Ey iman edenler, sabredin. Birbirinizle sabırda yarışın…
(Âl-i İmrân, 3/200)
And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.
(Bakara, 2/155)
…Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.
(Zümer, 39/10)
Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette yapılmaya değer işlerdendir.
(Şûrâ, 42/43)
Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.
(Bakara, 2/153)
And olsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz…
(Muhammed, 47/31)
25. Ebû Mâlik el-Hâris b. Âsım el-Eş’arî’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:
Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillâh sözü, mizanı doldurur. Sübhânallâhi ve’l-hamdülillâhi ifadeleri de yerle gök arasını doldurur. Namaz, nurdur. Sadaka (samimiyete) delildir. Sabır, aydınlıktır. Kur’an, senin lehine yahut aleyhine hüccettir. Herkes sabaha çıkar ve (gün boyu yaptıklarıyla âdeta) nefsini satarak ya kazanır yahut kaybeder.1
26. Ebû Saîd Sa’d b. Mâlik b. Sinân el-Hudrî (ra) anlatıyor:
Ensardan bir grup, Allah Resûlü’nden mal istediler; o da verdi. Tekrar istediler, yine verdi. Nihayet yanındaki mal bitti. Elinde olan her şeyi verdikten sonra onlara şöyle dedi:
– Yanımda bir şeyler daha olsaydı, onları da sizden esirgemezdim.İstemekten sakınanları Allah iffetli kılar. Tok gözlü olanları da Allah zengin eder. Sabretmek isteyenlere, Allah sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir şey verilmemiştir.2
27. Ebû Yahyâ Suheyb b. Sinân’dan (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Müminin durumu ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına sıkıntı gelecek olursa ona da sabreder; bu da onun için hayır olur.3
28. Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor:
Peygamber’in hastalığı ağırlaşıp da hayli sıkıntıya düşmeye başlayınca, Fâtıma (ra):
–Vah babacığım, sıkıntın ne kadar da büyük, dedi. Bunun üzerine Resûlullah:
–Bu günden sonra artık baban için sıkıntı yoktur, buyurdu.
Peygamber ebediyete göçünce Hz. Fâtıma:
–Babacığım, Allah’ın davetine icabet ettin. Vah babacığım, varacağın yer Firdevs bahçesidir. Babacığım, derdimizi artık Cebrail’e yanacağız, dedi.
Peygamber defnedilince de Hz. Fâtıma:
–Resûlullah’ın üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu, dedi.4
29. Çok sevdiği azatlısı Zeyd b. Hârise’nin oğlu ve çok sevdiği bir zat olan ve Ebû Zeyd olarak bilinen Üsâme’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah’ın kızı (Zeynep), babasına:
–Oğlum ölmek üzere, bize kadar gelir misin, diye haber gönderdi. (Muhtemelen çok önemli bir konu için toplantı hâlinde olan) Resûlullah kızına selâm gönderdi ve:
–Veren de, alan da Allah’tır. O’nun katında, her şeyin vakti belirlidir. Binaenaleyh (söyleyin) sabretsin ve Allah’tan ecir beklesin, buyurdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber’in kızı:
–Allah aşkına söyleyin kendisine, ne olur gelsin, diye tekrar babasına haber gönderdi. Resûlullah da yanında Sa’d b. Ubâde, Muâz b. Cebel, Übey b. Kâ’b, Zeyd b. Sâbit ve daha başkaları olduğu hâlde kalkıp gitti. Çocuğu Resûlullah’a verdiler; onu kucağına oturttu. Çocuk çok sık nefes alıyordu. Hz. Peygamber’in gözleri yaşla doldu. Bunun üzerine Sa’d:
–Yâ Resûlallah, bu ne hâl, dedi. Resûlullah:
–Bu, Allah Teâlâ’nın, kullarının kalplerine koyduğu bir rahmettir, buyurdu.5
Bir rivayete göre:
Dilediği kullarının kalplerine yerleştirir; Allah ancak merhametli kullarına merhamet eder, demiştir.6
30. Suheyb’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Sizden evvelkiler içinde bir kral ve bir de onun kâhini vardı. Bu kâhin ihtiyarlayınca krala:
–Ben ihtiyarladım, bana bir genç gönder de ona kâhinlik öğreteyim, dedi. Kral da ona öğretmesi için bir delikanlı gönderdi. Gencin yolu üzerinde bir rahip vardı. Delikanlı rahibin yanında bir müddet oturdu ve sözlerine kulak verdi, söyledikleri hoşuna gitti. Sonra kâhine her gidişinde rahibe uğrar ve onun yanında oturur oldu. Kâhinin yanına geldiğinde (geç kaldın) diye kâhin delikanlıyı döverdi. Delikanlı bu durumu rahibe söyleyince, rahip ona:
Kâhinden korktuğunda, “Evde alıkoydular”; ailenden korktuğunda da, “Kâhin alıkoydu” de, diye tavsiye etti.
