Hz. Cüveyriye, Benî Müstalık kabilesi reisi Hâris b. Ebî Dırar’ın kızı idi. Müreysi Gazâsı’nda alınan esirlerden biri de oydu. Kocası Müsafi b. Safvan, Pey­gam­be­ri­mizin amansız düşmanlarından biriydi. Harpte öldürülünce, Hz. Cüveyriye dul kalmıştı.

Esirler, mücahitler arasında bölüştürüldüğü zaman, Hz. Cü­veyriye, Sâbit b. Kays ile amcası oğlunun hissesine düşmüştü.[1]

Hz. Cüveyriye, Sâbit b. Kays’la anlaşmış, kesişme yapmıştı.[2]Tayin edilen fidyeyi ödediği takdirde hürriyetine kavuşacaktı. Fakat fidye ödeyecek imkânı yoktu. Bu sebeple Peygamber Efendimize müracaat etti ve fidye-i necatının ödenmesi hususunda yardım talebinde bulundu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ona, “Sana, bundan daha hayırlı olan yok mu­dur?” diye sordu.

Beklenmedik bir soruya muhatab olan Hz. Cüveyriye, birden şaşırdı. Hürri­yetine kavuşmaktan, tekrar anne ve babasına, yurduna varmaktan daha hayırlı ne olabilirdi?

Bir anlık bir tereddütten sonra, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Hakkım­da yapaca­ğınız bundan daha hayırlı şey nedir?”

Peygamber Efendimiz, “Senin fidye-i necatını ödemem ve seni zevceliğe ka­bul etmemdir” buyurdu.

Hz. Cüveyriye bütün bütün şaşırdı. Esaretten kurtulduğu gibi, böylesine bü­yük bir şerefe de nâil olacaktı. Bir an kendi âlemine daldı. Peygamber Efen­dimizin yurtlarına varmadan birkaç gün önceki rüyasını hatırladı: Ay, Me­dine’den sanki yürüyüp gömleğine girmişti.[3]Bir anlık şaşkınlıktan sonra, yü­zünde sevinç alâmetleri belirdi. Pey­gam­be­ri­mizin teklifine cevabı şu oldu:

“Yâ Re­sû­lal­lah! Eğer beni bu şerefe nâil ederseniz, şüp­he­siz benim için bun­dan daha hayırlı bir devlet ve saadet olamaz!”[4]

Hâris b. Ebî Dırar’ın Müslüman Olması

Hz. Cüveyriye’nin babası Hâris b. Ebî Dırar da, o sırada, kızını kurtarmak için yanına develer alarak Medine’ye doğru yola çıkmış idi. Akik vadisine va­rınca develerine baktı. Kıyamadığı ikisini, vadide iki dağ arasında kuytu bir yere sakladı. Sonra, Peygamber Efendimizin huzuruna geldi.

“Yâ Muhammed! Kızımı esir almışsınız. Şunlar, onun fidye-i neca­tıdır” diye konuştu.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Akik’te, filan dağlar arasında filan kuytuya sak­lamış olduğun iki deveyi neden getirmedin?” diye sordu.

Haris, birden şaşırdı. Hiç kimse, develeri oraya saklamış olduğunu bilmi­yordu. Artık beklemek manasızdı. Derhal, “Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur; muhakkak sen de Allah’ın Resûlüsün! Vallahi, yaptığımı Al­lah’tan başka kimse bilmiyordu!” diyerek Müslüman oldu. Onunla birlikte, iki oğlu ve kavminden ya­nın­da bulunanlar da orada Müslüman oldular.[5]

Pey­gam­be­ri­mizin, Hz. Cüveyriye’nin Fidye-i Necatını Ödemesi

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Sâbit b. Kays’a (r.a.) haber gön­de­rip, durumu ken­disine arz etti. Hz. Cüveyriye’yi kendisinden istedi. Sâbit b. Kays tereddüt göstermeden, “Babam anam sana feda olsun yâ Re­sû­lal­lah! Sana onu bağışla­dım!” dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, fidye-i necatını ödeyerek Hz. Cü­vey­ri­ye’­yi baba­sına teslim etti.

