Hz. Zeyd, küçük yaşta babasını kaybetmiş, yetim kalmıştı. Abdullah bin Revâ­ha’nın şefkat eli bu küçük yetime yetişti. Uzun müddet onun yanında kaldı. Ab­dullah bin Revâha İslamiyet’i kabul edince, o da küçük yaşta Müslüman ol­du.

Hz. Zeyd, Bedir ve Uhud Savaşlarına yaşının küçük olması sebebiyle katıla­mamıştı. Fakat bundan sonraki bütün savaşlara iştirak etti. Büyük kahramanlık­lar gösterdi.

Peygamberimizin de katıldığı Benî Mustalık Gazası esnasında, meşhur mü­nafık­lar­dan Abdullah bin Übey, Peygamberimiz ve Müslümanlar hakkında ile­ri geri konuşmaya başladı. Bir önceki konuda yer verdiğimiz sözleri sarf etti. Hz. Zeyd de oradaydı. Bu fitne dolu sözleri duyunca çıkışmaktan kendini ala­madı, “Vallahi kavminin içinde zelil, zayıf ve nefret edilen birisi varsa o da sen­sin! Re­sû­lul­lah ise Rahmân olan Allah tarafından aziz kılınmıştır.” dedi. Bu söze çok içerleyen Abdullah bin Übey, “Vallahi bundan sonra seni hiç sevmeyece­ğim!” şeklinde karşılık verdi. Hz. Zeyd, duyduklarını Re­sû­lul­lah’a bildireceğini söyleyince de, alttan aldı, “Ey kardeşimin oğlu, n’olur sus! Ben sadece şaka ol­sun diye konuştum.” dedi.

Fakat Zeyd oralı olmadı, dinlemedi. Müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalışan bu münafığı Re­sû­lul­lah’a bildirmeyi kendisi için mühim bir vazife ola­rak gördü. Hemen Peygamberimizin yanına gitti, duyduklarını nakletti. Re­sû­lul­lah, Zeyd’e inanıyordu. Fakat meseleyi iyice tahkik etmek için, “Ona kızmış olmayasın?!” diye sordu. Hz. Zeyd, “Hayır, vallahi bunları aynen ondan işittim!” cevabını verdi. Peygamberimiz, “Yanlış anlamış olmayasın?!” diye tekrar sordu. Zeyd (r.a.), “Hayır yâ Re­sû­lal­lah, gerçek söylüyorum, yanlışım yok.” dedi. Peygamberimiz sorularına devam etti. “Onun hakkında başkası sana bunları söylemiş olmasın?!” buyurdu. Zeyd, “Hayır, vallahi bunları ondan işittim!” ceva­bını verdi.

O sırada Re­sû­lul­lah’ın yanında birçok sahabi bulunuyordu. Münafık Abdul­lah bin Übey’in sözlerine çok kızdılar. Hattâ boynunun vurulmasını teklif eden­ler dahi oldu. Fakat Peygamberimiz bunu tasvip etmedi. Meseleyi bir de Abdul­lah bin Übey’den dinlemek için yanına çağırttı. Bu arada bazıları, “Bunu niçin haber verdin?!” diyerek Hz. Zeyd’e çıkışıyorlardı. Hz. Zeyd de, “Vallahi bu söz­leri babamdan da işitmiş olsaydım, yine Re­sû­lul­lah’a haber verirdim!” cevabını verdi.

Biraz sonra Abdullah bin Übey geldi. Peygamberimiz sordu: “Bunları sen mi söyledin?” Abdullah bin Übey itirafa yanaşmadı, inkâr etti. “Hayır, sana Kitab’ı indiren Allah’a yemin ederim ki, ben bunların hiçbirini söylemedim. Zeyd size yalan söylemiştir! Ben, şurada bulunanlardan Allah’ın beni cennete koymasına vesile olacak senden daha yakınını bilmiyorum.” dedi. Bu konuşmadan biraz sonra, Peygamberimiz orduya hareket emrini verdi.

