Peygamber Efendimiz ﷺ bir gün Zeyd bin Hârise ile birlikte gizlice Mekke’yi terk ederek Tâif’e gidip, ileri gelenlerine İslamiyet’i tebliğ etti. Fakat onlar kabule yanaşmadıkları gibi, hakarete varan alaylı tavırlara girdiler. Hattâ Tâifli reislerden biri daha da ileri giderek, “Allah, Peygamber göndermek için senden başka kimse bulamadı mı?!” demek küstahlığını bile gösterdi. O Yüce Nebi, kışkırtılan gençlerin, ayaktakımının taşlı sopalı saldırılarına hedef oldu.
Bütün bu zor durumlar karşısında Resûlullah’ın ﷺ tavrı ve davranışı ibretliydi. Cebrâil (a.s.) “İstersen bu dağları başlarına yıkarım!” dediği hâlde, o beddua bile etmedi. İlerde onların da İslam’a gireceğini ümit ederek Allah’tan hidayet dileğinde bulundu.
Hadisenin üzerinden yıllar geçti… Resûlullah’ın Tâif ahalisi için yaptığı hidayet duası kabul oldu. Tâifliler grup grup İslam’a girdi. İslam güneşi bütün Arabistan’ı aydınlattı. Buradan bütün dünyaya ışık saçtı. Tâif’in ileri gelenlerinden biri olan Urve bin Mes’ud da bu hidayet güneşinden nasibini alanların başındaydı. Hicrî 9. yılda İslamiyet’in ruhunda meydana getirdiği aşkla Tâif’ten kalkıp Medine yolunu tuttu. Nihayet günler alan uzun bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştı. Peygamber Efendimize gelerek İslamiyet’i kabul etti.
Urve bin Mes’ud başkalarına İslamiyet’i ulaştırmak, tebliğ etmek kararındaydı. Bu hidayet nurunu en uzak yerlere mutlaka ulaştırmalıydı. İlk önce kendi kabilesinden, hemşehrilerinden başlamayı düşündü. Onları İslam’a davet etmenin zaruretine inandı. Aralarında sözü dinlenir biri olması sebebiyle bu işi çok iyi yapabilirdi. Kendisini dinlerlerdi. Hattâ o kadar ona inanırlardı ki, Resûlullah onları İslam’a çağırdığı zaman, “Olsa olsa peygamberlik Urve’ye gelir.” demişlerdi. Urve bin Mes’ud’a böylesine bağlı ve ona böylesine itimat ediyorlardı…
Urve bin Mes’ud (r.a.) bu düşüncelerini Resûlullah’a ﷺ açtı. Bütün teferruatıyla düşündüklerini anlattı. Resûlullah Efendimiz ise endişeliydi. Tâif ahalisinin karakterini biliyordu. Öteden beri onların gurur ve kibirlerinden dolayı İslam’a yanaşmadıklarının farkındaydı. Bu endişelerini Urve bin Mes’ud’a şöyle açıkladı:
“Ey Urve, onların seni öldürmelerinden endişe ediyorum!”
Hz. Urve bin Mes’ud, “Yâ Resûlallah, onlar beni öz evlatlarından daha çok severler. Uykuda bulsalar uyandırmaya kıyamazlar.” diyerek arzusunda ısrar etti. Resûlullah ﷺ onun bu gönülden isteğini boş çevirmedi: “Peki, gitmek istiyorsan git; fakat dikkatli ol, ihtiyatlı hareket et.” buyurdu.[1]
Hz. Urve yola çıktı. Birkaç gün sonra Tâif’e vardı, doğruca kendi evine gitti. Geceleyin geldiğinden, gelişi Tâiflilerden çoğunun dikkatini çekmedi. Görenler ise Lat putuna uğramadan evine gitmesini hoş karşılamamışlardı. Fakat yol yorgunluğu sebebiyle bu ziyareti yapmadığını düşünerek bir şey söylememişlerdi.
Sabah olunca kabilesi, uzun süre kendilerinden ayrı kalan Urve’yi ziyarete geldi. Kendisini Cahiliye selamıyla selamladılar. Urve, Cahiliye devrinin selamını tanımadığını belirtti ve “Bana, ‘Esselâmu aleyküm.’ diyerek cennetliklerin selamıyla selam veriniz.” dedi. Durum anlaşılmıştı. Fakat geliş sebebini anlatmalıydı. Söze şöyle başladı:
“Ey kavmim, siz beni herhangi bir kötülükle suçlayabilir misiniz?”
Hep bir ağızdan, “Hayır.” cevabını verdiler.
Bundan sonra Urve devam etti: “Benim İslam’a girmemin sebebi, onda bulduğum hakikattir. Başkasının görmediği şeyi ben onda gördüm. Geliniz, hep birlikte tavsiyelerimi dinleyiniz. Bana muhalefet etmeyiniz. Yemin ederim, hiçbir elçi size takdim ettiğim hakikatlerden daha üstün bir haberi kendi kavmine getirmemiştir.”
Bu sözler karşısında Tâifliler şaşkına döndü. Çünkü Urve tamamen değişmişti. Daha önce bildikleri Urve artık yoktu. İslam’ın nuruyla aydınlanmış bir Urve vardı.
Tâifliler çevresini sardı. “Zaten senin ilk gelişinde Lat’a uğramadan, yanında saçını kesmeden doğruca evine gitmen bizi şüphelendirmişti!” diyerek hücuma geçtiler.
Fakat Urve anlatmaya devam etti. Onun kararlılığını anlayan müşrikler hep birlikte kalktılar, gittiler. Urve bin Mes’ud, tan yeri ağardığında evinin damına çıktı. Sabah ezanını okudu. Ezan sesini duyan müşrikler beyinlerinden vurulmuşa döndüler. Toplu hâlde yay ve oklarına sarılarak Urve’yi ok yağmuruna tuttular. Hz. Urve delik deşik olmuştu. Her tarafından kanlar fışkırıyordu. Bu hâlinde iken şöyle haykırıyordu:
“Bu benim için bir şereftir. Şehitlik Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfudur. Allah bir ve Muhammed onun Resûlüdür. Resûlullah’a olan imanım bir kat daha güçlendi. Çünkü bunu bana o haber vermişti. Ey akrabam, sizden bir tek isteğim vardır: Beni Resûlullah’ın saflarında harp eden ve şehit olan sahabilerin yanına gömünüz. Onlarla beraber olmak istiyorum.”[2]
Bu haber Resûlullah’a ulaşınca çok üzüldü. Onun durumunu, eski zamanlarda insanları Hakk’a çağıran bir hak erine benzetmişti: “Onun durumu Yâsin Sahibi‘nin [Habib-i Neccar’ın] durumuna benzer. Yâsin Sahibi de kabilesini Allah’a çağırmış ve kabilesi tarafından şehit edilmişti. Hamd olsun Allah’a ki, ümmetimden Yâsin Sahibi’ne benzer birini çıkardı.”
Allah ondan razı olsun!