Durum böyle devam edip giderken, delikanlı günün birinde insanların yolunu kesen büyük bir hayvana rastladı ve bunun üzerine:
Kâhinin mi yoksa rahibin mi üstün olduğunu işte bugün öğreneceğim, diyerek eline bir taş aldı ve:
Allah’ım, eğer rahibin işlerini, kâhinin işlerinden fazla seviyorsan hayvanı öldür ki insanlar geçsin, dedi ve taşı hayvana attı, onu öldürdü. Halk da yoluna devam etti. Sonra delikanlı rahibin yanına geldi ve olanları ona anlattı. Rahip ona:
–Yavrucuğum, bugün sen benden üstünsün, senin şanın gördüğüm dereceye ermiş, sen yakında muhakkak bir belaya uğrayacaksın. Eğer başına bela gelirse, benim bulunduğum yeri kimseye söyleme, dedi.
Delikanlı, körleri, alaca hastalığına tutulanları kurtarır, insanların diğer hastalıklarını da tedavi ederdi. Kralın meclis arkadaşlarından o günlerde kör olan birisi bunu duydu, birçok hediye ile delikanlının yanına gitti ve:
–Eğer, beni hastalığımdan kurtarırsan bu hediyeleri sana vereceğim, dedi. Delikanlı da:
–Ben kimseye şifa veremem, ancak Allah Teâlâ şifa verir. Allah’a iman edersen ben de Allah’a dua ederim, O da sana şifa verir, dedi.
Bunun üzerine adam, Allah’a iman etti. Allah Teâlâ ona şifa verdi. Sonra bu adam kralın yanına geldi ve evvelce oturduğu gibi onunla oturdu. Kral:
–Gözünü kim iyileştirdi, diye sordu. O da:
–Rabbim, diye cevap verdi. Kral:
–Senin benden başka Rabbin mi var, dedi. O adam:
–Benim de Rabbim, senin de Rabbin Allah’tır, dedi.
Bunun üzerine kral o adama işkence ettirdi. Nihayet adam, gencin yerini söyledi. Genç getirildi. Kral ona:
–Oğlum, demek senin sihrin körleri ve alaca hastalarını iyi edecek dereceye geldi, şu ve şu işleri yapıyormuşsun öyle mi, dedi. Delikanlı:
–Ben kimseye şifa veremem; ancak Allah Teâlâ şifa verir, dedi.
Bunun üzerine kral onu tuttu ve devamlı surette işkence etti. Nihayet genç, rahibin yerini söyledi. Hemen rahip getirildi ve “dininden dön” denildi; fakat o dinlemedi. Bunun üzerine kral testere istedi ve onu rahibin başının tam orta yerine koyarak rahibi ikiye ayırdı. Her parçası bir yana düştü. Sonra kralın meclis arkadaşı getirildi ve ona da “dininden dön” denildi, fakat o da dinlemedi. Bunun üzerine kral, onun da başını testere ile ikiye ayırdı ve her parçası bir yana düştü. Sonra genç getirildi ve “dininden dön” denildi, fakat dinlemedi. Kral onu kendi arkadaşlarından bir gruba teslim etti ve onlara şöyle dedi:
–Bunu filan dağa götürün ve oraya çıkarın. Dağın tepesine vardığınızda dininden dönerse ne âlâ, dönmezse onu dağın tepesinden aşağı atın.
