Hz. Hadice’nin ALLAH’a yürüyüşünden kısa bir süre sonra sıra Ebu Talib’e gelir. O da üç yıllık boykot süresince fazlasıyla yıpranmış ve zaten ilerlemiş olan yaşının da etkisiyle hastalanıp yatağa düşmüştür. Kureyş egemenleri Ebu Talib’in ölüm döşeğinde olduğunu öğrenince telaşlanırlar. Son bir deneme daha yapıp, o ölmeden Hz. Muhammed’le anlaşmak isterler. Yeni teklifleri, “karşılıklı karışmazlık” olur. Hz. Muhammed onların putlarıyla ilgili hiçbir şey söylemeyecek, hiçbir eleştiride bulunmayacak, buna karşılık onlar da Müslümanlara ilişmeyecektir. Bu, İslam’ın temeli olan “Tevhid”e temelden ters bir tekliftir. Hz. Muhammed:
“Ben” der, “sizi bana teklif ettiğinizden çok daha hayırlı bir başka şeye çağırıyorum. Bir tek söze… Öyle bir söz ki onu söylediğinizde bütün Araplar size boyun eğecek, Arap olmayanlar da vergi ödeyecek!” İşin içinde güç ve kazanç olduğunu duyan Kureyş uluları heyecanlanır. En çokta Ebu Cehil:
“Babanın başı hakkı için” der, “bir değil on kelime söyleyelim. Neymiş o?”
“Birdir ALLAH, O’dan başka İlah yok!” Oldukları yerde sönerler. Gene işin ucu putlarına, yani kendi anlayışlarına göre, servetlerinin ve Araplar arasındaki üstünlüklerinin biricik kaynağına dokunmuştur:
“Muhammed!” derler, “bütün tanrıları bir tek tanrı mı yapmak istiyorsun? Bu, gerçekten şaşılacak bir şey!” Sonra da birbirlerine:
“Bu Muhammed’le anlaşabilmek olanaksız. Biz yine atalarımızın dininde kararlı olalım. Ta ki ALLAH O’nunla bizim aramızda hükmünü verinceye kadar!” deyip Ebu Talib’in evini terk ederler. Baş başa kaldıklarında Ebu Talib yeğenine:
“Kardeşimin oğlu!” der, “ALLAH’a yemin olsun ki senin onlardan istediğin, olanaksız bir şey değildi!” Hz. Muhammed, onun bu sözlerinden ümide kapılır, iman teklif eder:
“O bir tek cümleyi söyle sana Kıyamet Gününde şefaat edeyim” der. Fakat Ebu Talib’in cevabı bütün ümitleri kıracak niteliktedir:
“Ölümümden sonra Kureyş’lilerin ardımdan ölümden korktuğum için Müslüman olduğumu söyleyeceklerinden çekinmeseydim o cümleyi seni sevindirmek için söylerdim.” Ve bu cevapla da kendisine niçin iman nasip edilmediğinin ipucunu vermiş olur. ALLAH ve kendi için değil sadece Hz. Muhammed’i sevindirmek için… Ve Peygamber olduğu için de değil, çok sevdiği yeğeni olduğu için…
Boykotun sona erişinden 28 gün sonra, 86 yaşında vefat eder. Hz. Muhammed her şeye rağmen ellerini kaldırır ve:
“Senin hakkında dua etmekten yasaklanmadığım sürece, senin için mutlaka bağışlanma dileyeceğim!” O zaman vahiy gelir:
“Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; fakat ALLAH dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas, 28:56)
Ebu Talib, son günlerinde en çok kendisinden sonra Muhammed’e ne olacağını düşünür. Bu dünyada O’nu kime emanet edecektir. Kim O’nu koruyacaktır. Aklına Hz. Muhammed’in Medine’de oturan dayıları, Neccar oğulları gelir. Ve yeğenine de bu düşüncesini söyler. Vefatından sonra Medine’ye gidip, İslam’ı yayma işine oradan devam etmesini tavsiye eder. Adeta geleceği görmüştür…
Hz. Hadice’nin ve Ebu Talib’in vefatlarının neden olduğu hüzün, o günlerde Habeşistan’dan Mekke’ye gelen 20 kişinin iman etmesiyle bir ölçüde teselli edilmiş olur. Fakat yeni yeni hüzün ve acı nedenleri arka arkaya sıralanmaya başlamıştır bile. O kadar ki:
“Bu acılardan hangisine daha çok yanacağımı bilemiyorum!” deyip, günlerce evinden dışarı çıkmaz. Çıktığında ise nelerin değiştiğini çok acı bir biçimde görür. İlk gün sokak ortasında birkaç Kureyş’li serseri başına toprak atarlar. O sadece:
“Amcacığım! Yokluğun kendisini ne çabuk hissettirdi!” diyebilir. Sonra da tekrar evine döner. Kızı Ümmü Gülsüm hem ağlar hem de babasının başındaki yozu toprağı temizler. O ise kendi acısını ve kırılmışlığını unutur, ağlayan kızını teselli etmenin derdine düşer:
“Ağlama kızcağızım!” der, “muhakkak ALLAH, babanı koruyacaktır”
Fakat O’nu teselli eden olmaz.