Meselenin böyle kapanması Hz. Zeyd’i mahcup etti. Utancından Re­sû­lul­lah’ın yanına yaklaşamıyordu. Bu meseleyle ilgili konuşmak isteyenlere, “Yüce Allah’ın bu hususta vahiy indirip benim mi, yoksa başkasının mı yalancı oldu­ğunu bildireceğini umuyorum.” diyordu. Bu arada, “Allah’ım, Resûlüne sözleri­mi doğrulayacak vahyini indir!” diye dua ediyordu.

Yorucu bir yolculuktan sonra mücahitler Medine’ye geldiklerinde, Cenâb-ı Hak, Münâfıkûn Sûresi’nin 1-8. âyetini vahyetti. Bu âyetler Zeyd’i doğruluyor­du. Bu vahyin son âyetleri şu mealdeydi:

“Onlar öyle kimselerdir ki, ‘Re­sû­lul­lah’ın yanında bulunanlara bir şey vermeyin de, dağılıp gitsinler!’ diyorlar. Oysa göklerin ve yerin bütün hazineleri Allah’ındır, fakat münafıklar anlamazlar. Bir de, ‘Eğer Medine’ye dönersek, şerefli ve kuvvetli olan, hakir ve zayıf olanı ora­dan muhakkak çıkaracaktır!’ diyorlar. Hâlbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Al­lah’ın, Peygamber’inin ve müminlerindir; fakat münafıklar bilmezler.”

Bu âyetler nazil olunca, Peygamberimiz, Hz. Zeyd’in kulağından tuttu ve “İş­te, Allah yolunda kulağıyla vazifesini yerine getiren genç budur! Ey Zeyd, Al­lah seni tasdik etti!” buyurdu.

Bundan sonra artık hiç kimse Abdullah bin Übey’e inanmadı. Böyle bir şey ol­du­ğunda onu azarladılar, kınadılar. Peygamberimiz, onun öldürülmesini isteyenlere, “Eğer öldürseydim, muhakkak onun yüzünden yer yerinden oynardı!” buyurdu. Çünkü o, kavminin büyüğüydü. Sevilip sayılıyordu; Peygamberimiz Medine’ye hicret etmeseydi, Medine’nin hükümdarı olacaktı.[1]

Hz. Zeyd hastalandığında Peygamberimiz ﷺ bu genç sahabisini ziyaret eder, hâlini hatırını sorardı. Bir defasında Hz. Zeyd’in gözü rahatsızlanmıştı. Peygamberimiz ziyaretine gitmiş, duada bulunmuştu. Bir müddet sonra gözü iyileştiğinde, “Zeyd, gözlerin öyle kalsaydı ne yapardın?” diye sordu. Hz. Zeyd, büyük bir teslimiyet içerisinde, “Sabreder, sıkıntısına katlanırdım, yâ Re­sû­lal­lah.” cevabını verdi. Onun bu teslimiyeti Re­sû­lul­lah’ı memnun etti, “Sabrederek o hâl üzere vefat etmiş olsaydın, muhakkak cennete girerdin.” buyurdu.

Hz. Zeyd, Re­sû­lul­lah’tan bir hayli istifade etmişti. Hayatta bulunduğu müd­detçe Müslümanların mercii oldu. Onların sorularını cevaplandırdı. Tavsiye­lerde bulundu…

90 kadar hadis rivayet eden Hz. Zeyd, Hicret’in 68. senesinde Kûfe’de vefat et­ti. Onun rivayet ettiği hadislerden birinin meali şöyledir:

“Size biri diğerinden daha kıymetli iki şey bırakıyorum ki, onlara sarıldığınız müddetçe, benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz: Gökten yeryüzüne uzan­mış olan nurani bir ip olan Allah’ın Kitabı ve neslim, Ehl-i Beyt’imdir. Bu ikisine yapışanlar, tâ Kevser Havuzu’nun başında bana gelinceye kadar asla doğru yol­dan ayrılmayacaklardır. Sakın, sakın! Size buraktığım bu iki şey hususunda, bana nasıl olur da sırt çevirirsiniz?!”[2]


_________________________________________

[1]Sîre, 3: 303-305; Tabakât, 2: 65; Hz. Muhammed ve İslamiyet, 5: 45-47.
[2]Tirmizî, Menâkıb: 32.