Hayber’in fethinden sonra esir alınanlar içerisinde Hz. Safiyye de (asıl ismi Zeyneb) bulunuyordu. Hz. Safiyye, Yahudi kabilelerinden Benî Nadîr’in reisi Huyey bin Ahtab’ın kızı idi. Hz. Harûn’un neslindendi. Hayber Yahudilerinin reislerinden Rebî bin Hukayk’ın oğlu Kinâne ile evliydi. Hayber Savaşı’nda kocası öldürülmüştü.
Mücahitler Medine’ye dönerken, Peygamberimiz, Hz. Bilâl’den, Safiyye’yi getirmesini istedi. Yanına geldiğinde de ona İslamiyet’i anlattı ve teklifte bulundu: “Eğer Müslüman olursan seni kendime zevce olarak alacağım. Şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni serbest bırakırım. Sen de gider, kavmine kavuşursun.”
Hz. Safiyye, Peygamberimizin hanımı olacağını rüyasında görmüştü. Böyle bir teklifi bekliyordu. Hiç tereddüt etmeden tercihini yaptı ve şöyle dedi:
“Yâ Resûlallah! Siz beni İslamiyet’e davet etmeden önce, konak yerine geldiğimde Müslümanlığı arzulamış ve sizi tasdik etmiştim. Yahudilerle benim hiçbir ilgim kalmadığı gibi, artık onlara ihtiyacım da yoktur. Hayber’de artık ne babam ne de kardeşim vardır. Siz beni küfür ile İslam’dan birini seçmekte serbest bırakıyorsunuz. Allah ve Allah’ın Resûl’ü bana, serbest bırakılmamdan ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgilidir.”
Onun bu sözlerinden çok memnun olan Sevgili Peygamberimiz, Hz. Safiyye’yi azat etti ve onu mübarek hanımları arasına alarak şereflendirdi.
Hz. Safiyye’nin yüzünde bir darbe çürüğü vardı. Peygamberimiz onu gördü ve “Bu nedir?” diye sordu. Hz. Safiyye şu cevabı verdi:
“Kinâne ile evlendiğim ilk gece bir rüya gördüm. Medine tarafından bir ay gelip kucağıma düştü. Bunu Kinâne’ye anlattığımda kızdı, ‘Sen Hicaz hükümdarı Muhammed’e varmak istiyorsun!’ dedi ve yüzüme bir tokat vurdu! İşte bu, o tokadın izidir.”[1]
Safiyye validemiz tok gözlü bir kadındı. Medine’ye geldiği zaman bütün mücevherlerini Hz. Fâtıma’ya ve Peygamberimizin diğer hanımlarına hediye etti.”[2]
Hz. Safiyye, Peygamberimizi çok sever, ondan ayrılmak istemezdi. Bir gün Peygamber Efendimiz mescitte itikafta iken ziyarete gitti. Bir saat kadar yanında kaldıktan sonra eve dönmek istedi. Resûlullah onu götürmek için ayağa kalktı. Ümmü Seleme validemizin odası önündeki mescit kapısına geldiğinde Ensar’dan iki zat ile karşılaştı. Onlar Peygamberimize selam verdiler ve aceleyle oradan uzaklaşmaya çalıştılar. Peygamber Efendimiz, onların kendisi hakkında suizan etmeyeceklerini biliyordu. Fakat şeytanın kalplerine bir şüphe atma ihtimalini düşünerek peşlerinden seslendi: “Acele etmeyin, durun. Yanımdaki kadın, Safiyye bint-i Huyey’dir.”
Sahabiler, “Biz Cenâb-ı Hakk’ı tenzih ederiz.” dediler. Peygamberimizin, onların suizan etmelerinden korkarak yanındaki kadının kim olduğunu açıklaması kendilerine ağır geldi. Bunun üzerine Resûlullah, onların şahsında bütün ümmetini şöyle ikaz etti:
“Şeytan, insanın vücudunda dolaşan kan mesabesindedir. Ben haklı olarak, gönüllerinize şeytanın bir şüphe atmasından korktum!”[3]
Hz. Safiyye, Peygamberimizin hastalanmasına, onun bir yerinin ağrımasına tahammül edemez, o acıları kendisinin çekmesini arzu ederdi. Peygamber Efendimiz hastalandığında müminlerin anneleri etrafını sardı. Safiyye validemizin gözü yaşlı idi. Bütün samimiyetiyle şöyle dedi:
“Yâ Nebiyallah! Keşke sizin bütün ağrılarınızı, acılarınızı ben çekseydim!…”[4]
Safiyye validemiz, Hicret’in 52. yılında Hz. Muâviye’nin hilafeti zamanında vefat etti.
Allah ondan razı olsun!