Hz. Cüveyriye’nin, Pey­gam­be­ri­mizle Evlenmesi

Müslüman olan Hz. Cüveyriye’yi zevceliğe kabul etmek üzere, Peygamber Efendimiz, onu, babası Hâris b. Ebî Dırar’­dan istedi. Baba Haris buna muvafa­kat gösterdi.

Peygamber Efendimiz, dört yüz dirhem mehir vererek Hz. Cü­veyri­ye’­yi zev­celiğe aldı.[6]

Peygamber Efendimizin Hz. Cüveyriye’yi zevceliğe aldığını gören ashab-ı ki­ram, “Re­sû­lul­lah’ın zevcesinin akraba ve taallûkatı artık esir kalmamalıdır” diyerek ellerindeki bütün esirleri serbest bıraktılar. Bu esirler arasında sadece yüz tane kadın vardı.

Bunun için Hz. Âişe der ki:

“Ben, kavmi için Cüveyriye’den daha hayırlı, daha mübarek bir kadın bil­miyorum!”[7]

Gerçekten de, Hz. Cüveyriye bahtiyar bir kadındı. Bir günde, esir iken hem Resûl-i Ekrem Efendimize zevce olma şerefi ve saadetine erdi, hem de kavmi­nin esaretten kurtulmasına sebep oldu.

Peygamber Efendimizin Hz. Cüveyriye’yi zevceliğe aldığını duyan Müsta­lıkoğullarından birçok kimse de, bu mürüvvet ve âli­ce­nab­lığa hayran ka­lıp, Medine’ye gelerek Müslüman oldular.

Peygamber Efendimizin bütün evliliklerinde ayrı ayrı hikmet ve maslahat­lar vardır. Bu evliliğinde de içtimaî bir hikmet ve maslaha­tı göz önünde bu­lundurmuştur. O da, kalpleri kendisi­ne ve İslam’a ısındırmak, kabileleri akra­balık bağı kurarak etrafında toplamak, kendisine ve İslam’a yardımcı kılmaktı. Malumdur ki insan bir kabileden veya bir aşiretten evlendiği zaman, onunla o kabile veya aşiret arasında bir yakınlık meydana gelir; bu da tabii olarak, on­ları o insanın yardımına koşturur.

İşte, Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Cüveyriye’yle evlenmesinde bu maksat ve gayeyi gütmüştür. Ve bunda, görüldüğü gibi, muvaffak da olmuştur.

Hz. Cüveyriye’nin Asıl Adı

Hz. Cüveyriye’nin asıl adı “Berre” idi. Bu ismi beğenmeyen Resûl-i Ekrem Efendimiz, evlendikten sonra, ona cariyenin musağğarı olan ve “kadıncık” ve­ya “kızcağız” manasına gelen Cüveyriye ismini taktı.[8]

Hz. Cüveyriye, son derece ittika sahibi idi. Yoksullara, fa­kirlere karşı son de­rece şefkatli, merhametli davranırdı. Ye­mez, başkasına yedirir; içmez, baş­ka­sına içirirdi.

Bir gün Resûl-i Ekrem, odasına girerek, “Yiyecek bir şey var mı?” diye sor­muştu.

Hz. Cüveyriye, “Hayır yâ Re­sû­lal­lah! Yanımda yiyecek bir şey yok. Sadece bir davar kemiği vardı ki onu da kadın azatlımıza sadaka olarak verdim!”[9]ce­vabını vermişti.

Hz. Cüveyriye, Hicret’in 57. yılında vefat etti. Bâkî Kabristanı’na defnedildi


_______________________________________________________________________

[1]İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 307; İbn Sa’d, Tabakat, c. 8, s. 116.
[2]Kesişme yapmak, bir esirin tayin edilen muayyen miktarı kazanıp efendisine vererek esirlikten kurtul­maya kendini müsait hâle getirmesi demektir.
[3]İbn Kesir, Sîre, c. 3, s. 303.
[4]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 307; İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 117.
[5]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 308.
[6]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 308.
[7]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 308; İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 177.
[8]İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 118.
[9]Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 6, s. 430.