Onu götürdüler ve dağa çıkardılar. Genç:
–Allah’ım, bunların haklarından gel, dedi. Bunun üzerine dağ sarsıldı ve hepsi aşağı yuvarlandı. Genç yürüyerek kralın yanına geldi. Kral ona:
–Yanındakilere ne oldu, dedi. O:
–Allah beni onlardan kurtardı, dedi. Bunun üzerine kral genci kendi arkadaşlarından diğer bir gruba teslim etti ve:
Bunu karkur denilen gemiye koyup denizin ortasına götürün, dininden dönerse ne âlâ, dönmezse atın denize, dedi. Hemen onu gemiye götürdüler. Genç:
–Allah’ım, bunların da haklarından gel, bunları benden def et, dedi. Bunun üzerine gemi onlarla beraber devrildi, onlar boğuldular. Genç yürüyerek kralın yanına geldi. Kral ona:
–Yanındakiler ne yaptı, dedi. O:
–Beni, Allah Teâlâ onlardan kurtardı, dedi ve şunu ilave etti:
–Benim emredeceğim işi yapmadıkça sen beni öldüremezsin. Kral:
–Nedir o, dedi. Genç şöyle dedi:
–Halkı geniş bir meydana topla. Beni de hurma kütüğüne bağla. Sonra ok kabımdan bir ok al, onu yayın tam ortasına yerleştir. Sonra, “Bu gencin Rabbi olan Allah’ın adı ile” de ve oku at. Eğer bunu yaparsan beni öldürürsün, dedi.
Bunun üzerine kral, halkı bir meydana topladı. Genci de bir hurma kütüğüne bağladı. Sonra onun ok kabından bir ok aldı. Oku yayın ortasına koydu. “Bu gencin Rabbi olan Allah’ın ismiyle” dedi ve oku attı. Ok, gencin şakağına rastladı. Genç elini şakağına koydu ve öldü. Bunun üzerine ahali, “Bu gencin Rabbine iman ettik.” dediler. Sonra (adamları) krala gelerek ona:
–Bak gördün mü? Vallahi korktuğun başına geldi; halk ona iman etti, dediler. Bunun üzerine sokak başlarına hendekler açılmasını emretti, hendekler alevlerle dolu idi. Kral:
–Yeni dinden dönmeyen kimseleri zorla ateşe atın yahut onları ateşe girmeye zorlayın, dedi. Bunlar yapıldı. Hatta elinde çocuğuyla bir kadın geldi. Kadın biraz duraksadı. Çocuk ona:
–Anneciğim, sabret, zira sen hak üzeresin, dedi.7
31. Enes (ra) anlatıyor:
Peygamber bir mezarın başında ağlayan bir kadına rastladı.
Allah’tan kork ve sabret, dedi. Kadın:
Geç git, benim başıma gelen musibet senin başına gelmedi, dedi. Peygamber’i tanıyamamıştı. kendisine “O, Peygamber’di .” denilince kadın, Peygamber’in kapısına geldi. Kapıda görevlilerin bulunmadığını gördü ve:
Ben seni tanıyamadım, (diye Peygamber’e özür beyan etti.) Bunun üzerine Peygamber :
Sabır, musibetin ilk anında (gösterilirse sabır)dır, buyurdu.8
32. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Mümin bir kulumun dünyada sevdiği dostunu aldığım zaman, o kimse (sabrederse ve) Allah’tan ecir beklerse onun karşılığı cennettir.”9
33. Hz. Âişe’den (ra) rivayet edildiğine göre o, Resûlullah’a veba hastalığını sormuş, Allah Resûlü de ona şöyle cevap vermiştir:
Veba, Allah Teâlâ’nın dilediği topluluğa gönderdiği bir çeşit azaptı. Allah, onu Müminler için rahmet kıldı. Veba hastalığına yakalanan, sabredip ecrini umarak ve başına Allah’ın yazdığından başka hiçbir şey gelmeyeceğini bilerek memleketinde kalan kimse, şehit sevabına nail olur.10
34. Enes’in (ra) Resûlulah’tan şöyle işittiği nakledilmiştir:
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir kulumu sevgili gözlerini kaybetmekle sınadığımda, eğer sabrederse gözlerine karşılık onu cennete koyarım.”11
35. Atâ b. Ebû Rebâh’tan rivayet edilmiştir:
İbn Abbâs (ra) bana:
–Cennetlik bir kadını sana göstereyim mi, dedi. Ben de:
–Evet, (göster) dedim. O:
–İşte şu siyahî kadındır. Bu kadın Peygamber’e geldi ve:
–Saram tutuyor ve bedenim açılıyor, benim için Allah’a dua etsen, dedi. Peygamber :
–İster sabret, cennetlik ol; istersen, sana afiyet vermesi için Allah’a dua edeyim, dedi. Bunun üzerine kadın:
–Öyleyse sabredeyim, fakat bedenim açılıyor. Hiç değilsebedenimin açılmaması için dua buyur, dedi. Peygamber de onun için dua etti.12
36. Ebû Abdurrahmân Abdullah b. Mes’ûd (ra) anlatıyor:
–Şu an sanki Resûlullah’ı , peygamberlerden birini anlatırken -Allah’ın salâtı ve selamı onlara olsun- görür gibiyim. Halkı onu dövmüş ve kan içinde bırakmışlar; o, bir yandan yüzünün kanını siliyor, bir yandan da:
–Allah’ım, halkımı bağışla, zira onlar bilmiyorlar, diyormuş.13
37. Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Allah, Müslüman’ın vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar meşakkat, hastalık, endişe, keder, acı ve kaygı gibi musibetleri, onun günahlarına kefâret kılar.14
38. İbn Mes’ûd (ra) anlatıyor:
Peygamber’in yanına girdim, şiddetli bir sıtmaya yakalanmıştı.
–Yâ Resûlallah, sıtmadan dolayı çok sıkıntı çekiyorsun, dedim.
–Evet, sizden iki kişinin çekebileceği kadar acı çekiyorum, dedi.
–Sana iki kat sevap olduğu için mi, dedim.
–Evet, dedi. Bir Müslüman küçük bir dikenin veya ondan daha büyüğünün acısına maruz kalırsa, Allah bunu o Müslümanın kötülüklerine kefâret kılar. Onun günahları, tıpkı ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökülür.15
39. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:
Allah hayrını dilediği kimseye, –günahlarına kefâret olsun diye– musibet verir.16
40. Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Başına gelen bir musibetten dolayı hiç kimse ölümü istemesin. Mutlaka bir şey istemek durumunda ise ‘Allah’ım, benim için yaşamak hayırlı ise beni yaşat, ölüm hayırlı ise canımı al.’ desin.17
41. Ebû Abdullah Habbâb b. Eret (ra) anlatıyor:
Allah Resûlü’ne hâlimizden şikâyet ettik. Kâbe’nin gölgesinde hırkasına yaslanmış oturuyordu.
Bizim için Allah’tan yardım dilemeyecek misin, bizim için Allah’a dua etmeyecek misin, dedik. Bunun üzerine Resûlullah :
Sizden önceki devirlerdemümin bir adam yakalanır, onun için bir çukur kazılır ve o içine atılır, sonra testere ile baştan aşağı ikiye ayrılır ve demir taraklarla etleri ve kemikleri taranırdı da; bu bile onu dininden çevirmezdi. Allah’a yemin ederim ki Allah Teâlâ bu dini kemale erdirecektir. Hatta binekli bir kimse San’â’dan Hadramut’a kadar gidecek, Allah’tan ve koyunlarına kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Ne var ki siz sabırsızlanıyorsunuz.” buyurdular.18
Buhârî’nin diğer bir rivayetinde:
Peygamber hırkasına bürünmüştü. Biz, müşriklerin şiddetli baskısına maruz kalmıştık, denilmektedir.19
42. İbn Mes’ûd (ra) anlatıyor:
Resûlullah , Huneyn gününde ganimeti taksim ederken bazı kimselere fazla verdi. Akra’ b. Hâbis’e yüz deve, Uyeyne b. Hısn’a da bir o kadar deve verdiği gibi, Arap eşrafından bir topluluğa da hayli miktarda mal verdi. O gün onlara öncelik verdi. Bunun üzerine bir adam:
–Vallahi bu taksimde adalet yoktur, bunda Allah’ın rızası gözetilmemiştir, dedi. Ben de;
–Vallahi bunu Allah Resûlü’ne söyleyeceğim, dedim ve Peygamber’in yanına gittim, o adamın sözlerini aktardım. Bunun üzerine Peygamber’in yüzünün rengi değişti ve kıpkırmızı oldu. Sonra:
“Allah ve Resûlü adil olmazsa, başka kim adil olur?” dedi. Sonra, “Allah Musa’ya rahmet etsin, o bundan fazla sıkıntıya uğradığı hâlde sabretti.” buyurdu. Ben de bundan böyle Peygamber’e hiç kimsenin sözünü götürmeyeceğim, diye ahdettim.20
43. Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Allah Teâlâ, bir kulunun iyiliğini dilerse onun cezasını dünyada verir. Eğer bir kulunun kötülüğünü dilerse günahı karşılığı onu dünyada cezalandırmaz; kıyamet gününde cezasını tam olarak verir.
