Vehb bin Kabus ve yeğeni Hâris bin Ukbe, Medine’ye satmak için koyun getirmişlerdi. Müzenî kabilesinden olan bu iki kişi, Medine’yi değişmiş ve boşalmış bir hâlde görünce sordular: “Halk nerede?”
“Uhud’da. Resûlullah ile birlikte Kureyş müşrikleriyle çarpışmaya gittiler.”
“Burada işimiz ne? Ne güne duruyoruz? Biz de Resûlullah’ın izinden gitmek isteriz. Haydi Uhud’a!” deyip yola çıktılar.
Uhud’a gider gitmez Peygamberimizi buldular. O sırada müşrikler bozguna uğramışlardı. Kılıçlarını sıyırarak onları kovalamaya başladılar.
Ne zaman ki iş aksine döndü, okçuların yerlerini terk etmesini fırsat bilen düşman ordusu arkadan hücuma geçince, Müslümanlar neye uğradıklarını bilemedi ve paniğe kapıldılar.
Vehb ile yeğeni o anda bile kahramanca dövüşüyorlardı.
Sa’d bin Ebî Vakkas der ki: Uhud’da müşrikler Resûlullah ile birlikte bizi kuşatmışlardı. Her taraftan düşmanlar saldırıyor, çemberi daralttıkça daraltıyorlardı. Müşriklerden bir grubun üstümüze yöneldiği bir sırada Resûlullah, ‘Şu birliğe kim karşı koyacak?’ dedi. Vehb ileri atıldı ve, ‘Ben yâ Resûlallah!’ cevabını verdi. Sonra da düşmanı ok yağmuruna tuttu, kılıcıyla üzerlerine yürüdü, kısa zamanda püskürttü. Düşman birlikleri ikinci ve üçüncü defa hücum ettiler. Her seferinde de Vehb, ‘Ben karşılarım, yâ Resûlallah!’ diyerek ileri atıldı. Düşmanı yine savuşturdu. Üçüncü defa Vehb düşmanı karşılamak için yerinden fırlayınca, Allah’ın Resûl’ü, ‘Kalk, öyle ise seni cennetle müjdelerim!’ buyurdu.
“Bu defa Resûlullah farklı bir mukabelede bulunmuştu, onu cennetle müjdelemişti. Vehb ise senelerdir bu fırsatı kolluyormuşcasına, kılıcını sıyırmasıyla düşmanın arasına dalması bir oldu. Kıyasıya dövüşüyordu. Tâ müşriklerin gerilerine kadar ilerledi. Onu gören müşrikler korkularından kaçıyor, yol açmak zorunda kalıyorlardı. Onun bu hâlini gören Kâinatın Efendisi, ‘Allah’ım, ona rahmet et!’ diye dua ediyordu.
“Vehb müşriklerin üzerine tekrar yürüdü. Fakat bu sefer müşrikler etrafını iyice kuşattılar. Kıyasıya bir mücadele başlamıştı, çarpışma son haddine varmıştı. Çetin bir mücadeleden sonra Vehb şehit düştü, Peygamber müjdesine nail oldu.
“Ben de Vehb’i yalnız bırakmamak için yanına varmıştım. Çok şiddetli bir çarpışma geçmişti. Allah biliyor ki, ben de onun istediği gibi şehitliği arzu ediyordum. Ne var ki, o zaman nasip değilmiş. Ben o nimete ulaşamadım…”
Vehb’in bedeninde tam 20 mızrak yarası vardı. Müşrikler sadece onu mızraklamakla kalmamışlar, vücudunu keserek öç alma âdiliğinde bulunmuşlardı.
Savaş bitince şehitler arasında dolaşan Allah’ın Resûl’ü, Vehb’in parçalanmış vücudunu görünce gözyaşlarını tutamamış, “Ben senden razıyım, Allah da razı olsun!” demişti.
Bu olup bitenleri gören Hz. Ömer de, Hz. Sa’d gibi, “Vehb’in yerinde olmayı, Vehb gibi şehadet şerbeti içmeyi ne kadar arzu ederdim!” demekten kendini alamamıştı.