine rağmen Hz. Zeyneb, kocası müsaade etme­diğinden Mekke’de kaldı.

Zeyneb (r.a.) bir yandan babasından ayrıldığına, bir yandan da müşrik biriyle evli bulunduğuna çok üzülüyordu. Fakat tevekkül içerisinde bu sıkıntıya sabre­diyor, Ce­nâb‑ı Hakk’ın bir kolaylık yaratacağına inanıyordu. Bu arada kocası­nın Müslüman olması için dua ve niyazda bulunmayı da ihmal etmiyordu.

Kaderin garip bir tecellisidir ki, Ebû’l-Âs, Bedir Savaşı’nda esir edildi. Müş­rikler esirleri için Müslümanlara “kurtuluş akçesi” gönderdiler.

Ebû’l-Âs müşrik de olsa kocasıydı. Bu sebeple Hz. Zeyneb onu esirlikten kurtarmayı düşündü. Fakat fidye için gönderecek bir şeyi yoktu. Hatırına sevgili annesinin “düğün hediyesi” olarak verdiği gerdanlık geldi. Ufak tefek bir şeyler daha bularak Medine’ye gönderdi.

Bunlar ulaştığında, Re­sû­lul­lah rikkate geldi. Hz. Hatice’nin kendisine ve Müslümanlara yaptığı yardımları düşündü. Gözyaşlarını tutamadı. “Şayet kızı­mın esirini serbest bırakmayı uygun görürseniz onu bırakın, malını da kendisi­ne iade edin.” buyurdu. Sahabiler, “Olur, yâ Re­sû­lal­lah!” dediler. Hz. Zeyneb’in kocasını serbest bıraktılar, gönderdiği fidyeyi de iade ettiler.

Ebû’l-Âs, doğru sözlü, dürüst ve güvenilir birisiydi. Peygamberimizin bu âli­ce­nap­lığı karşısında mahcup oldu. “Mekke’ye gittiğinde Hz. Zeyneb’i serbest bı­rakacağı” hususunda söz verdi. Peygamberimiz de Zeyd bin Hârise’yi (r.a.) ve Ensar’dan birini göndererek Zeyneb’i (r.anha) alıp getirmelerini istedi.

Bu sahabiler Mekke’ye girmediler, Yecec Vadisi’nde beklemeye başladılar. Mekke’ye giden Ebû’l-Âs, kardeşi Kinâne’yi Hz. Zeyneb’i Yecec Vadisi’ne gö­türmekle vazifelendirdi. Hazırlıklar tamamlandı, iki kişilik kafile yola çıktı.

Müşrikler bunu haber alır almaz harekete geçtiler. Kinâne’ye yetiştiler ve Hz. Zey­neb’in bindiği deveyi ürküttüler. Zeyneb (r.anha) o sırada hamileydi. Deveden düştü. Yüzü gözü kan içerisinde kaldı. Korkudan çocuğunu düşürdü…

Kinâne iyi ok atardı. Yengesinin durumunu görünce hemen yayına bir ok yer­leştirip müşriklere doğrulttu ve “Yaklaşanın kalbine saplarım!” diyerek tehdit etti. Müşrikler yaklaşamadılar. Biraz sonra da Kureyş’in reisi Ebû Süfyân geldi. Halkın Zeyneb’in böyle güpegündüz götürülmesini “Müslümanlara verilmiş bir taviz” olarak anlayacağını söyledi. Kinâne’ye dil dökerek bu işi geceleyin yap­ması ricasında bulundu. Kinâne bunu kabul etti. Zeyneb’i geceleyin götürdü, sahabilere teslim etti.

Bu küçük kafile, zor ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştı. Hz. Zeyneb, babasına ve kardeşlerine kavuşmanın sevinciyle bütün ağrı ve sızılarını unutuverdi.

Peygamberimiz, damadının bu davranışını takdirle karşıladı. “Benimle ko­nuştu, bana doğruyu söyledi, bana söz verdi, bunu yerine getirdi.” buyurarak onu taltif etti.

Hz. Zeyneb, Medine’de huzur ve saadete kavuşmuştu. Kocası Ebû’l-Âs ise onu gönderdikten sonra sıkıntılı bir hayat yaşıyordu. Bu arada hidayet nuru kal­bini aydınlatmaya başladı. Bir gün iyice düşündü ve Müslüman olmaya karar verdi. Müşriklerden alacaklarını aldı, borçlarını ödedi, sonra da onların toplu bulundukları bir yerde, “Kimsenin bende bir alacağı var mı?” diye sordu. “Ha­yır, hiçbir alacağımız yok.” dediler. Bunun üzerine Ebû’l-Âs, Müslüman olduğu­nu şu sözlerle açıkladı:

“Öyleyse beni dinleyin: Ben şu andan itibaren Müslüman oluyorum. Şahadet ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammed, O’nun kulu ve Resûlüdür.”

 Müşrikler birden sarsıldılar. Neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Ebû’l-Âs (r.a.) onların şaşkın bakışları arasında oradan ayrıldı. Medine’ye geldi, Re­sû­lul­lah’ın huzuruna çıktı ve Müslüman olduğunu açıkladı.

Peygamberimiz buna çok sevindi. Ona iltifatta bulundu. Başkasıyla evlen­meyen Hz. Zeyneb’i de tekrar kendisine verdi. Bu mesut hadise Hicret’in 7. yı­lında gerçekleşiyordu.

Hz. Zeyneb’in “Ümâme” ve “Ali” isminde iki çocuğu oldu. Fakat Ali küçük yaşta vefat etti. Vefat hastalığına yakalandığında Hz. Zeyneb, babasını çağırdı. Peygamberimiz, sevgili kızının evini şereflendirdi. Onun üzüldüğünü görünce, “Şüphesiz Allah’ın aldığı da verdiği de Kendisine aittir. Allah’ın indinde her şe­yin tayin edilmiş bir eceli vardır.” buyurdu. Sonra da torununu kucağına aldı. Ali o sırada can çekişiyordu. Ruhu çıkmak üzereydi. Şefkatinden, Peygamberimi­zin mübarek gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Bunu gören Sa’d bin Ubâde (r.a.), “Yâ Re­sû­lal­lah, bu nedir?” diye sordu. Peygamberimiz, “Allah’ın kulları­nın kalbine koyduğu bir rahmettir. Allah, kullarından ancak merhametli olana rahmet eder.” buyurdu. Biraz sonra da hep birlikte onu defnettiler.

Zeyneb (r.anha), Hicret’in 8. yılında vefat etti. Cenazesini Ümmü Eymen (r.anha) yı­kadı. Peygamberimiz ﷺ, belinden kuşağını çıkararak Ümmü Eymen’e ver­di. Sevgili kızı için onu kefen yapmalarını istedi. Cenaze namazını da bizzat kendisi kıldırdı, kabrine indi. Düşünceli ve üzgün idi. Kabirde biraz bekledi, sonra sevinç içerisinde dışarı çıktı. Oradakilere şu müjdeyi verdi:

“Zeyneb’in zayıflığını düşünüp, ona kabir sıkıntısını ve sıcaklığını hafiflet­mesi için Yüce Allah’a dua ettim, O da bunu kabul buyurdu.”[1]


________________________________________

[1]Tabakât, 8: 30-34; Üsdü’l-Gàbe, 5: 237; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 95; İsâbe, 4: 312.