Yine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Mükâfatın büyüklüğü, sıkıntının büyüklüğü nispetindedir. Allah Teâlâ bir topluluğu severse onları sıkıntıya uğratır. Kim hâline razı olursa Allah da ondan razı olur. Kim de başına gelenden dolayı öfkelenirse gazaba uğrar.21
44. Enes (ra) anlatıyor:
Ebû Talhâ’nın oğlu hasta idi. Ebû Talhâ evden ayrılınca, çocuk öldü.
Eve döndüğünde:–Oğlum nasıl oldu, diye sordu. Çocuğun annesi Ümmü Süleym:
–O şimdi rahata kavuştu, diye karşılık verdi. Ardından akşam yemeğini getirdi. Ebû Talhâ akşam yemeğini yedikten sonraeşi ile beraber oldu. Bilahare eşi ona:
–Çocuğu gömün, dedi.
Ebû Talhâ sabahleyin Resûlullah’ın yanına gitti, gece olup bitenleri anlattı. Peygamber , “Bu gece beraber oldunuz mu?” dedi. Ebû Talhâ:
–Evet, dedi. Peygamber , “Allah’ım, bunlara bereket ver.” dedi.
Ümmü Süleym bir oğlan çocuğu doğurdu. Bunun üzerine Ebû Talhâ bana:
–Çocuğu al, Peygamber’e götür, dedi. Bir miktar da hurma gönderdi. Peygamber , “Çocuğun yanında bir şey var mı?” dedi.
–Evet, birkaç hurma var, dedim. Resûlullah, hurmaları ağzına alıp çiğnedikten sonra çıkardı ve çocuğun ağzına koydu; damağını ovdu, adını Abdullah koydu.22
Buhârî’nin diğer bir rivayetine göre İbn Uyeyne şöyle diyor:
Ensardan bir adam, Abdullah’ın dokuz çocuğunu gördüm, hepsi de Kur’an okuyan kimselerdi, dedi.23
Müslim’in bir rivayetine göre, Ebû Talhâ’nın Ümmü Süleym’den olan bir oğlu vefat etti. Bunun üzerine kadın, ev halkına:
–Ebû Talhâ’ya oğlunun öldüğünü siz söylemeyin, ben kendim söylerim, dedi.
Ebû Talhâ eve döndü. Kadın onun akşam yemeğini getirdi. Ebû Talhâ yedi, içti. Sonra kadın, Ebû Talhâ için daha önce hiç yapmadığı kadar güzel bir şekilde süslendi. Ebû Talhâ hanımıyla yattı. Kadın, Ebû Talhâ’nın karnı doyduktan ve kendisiyle beraber olduktan sonra ona şöyle dedi:
–Bir topluluk, bir ev halkına bir şeyi ödünç verirler de, sonra onu geri almak isterlerse ev halkının onu vermemeye hakları olur mu? Bunu doğru görür müsün? Ebû Talhâ:
–Hayır, dedi. Kadın:
–O hâlde oğluna karşılık Allah’tan sevap bekle, dedi. Bunun üzerine adam öfkelendi ve:
–Kirleninceye kadar beni oyaladın, sonra bana oğlumun ölüm haberini verdin, dedi. Hemen Resûlullah’a gelerek olup biteni haber verdi. Allah Resûlü :
–Allah, gecenizi mübarek kılsın, dedi.
