Orta boylu, geniş sakallı, esmer bir zat, Resûlullah’ın yanından geçiyordu. Evinin önünde oturan Resûl-i Ekrem Efendimize baktı ve gülümsedi. Efendimizin ﷺ dikkatini çekti ve onunla sohbet etmeyi arzu etti. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:
“Biraz oturmaz mısınız?”
“Peki oturayım.” diyerek Resûlullah Efendimizin karşısına oturdu. Resûlullah ﷺ anlattı. Anlatırken gözünü göğe dikiyordu. Bir müddet baktıktan sonra gözünü sağ taraftan aşağı doğru yavaş yavaş indirdi. Yanındaki zat bakakalmıştı.
“Ya Muhammed, daha önce senin böyle bir şey yaptığını görmedim!”
“Ne yaptığımı gördünüz?”
“Beni bırakıp gözünüzü göğe diktiğinizi, sonra yavaş yavaş sağ taraftan aşağıya doğru süzerek indirdiğinizi, sonra söylenilen bir şeyi kavramak ister gibi bir durum gösterdiğinizi gördüm.”
“Seninle otururken bana Allah’ın elçisi Cebrâil (a.s.) geliverdi.”
“Allah’ın elçisi mi?”
“Evet, Allah’ın elçisi.”
“Peki Allah’ın elçisi gelip de sana ne söyledi?”
“Bana Allah’tan bir emir getirdi. Emir şöyle: Haberiniz olsun ki, Allah size adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işler, fenalık ve azgınlıkları da yasaklar. O, düşünüp emirleri yerine getiresiniz diye size nasihat ediyor.”[1]
Dünya nizamının üç temel esasını koyan bu âyetin inmesine şahit olan zat, Osman bin Maz’un’dan başkası değildi. Resûl-i Ekrem ﷺ ile bu kısacık sohbet, huzurunda büyük bir değişmenin başlangıcını teşkil etti. Az önce Resûlullah’ın anlattıklarını merakla dinleyen Osman bin Maz’un, peygamberliğine şahitlik ederek hemen ona biat etti, Müslüman olduğunu ilan etti. Onun Müslüman olmasıyla, yeryüzündeki ehl-i imanın sayısı 13’e çıkmış oldu.
Hz. Osman bin Maz’un, Müslüman olmakla, aynı zamanda müşriklerin tepkilerini, kendilerine karşı takınacakları tavrı da hesaba katmıştı. Onlar boş durmayacak, “vazife”lerini yapacaklardı. Gerçekten de müşrikler, Müslümanların az olmalarını fırsat bilerek her türlü işkenceye başvurdular. Onları İslamiyet’ten uzaklaştırmak, imanlarından vazgeçirmek için çalıştılar. Fakat İslam aşkı ve Peygamber sevgisi bütün müşrik zulmünü hiçe indiriyordu. Ancak sonunda Müslümanların inançlarını biraz olsun rahat yaşayabilmeleri için Peygamberimiz, bazı sahabilerin Habeşistan’a hicret etmesini tavsiye etti. Bu muhacirler arasında Hz. Osman bin Maz’un da vardı.
Aradan birkaç sene geçtikten sonra “Kureyşlilerin İslam’a girdikleri” haberi yayıldı. Bunun üzerine bir grup Müslüman’la birlikte Hz. Osman bin Maz’un, Mekke’ye dönmek üzere, gurbet diyarı olan Habeşistan’dan yola çıktı. Sevinçliydi; çünkü uzun süre vatanından, canından üstün tuttuğu Peygamber’den ayrı kalmıştı. Mekke’nin yakınına geldikleri zaman durumlarda pek bir değişiklik olmadığını öğrendiler. Müşrikler baskı ve işkencelerine ara vermedikleri gibi, daha da artırmışlardı. Artık tekrar Habeşistan’a gidilemezdi, bir defa dönüş yapılmıştı. Bir tek yol vardı: Mekke müşriklerinden birinin himayesine sığınmak… O zamanın âdetlerine göre, sözü dinlenir, şöhretli bir kabile reisinin himayesine giren kimseye dokunulmaz ve ilişilmezdi.
Hz. Osman bin Maz’un nihayet Velid bin Mugîre’nin himayesine girdi. Bir müşrikin himayesine girmek ruhuna çok ağır geliyordu. Başka bir çare de görülmüyordu. Bunu yapmazsa ölümü kabul edecek, böylece ileride İslam’a yapacağı hizmetler gerçekleşmemiş olacaktı. Hâlbuki Resûlullah’ı yalnız bırakıp ahiret âlemine gitmek istemiyordu. Onun için dayanabildiği kadar dayanıyordu. Velid de onu rahat bırakmıyordu. İslami yaşayışına karışıyordu. Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Bir gün kendi kendine şu kararı verdi:
“Dava arkadaşlarım, dindaşlarım her gün Allah yolunda işkence ve baskılara maruz bırakılırken benim böyle bir müşrikin himayesinde emniyet içinde yaşamam bir eksikliktir!”
