Peygamber Efendimizin ﷺ, ihtimam ve hassasiyetle yetiştirdiği Suffe Ashâbı’ndan olan Utbe bin Gazvan (r.a.), büyük İslam mücahitlerindendir.
Dinini rahatça yaşamak için müşriklerin zulmünden kaçarak ikinci defa Habeşistan’a hicret eden Müslümanların arasında Hz. Utbe de vardı. Bir müddet Habeşistan’da kalan Utbe, sonra Mekke’ye geldi, Resûlullah’ın yanında kaldı. Müslümanlar Medine’ye hicrete başlayınca, o da Hz. Mikdad ile beraber hicret etti.
İlk Muhacirlerden olan Hz. Utbe, Bedir Savaşı’na da katıldı. Müslümanlar arasında bilinen en iyi okçulardan birisi olan Utbe bin Gazvan (r.a.), Bedir Savaşı’nda büyük kahramanlıklar gösterdi. Bu savaşta, yanında oğlu Habbab da vardı. Allah’ın dinini ve kelamını yüceltmek için canla başla savaştılar. Hz. Utbe daha sonra savaşların hepsinde Resûlullah’ın yanında çarpıştı.[1]
Hz. Utbe, Abdullah bin Cahş’ın (r.a.) komutasında Peygamber Efendimiz tarafından Nahle’ye gönderilenlerdendi. Mücahitlerin sayısı burada 10 kişi kadardı. Her iki kişiye bir deve tahsis edilmişti. Hz. Utbe ile Sa’d bin Ebî Vakkas’a da (r.a.) bir deve düşmüştü. Develeri yolda Madin bölgesi yakınlarında kayboldu. Deveyi ararken birlikten geri kaldılar. Daha sonra birliğin peşinden gittilerse de mücahitlerin izine rastlayamadılar. Bu arada mücahitler, müşriklerin bir kervanına baskın yapıp iki kişiyi esir ederek bir miktar ganimet almışlardı. Kaybolan arkadaşlarının durumundan endişeliydiler. Medine’ye varıp durumu Hz. Resûlullah’a ﷺ haber verdiler. Bu arada müşrikler de esirlerini almak için fidye gönderdiler. Fakat Resûlullah Efendimiz, Utbe bin Gazvan ile Sa’d bin Ebî Vakkas’ın durumu açıklığa kavuşana kadar esirleri geri vermeyeceğini söyledi. Çünkü bu kahraman sahabilerin durumundan endişe duymaktaydı. Nihayet ikisi de sağ salim Medine’ye dönünce, esirler fidye karşılığı serbest bırakıldılar. Diğer sahabiler, arkadaşlarının dönmesi karşısında bayram sevinci yaşıyorlardı. Bu kayboluş sırasında çektikleri sıkıntı, “Dikenli ağaçlara rastladıkça onları yemekte, üzerine de su içmekte idik.” ifadelerinden anlaşılmaktaydı.[2]
Bir müddet Medine’de Hz. Resûlullah’ın hizmet ve sohbetinde bulunan Suffe talebesi Utbe bin Gazvan’ın en heyecanlı günleri, İran taraflarında cihat ederken ve Basra valisiyken geçti.
Hz. Utbe, Basra dolaylarının fethiyle vazifelendirildiğinde, Hz. Ömer (r.a.) bazı prensiplere dikkatini çekti: “Sen ve beraberindekiler, Arapların son ve İran’ın bize en yakın hududuna kadar gidin. Allah’ın bereket ve yardımı sizinle olsun. Allah’tan korkun. Şunu bil ki, sen harbin en dehşetli yerine gidiyorsun. Allah sana yardım etsin. [Bahreyn civarında bulunan] Alâ bin Hadremî’ye mektup gönderiyorum. O, harp taktiklerini bilen, büyük bir mücahittir. Onunla istişare et. Ona danış. Halkı, Allah’ın yüce dinine çağır. Davetini kabul edenleri sen de kabul et, kabul etmeyenlerden ise cizye al. Cizye de vermezlerse, ruhsat kılıcındır. Allah’tan kork ve dikkatli hareket et. Halkı cihada teşvik et.”[3]
Hz. Ömer, Utbe’yi fetihle vazifelendirirken, Alâ bin Hadremî’den de kendisine yardımda bulunmasını istemiş ve ona şu tavsiyede bulunmuştur:
“Ey Alâ, bil ki, sen Muhacirlerin ilklerinden olan bir zatla görüşeceksin. Cenâb-ı Hak ona cennetini vaat etmiştir.[4]O iffetlidir, güçlüdür, salabetlidir. Onu azletmiş değilim. Ancak senin bulunduğun bölgede Müslümanların fazla kuvvete ihtiyacı yoktur. Sen, o bölgede kuvvet bakımından ondan daha zenginsin. O hâlde hakkını ver. Senden önce, birisini onun yardımına gitmek üzere vazifelendirdim. Fakat oraya varmadan vefat etti. Yaratma ve emir Allah’ındır.”[5]
Görüldüğü gibi Hz. Ömer de, onu “Saff-ı Evvel”den saymaktadır. Basra civarını fetheden Hz. Utbe, daha sonra Basra valiliğine getirildi. Vali iken namazı kendisi kıldırır, ahaliye nasihat ve tebliğde bulunurdu. Onun sahih hadis kaynaklarında yer alan meşhur bir hutbesi çok ibretlidir.
Hz. Utbe’nin okuduğu hutbenin bir kısmı şöyledir
“Malum olsun ki, dünya geçici olduğunu bildirmiş ve süratle geçip gitmiştir. Ondan, kabın dibinde kalan ve sahibinin içtiğinden başka bir şey kalmamıştır. Hiç şüphe yok ki, dünyadan, zevali olmayan bir âleme gideceksiniz. O hâlde, elinizde en hayırlı şey olduğu hâlde gidin. Ben Resûlullah ﷺ ile beraber bulunan yedi kişiden yedincisiyim. Ağaç yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Dudaklarımız yara olmuştu. Giyecek mahrumiyetimiz daha fazlaydı. Bir örtü bulmuştum, onu Sa’d bin Ebî Vakkas’la paylaşmıştım. Yarısıyla kendimi sardım, diğer yarısına da Sa’d sarındı. Bugün ise, içimizden biri yoktur ki, şehirlerden birine vali olmasın. Nefsim hakkında büyük, Allah indinde küçük olmaktan Allah’a sığınırım.”[6]
Hz. Utbe bin Gazvan, Basra’da işlerini düzene koyduktan sonra Hicaz’a gitmeyi arzu etti. Yerine Mugîre bin Şu’be’yi (r.a.) ve aynı zamanda Fırat bölgesine de Mücaşi bin Mes’ud’u (r.a.) vazifelendirdi. Medine’ye vardığında Hz. Ömer’le görüştü. Valilikten istifa etmek istediğini söyledi. İdareciliğin gerektirdiği mesuliyetten endişe ediyordu. Fakat Hz. Ömer (r.a.) istifa isteğini geri çevirdi, Basra’ya, vazifesine geri dönmesini istedi. Hz. Utbe ısrar etti, fakat netice alamadı. Dönüp vazifesinin başına tekrar geçmek üzere yola koyuldu. Cenâb-ı Hakk’ın bir hikmeti olarak, yolda atından düştü, vefat etti. Yıl, Hicret’in 17. senesiydi.[7]
Allah ondan razı olsun!