Enes diyor ki: Kadın hamile kaldı. Resûlullah sefere çıktı. Kadın da beraberdi. Peygamber , seferden döndüğünde geceleyin Medine’ye girmezdi. Medine’ye yaklaştılar. Kadının ağrısı tuttu. Bu yüzden Ebû Talhâ, yolundan kaldı. Resûlullah yoluna devam etti.
Enes anlatıyor: Ebû Talhâ şöyle dedi:
–Yâ Rabbi, bilirsin ki Resûlullah yolculuğa çıkarken onunla beraber çıkmaktan, döndüğü zaman da onunla beraber dönmekten son derece hoşlanırım. Şimdi ise gördüğün şu hâl beni yoldan alıkoydu. Bunun üzerine Ümmü Süleym:
–Ey Ebû Talhâ, çocuk doğururken evvelce duyduğum ağrıları şimdi duymuyorum, yoluna devam et, dedi. Biz de yürüdük.
Medine’ye döndüklerinde kadının ağrısı ağırlaştı ve bir oğlan çocuğu doğurdu. Annem bana:
–Enes, çocuğu kimse emzirmesin, sabahleyin onu Resûlullah’a götür, dedi. Sabah olunca çocuğu aldım, Allah Resûlü’ne götürdüm, dedi ve hadisin tamamını anlattı.24
45. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değil, bilakis öfke anında kendisini tutan, iradesine sahip olandır.25
46. Süleymân b. Surad’dan (ra) rivayet edildiğine göre o, şöyle diyor:
Peygamber ile birlikte oturuyordum. İki adam birbirine sövüp hakaret ediyordu. Birisinin yüzü kıpkırmızı olmuş ve boyun damarları şişmişti. Bunun üzerine Resûlullah şöyle dedi:
Ben bir söz biliyorum ki eğer bu kişi onu söylerse üzerindeki hâl ondan gider; eğer, “Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm (Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.)” derse üzerindeki hâl ondan sıyrılır, dedi. Adama, Peygamber , “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” dedi, diye söylediler.26
47. Muâz b. Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, öfkeden dilediğini yapmaya gücü yettiği hâlde öfkesini yenerse, Allah Teâlâ kıyamet gününde halkın gözü önünde onu çağırır, hurilerden istediğini seçmesine izin verir.27
48. Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor:
Bir adam Peygamber’e :
Bana öğüt ver, dedi. Peygamber ona “Kızma.” buyurdu. Adam isteğini birkaç defa tekrarladı. Peygamber de “Kızma.” buyurdu.28
49. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:
Mümin erkek ve kadının Allah’a günahsız olarak, tertemiz kavuşuncaya kadar, canında, çoluk çocuğunda ve malında sıkıntı eksik olmaz.29
50. İbn Abbâs (ra) anlatıyor:
Uyeyne b. Hısn Medine’ye geldi ve yeğeni Hur b. Kays’ın evine geldi. Hur, Hz. Ömer’e yakın kimselerden biriydi. Gençlerden ve yaşlılardan oluşan Kurrâ (ilim heyeti), Hz. Ömer’in meclis ve müşavere arkadaşı idiler. Uyeyne, yeğenine şöyle dedi:
–Ey kardeşimin oğlu, bu Emîr’in yanında senin itibarın var. Huzuruna kabul edilmem için kendisinden izin iste, dedi. Talep üzerine Hz. Ömer de izin verdi. Uyeyne, Ömer’in (ra) yanına gelince:
–Ey Hattâb oğlu! Vallahi sen bize çok bir şey vermiyorsun. Aramızda adaletle hükmetmiyorsun, dedi. Ömer (ra), bu söze çok kızdı hatta onu cezalandırmak istedi. Bunun üzerine Hur:
–Ey müminlerin emîri, Allah Teâlâ, Peygamberine , “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” buyuruyor; bu da cahillerdendir, dedi.