Bu kararından sonra doğruca Velid bin Mugîre’nin yanına vardı. “Ey Velid, hakkımdaki himaye taahhüdünü sana iade ediyorum!” diyerek Velid’in himayesini reddetti. Velid, “Öyle ise Kâbe’ye git, üzerindeki himayemi bana orada açıktan iade et!” dedi. Birlikte Kâbe’ye gittiler. Müşrikler orada toplanmış, konuşuyorlardı. Velid, “Bu Osman yanıma geldi. Kendisi üzerindeki himayemi reddediyor.” dedi. Osman (r.a.), “Evet, doğru söylüyor. Ben artık Allah’tan başkasının himayesinde bulunmaktan hoşlanmıyorum! Himayesini bunun için reddediyorum” dedi. Sonra da oradan ayrıldı.
Bu hadiseden biraz sonraydı… Osman bin Maz’un, müşriklerin bir toplantısında bulunuyordu. Meşhur Şair Lebid şiir okuyordu. Lebid, “Allah’tan başka her şey boştur.” dedi. Osman (r.a.), “Doğru söyledin!” mukabelesinde bulundu. Lebid devamla, “Her nimet elbet zeval bulur.” deyince, “Yalan söyledin! Cennet nimeti zeval bulmayacaktır.” dedi. Lebid kızdı, “Vallahi Kureyş topluluğu, siz beni üzmüş, bana sövmüş oldunuz! Sizde böyle akılsızlık yoktu. Bu adam ne zaman türedi?!” diye sitem etti. Müşrikler, “O, Kureyş halkından akılsız bir gençtir. Kavminin dinine muhaliftir. Akılsızlığı yüzünden dinimizden ayrılmıştır. Sen ona bakma.” diyerek Lebid’in gönlünü almaya çalıştılar. Bu arada müşrik Abdullah bin Ebû Ümeyye, Hz. Osman’ın yüzüne şiddetli bir yumruk attı. Gözünü morarttı. Velid bin Mugîre de oradaydı. Yeğeninin gözünün morardığını görünce, “Ey kardeşimin oğlu! Sen benim himayemden çıkmasaydın gözün böyle olmazdı.” dedi. Bunun üzerine Hz. Osman, bir Müslüman’ın vermesi gereken en güzel cevabı verdi:
“Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda bu sağlam gözüm de aynı akıbete uğrasa gam yemem. Ben Cenâb-ı Hakk’ın himayesi altındayım. Allah rızası uğrunda gözüme vurulan tokadın sevabını da Allah verecektir. Allah kimden razı olursa o bahtiyardır. Bana sefih, yolunu şaşırmış da deseler, ben Muhammed’in dinindeyim. Bana ne kadar zulmetseler, işkence yapsalar da ben bu yolda yürüyeceğim.”
Yeğeninin bu sözleri Velid’e dokundu. “Gel, tekrar himayeme gir.” dedi. Fakat Hz. Osman, “Ben Allah’tan başkasının himayesini kabul edemem.” diyerek onu reddetti.
Hz, Osman (r.a.) artık İslam’ın kahraman bir eri olmuştu. Bütün hayatını müşriklerle mücadeleyle geçirdi. Malını mülkünü, her şeyini Resûlullah’a feda etti. İslam’ın yayılması için canla başla çalıştı. Ne lazımsa yaptı. Hicret etmek gerektiğinde Mekke’den Medine’ye hicret etti. Böylece Allah yolunda ikinci defa muhacir oldu.
Hz. Osman son derece hayâlı biriydi. Zahidane bir hayat yaşıyordu. Evlenmemek için izin istediyse de Peygamberimiz müsaade etmedi. O, ibadete çok düşkündü. Gecelerini namaz kılmakla, gündüzlerini de oruç tutmakla geçiriyordu. Peygamberimiz bunu haber aldı. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:
“Ey Osman, ben sana güzel bir örnek değil miyim?”
“Anam babam size feda olsun! Bu soruya sebep ne, yâ Resûlallah?”
“Sen gündüzlerini oruçla, gecelerini de namazla geçiriyormuşsun…”
“Evet, böyle yapıyorum.”
“Böyle yapma! Senin üzerinde gözlerinin hakkı var. Bedeninin hakkı var. Ailenin hakkı var… Hem namaz kıl, hem yat uyu. Bazen oruç tut, bazen tutma. Ey Osman, Allah beni ruhbanlıkla değil, Allah yanında en hayırlı, gerçeğe en uygun, tatbiki en kolay olan bir dinle gönderdi.”
Osman (r.a.), Hicret’in 2. senesinde Allah’ın rahmetine kavuştu. Cenazesiyle bizzat Peygamberimiz ﷺ meşgul oldu.
Bâki mezarlığına defnedilen ilk sahabi olan Osman bin Maz’un’u defnederken Peygamber Efendimiz şunu söylemişti:
“Ne mutlu sana, dünyalık olarak hiçbir şey bırakmadan gittin! Osman bin Maz’un bizim en güzel, en iyi selefimizdir.”[2]