Art arda vuku bulan bu acı hadiselerin mübarek kalpleri üzerinde bıraktığı derin teessür ve elem sebebiyle, Resûl-i Kibriya Efendimiz, bi’setin bu onuncu yılını “Senetü’l-Hü­zün [Hüzün yılı]” olarak isimlendirdi.

MÜŞRİKLERİN EZİYET VE HAKARETLERİNİ ARTIRMALARI

Ebû Tâlib’in vefatına Peygamber Efendimiz ve Müslümanlar üzülürken, müş­rikler ise sevindiler. Artık karşılarında Sevgili Pey­gam­be­ri­mize arka çıka­cak Hâşimoğullarının reisi yoktu. Bunu fırsat bilerek eziyet ve hakaretlerine hız verdiler. Ebû Tâlib’in hayatında cür’et edemedikleri birçok taşkınlıkta ve insafsızca harekette bulunmaya başladılar.

Resûl-i Ekrem, bir gün yoldan geçerken, müşriklerden biri, üstünü başını toz toprak içinde bırakmıştı. Bu âdice harekete hiçbir karşılık vermeden öylece evine dönmüştü. Sevgili babasının bu halini gören Hz. Fâtıma, onun üstünü ba­şını temizlerken gözyaşlarını tutamamış ve hüngür hün­gür ağla­mıştı. Bir sü­re önce annesini kaybetmekle zaten gönlü mahzun ve kırık olan Hz. Fâtıma, babasını da bu halde görmekle adeta kalbinden vurulmuştu. Sanki o damlalar gözünden değil, kalbinden, ruhundan akıp geliyordu.

Şefkat menbaı Pey­gam­be­ri­miz, dayanılmaz bu manzara karşısında yine iti­dalini muhafaza etti, yine yüce yaratıcısına güvendi, yine O’na döndü ve ağla­yan masum yavrusunun gözyaşlarını mübarek eliyle silerek, “Ağlama kızım, ağlama! Allah, babanı koruyacaktır” dedi; sonra da düşünceli düşünceli ilave etti: “Ebû Tâlib’in ölümüne kadar, müşrikler, bana böyle eziyet ve hakarete cür’et etmemişlerdi.”[1]

Bu devrede, müşriklerin eziyet ve hakaretleri öylesine insanlık dışı bir hü­viyete bürünmüştü ki Ebû Leheb gibi İslam’ın en büyük düşmanının dahi gay­re­tine dokunmuş, onun bile akrabalık damarını tahrik etmiş ve bu durum böy­le sürerse Efendimize arka çıkacağını bile ifade etmesine sebep olmuştu.

Ebû Leheb’in bu sözleri üzerine müşrikler bir süre Pey­gam­be­ri­miz­den uzak durdular. Ne var ki Ebû Leheb’in akrabalık bağından gelen sun’î himâyesi pek fazla sürmedi. Resûl-i Ekrem’in halkı Allah’a imana daveti karşısında, taham­mülü ve nesebî taraftarlığı kısa zamanda tükendi ve himâyeden vazgeçtiğini ilan etti. Himâyeden vazgeçmekle de kalmadı, eski düşmanlığını da aynı şid­detiyle devam ettirdi. Ömrünün sonuna kadar da bu düşmanlığından vaz­geç­medi.


____________________________

[1] Taberî, Tarih, c. 2, s. 229.