Büyük sahabi ve Mısır Fatihi Amr bin Âs’ın kardeşiydi. İslam’ın ilk yıllarında Müs­lüman olmuştu. İşkenceler artınca da ikinci hicret kafilesiyle Habeşistan’a hicret etti. Bir müddet sonra Peygamberimizin Medine’ye hicret ettiğini haber aldı. Habeşistan’da daha fazla kalamadı, Mekke’ye döndü. Oradan Medine’ye hicret etmek istediyse de babası ve akrabası kendisini bırakmadılar. Hapsetti­ler ve dayanılmaz işkencelere maruz bıraktılar. Uzun bir müddet hapis kalan Hz. Hişâm, ancak Hendek Savaşı’ndan sonra Medine’ye hicret edebildi. Bundan son­ra Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara iştirak etti. Büyük kahramanlık ör­nekleri sergiledi.

Peygamberimiz, kendisini çok severdi. Bir hadislerinde, “Âs’ın çocukları Hişâm ve Amr, mümindir.” buyurarak onların imanlarına şahitlik etti.

Hz. Hişâm, kardeşi Amr bin Âs (r.a.) gibi kahramanlık ve cesaretiyle tanını­yordu. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devirlerinde yapılan savaşlara katıldı. Bü­yük kahramanlıklar gösterdi. Bilhassa şehitlik makamına kavuştuğu Ecnâdin Harbi’nde destanlaştı. Bu savaşta Bizanslılar çok kalabalıktı. Bir ara Müslüman­lar çözülme alameti gösterdiler. Bu, Hz. Hişâm’ı çok üzdü. “Ey Müslümanlar, bana geliniz. Ben, Hişâm bin Âs’ım. Bana geliniz. Cennetten mi kaçıyorsunuz?!” diye seslendi. Sonra da Bizanslıların saflarını yara yara içlerine kadar ilerledi. Birkaçını öldürdükten sonra, aldığı ağır yaralarla şehitlik mertebesini kazandı. Tarih, Hicret’in 13. yılıydı…

Hz. Ömer onun şehit olduğu haberini alınca, “Allah ona rahmet etsin! İslam’ın en iyi yardımcılarından birisiydi.” diyerek takdirlerini ifade etti.

Hişâm’ın şehadetinden sonra Müslümanlar, Hz. Amr’e kendisinin mi, yoksa kardeşinin mi daha faziletli olduğunu sordular. Hz. Amr, “Yaşca ben, ama fazi­letçe Hişâm!” cevabını verdi. Bunun sebebini de şöyle izah etti:

“İslamiyet her ikimize de arz edildi. O hemen kabul etti, ben ise başlangıçta reddettim. Her iki­miz de şehitlik için duada bulunmuştuk. Onun duası kabul oldu.”

Allah her ikisinden de razı olsun![1]


_______________________________

[1]Tabakât, 4: 191-194; Üsdü’l-Gàbe, 5: 63; Müstedrek, 3: 240.