Allah’a yemin ederim ki Hur bu âyeti okuyunca, Ömer daha ileri gitmedi; zira Ömer, Allah’ın Kitabı’na son derece bağlı idi.30
51. İbn Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah :
–Kuşkusuz benden sonra adam kayırmalar ve yadırgayacağınız
birtakım işler olacak, buyurdu.–Ey Allah’ın Resûlü, o zaman ne yapmamızı emredersiniz, dediler. Resûlullah :
–Yükümlülüklerinizi yerine getirir, kendi hakkınızı ise Allah’tan istersiniz, dedi.31
52. Ebû Yahyâ Üseyd b. Hudayr (ra) anlatıyor:
–Ey Allah’ın Resûlü, filan kimseyi vali tayin ettiğiniz gibi, beni de vali tayin etmez misin, dedi. Peygamber :
–Siz benden sonra adam kayırma gibi durumlarla karşılaşacaksınız, bana (âhirette) havuz başında kavuşuncaya kadar sabredin, buyurdu.32
53. Ebû İbrahim Abdullah b. Ebû Evfâ (ra) anlatıyor:
Resûlullah , düşmanla karşılaştığı savaş günlerinden birinde, güneş batmaya meyledinceye kadar bekledi. Sonra askerlerine bir konuşma yaptı:
Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyin. Allah’tan afiyet, (huzur ve asayiş) dileyin. Ancak düşmanla karşılaşınca da sabredin, dayanın ve bilin ki cennet, kılıçların gölgeleri altındadır, dedi. Sonra:
Ey Kitab’ı indiren, bulutları gezdiren, düşman güçlerini dağıtan Allah’ım, onları darmadağın et ve onlara karşı bize yardım et, buyurdu.33
- M534 Müslim, Tahâret, 1 ↩︎
- M2424 Müslim, Zekât, 124; B6470 Buhârî, Rikâk, 28 ↩︎
- M7500 Müslim, Zühd, 64 ↩︎
- B4462 Buhârî, Megâzî, 84 ↩︎
- B1284 Buhârî, Cenâiz, 32; M2135 Müslim, Cenâiz,11 ↩︎
- B6635 Buhârî, Eymân, 9 ↩︎
- M7511 Müslim, Zühd, 73 ↩︎
- B1283 Buhârî, Cenâiz, 31; M2139, M2140 Müslim, Cenâiz, 14-15 ↩︎
- B6424 Buhârî, Rikâk, 6 ↩︎
- B5734 Buhârî, Tıb, 31 ↩︎
- B5653 Buhârî, Merdâ, 7 ↩︎
- B5652 Buhârî, Merdâ, 6; M6571 Müslim, Birr, 54 ↩︎
- B3477 Buhârî, Enbiyâ, 54; M4646 Müslim, Cihâd, 105 ↩︎
- B5641, B5642 Buhârî, Merdâ, 1; M6566 Müslim, Birr, 50 ↩︎
- B5648 Buhârî, Merdâ, 3; M6559 Müslim, Birr, 45 ↩︎
- B5645 Buhârî, Merdâ, 1 ↩︎
- B5671 Buhârî, Merdâ, 19; M6814 Müslim, Zikir, 10 ↩︎
- B6943 Buhârî, İkrâh, 1 ↩︎
- B3852 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 29 ↩︎
- M2447 Müslim, Zekât, 140; B3150 Buhârî, Humus, 19 ↩︎
- T2396 Tirmizî, Zühd, 56 ↩︎
- B5470 Buhârî, Akîka, 1; M5613 Müslim, Âdâb, 23 ↩︎
- B1301 Buhârî, Cenâiz, 41 ↩︎
- M6322 Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 107 ↩︎
- B6114 Buhârî, Edeb, 76; M6643 Müslim, Birr, 107 ↩︎
- B3282 Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11; M6646 Müslim, Birr, 109 ↩︎
- D4777 Ebû Dâvûd, Edeb, 3; T2021 Tirmizî, Birr, 74 ↩︎
- B6116 Buhârî, Edeb, 76 ↩︎
- T2399 Tirmizî, Zühd, 56 ↩︎
- B7286 Buhârî, İ’tisâm, 2 ↩︎
- B3603 Buhârî, Menâkıb, 25; M4775 Müslim, İmâre, 45 ↩︎
- B3792 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 8; M4779 Müslim, İmâre, 48 ↩︎
- M4542 Müslim, Cihâd, 20; B2965, B2966 Buhârî, Cihâd, 112 ↩︎