Bu arada hiç beklenmeyen bir gelişme olur. Ebu Talib’in arkasından Abdülmuttalib ve Haşim oğullarının reisliğine soyunan Ebu Leheb, Hz. Muhammed’i korumasına aldığını duyurur:
“Git ne istiyorsan yap!” der, “Lat’a and olsun ki ben yaşadığım sürece hiç kimse sana dokunamaz” herkesşaşırır. Hz. Muhammed kısa bir süre rahat eder. Bütün Kureyş Ebu Leheb’den çekinmektedir. Fakat bu samimiyetsiz ve imansız koruma fazla sürmez. Kureyş’in önde gelenlerinden Ebu Muayt oğlu Ukbe her nasıl olursa olsun Ebu Leheb’le Hz. Muhammed’in aralarının açılması gerektiğini düşünür ve başarılı bir plan yapar. Deyim yerindeyse her ikisini de zayıf taraflarından vurur. Hz. Muhammed’i doğru sözlülüğünden, Ebu Leheb’i kibrinden… önce Ebu Leheb’e gider ve:
“Kardeşinin oğlu babanın nereye gittiğini söylüyor mu?” der. Soru Ebu Leheb’i tetikler ve aynısını o da Hz. Muhammed’e sorar. Hz. Muhammed soruyu kısaca:
“Kavminin yanındadır” diye cevaplar. Ukbe ise cevap kendisine iletilince:
“Yani” diye yorumlar, “o da kavmi ile beraber Cehennemdedir demek istemiş!” Ebu Leheb bu yorumu duyunca şaşırır, bozulur. Açıkça Hz. Muhammed’e iletip:
“Doğru mu?” diye sorar. O, ise emin, cesur ve dürüsttür:
“Evet!” der, “o ve putlara taparak ölmüş olan herkes Cehennemdedir!” Bunu duyan Ebu Leheb burnundan solur. Artık yeğeni Hz. Muhammed’le ipleri son kez ve sonsuza kadar atarken:
“Sen” der, “ne cesaretle Abdülmuttalib’e Cehennemlik dersin. ALLAH’a yemin olsun ki sana işkenceden nefes aldırmayacağım. Sonsuza kadar can düşmanın olacağım!”
Öyle de olur.
Ebu Leheb’le yaşadıkları Mekke’de çok hızlı duyulmuştur. Sonuçları da kendini göstermekte geç kalmaz. Son komplonun mimarı Ebu Muayt oğlu Ukbe güpegündüz herkesin içinde yüzüne tükürür. Hem de ağız dolusu. O, buna hiçbir şey yapamaz. Ukbe’nin tükürükleri yanaklarını kavurur ve vefatına kadar kalacak bir iz bırakır.
Başka bir gün yanında Hz. Osman ve Hz. Ebubekir olduğu halde Kâbe’yi tavaf ederlerken Ebu Cehil’in başını çektiği bir grup dövmek için üzerlerine saldırır. Yumruklar konuşur. Saldırganlar geri püskürtülür. Ve daha sonra kendisine evine kadar eşlik eden Hz. Ebubekir ve Hz. Osman’a:
“Sevinin!” der, “hiç şüphe yok ki yüce ALLAH, dinini açıklayacak, üstün kılacak, kelimesini (Kur’an) tamamlayacak, Elçi’sine yardım edecektir. Ve bugün bize saldıran kişiler, yüce ALLAH’ın en kısa zamanda sizin ellerinizle boğazlayacağı kişilerdir.” O gün saldıranların hepsi 4-5 sene sonra Bedir ve Uhud’da Müslümanların elleriyle boğazlanır.
Ve aynı yıl sona ermeden, Hz. Muhammed evindeki küçük çocuklarının bakımı için yaşlı bir dul olan Zem’a kızı Sevde ile evlenir. Sevde’nin de daha önceki evliliğinden beş tane çocuğu vardır.