Hz. Hatice varlıklı, şerefli, Cahiliyet’te bile “Tahir [Temiz]” lakabıyla anılan bir ha­nımdı. İslamiyet’ten önce Şam taraflarına kervanlar gönderir, ticaretle meş­gul olurdu. Çalıştığı kimselere malının kazancından verirdi. O sıralarda Hz. Muhammed’in ﷺ doğruluğunu, emin oluşunu, sadakatini, güzel ahlakını işitmişti. Meysere ile birlikte Şam tarafına bir ticaret kervanı götürme teklifinde bulundu. Hz. Muhammed ﷺ bu teklifi kabul etti. Kervan hazırlandı ve Hz. Muhammed ﷺ, Meysere ile birlikte yola çıktı.

Şam yakınlarındaki bir manastır civarında konakladılar. İstikbalin nebisi, bir ağacın altında gölgeleniyordu. Manastırda bulunan rahip, Meysere’ye ağacın altında oturanın kim olduğunu sordu. Meysere, “Mekke halkından ve Kureyş kabilesinden bir zattır.” de­di. Rahip heyecanlanmıştı. “O ağacın altına şimdiye kadar peygamberden başka kim­se inmemiştir!” dedi. Sonra da Peygamberimi­zin ﷺ İncil’deki vasıflarından birini sordu. Müspet cevap alınca da, “O, peygamberdir, hem de peygamberlerin sonun­cu­su­dur. Keşke ben onun pey­gamber olarak gönderileceği zamana erişmiş olsaydım!” dedi.

Nihayet Re­sû­lul­lah, Meysere ile birlikte götürdükleri ticaret mallarını sattı­lar. Bir hayli kâr ederek Mekke’ye döndüler.

Meysere, rahibin sözlerini ve yolculuk esnasında Peygamberimizden gördü­ğü birtakım harikalıkları Hz. Hatice’ye haber verdi.

Hz. Hatice merakla kervanın gelmesini bekledi. Nihayet kervan karşıdan gö­ründü. Kafile yaklaştığında, Peygamberimizin başında onu sıcaktan koruyan bir bulut gördü. Çok heyecanlandı. Yanındaki kadınlara, “Bakın, bakın! Muhammed melekler tarafından gölgeleniyor.” dedi.

Bir müddet sonra Peygamberimiz evin önüne geldi ve malları Hatice’ye (r.anha) teslim etti. Hatice, konuşulan ücretin daha fazlasını vererek Peygamberimizi memnun etti.

Hz. Hatice, Peygamberimizle evlenmeyi, bundan sonraki hayatını onunla birlikte geçirmeyi düşündü. Re­sû­lul­lah’a bir haberci göndererek şöyle dedi:

“Şeref ve emniyet sahibi olman, güzel ahlakın ve doğruluğun sebebiyle bana yakın olmanı isterim.”

Hz. Hatice bu sözleriyle, Re­sû­lul­lah ile evlenmek istediğini belirtiyordu. Re­sû­lul­lah bu teklifi alınca amcalarıyla istişare etti. Böyle bir evliliği uygun görüp görmediklerini sordu. Onlar bunu uygun buldular. Ebû Tâlib, Hatice’ye giderek meselenin mahiyetini araştırdı. Yeğeniyle evlenmek istediğini bizzat onun ağ­zından işitti.

Bunun üzerine her iki taraf da düğün hazırlıklarına başladı. Düğün merasimi­nin tarihini Hatice tespit etti. Merasim onun evinde yapılacaktı. Belirtilen tarih­te Peygamber Efendimiz, amcaları, halaları ve Haşimoğullarının ile gelenleri, Hatice’nin evine geldiler. Diğer taraftan Hatice’nin amcası Amr bin Esed, amca­sının oğlu Varaka bin Nevfel ve diğer akrabası da Hz. Hatice’yi temsilen hazır bulunuyorlardı.

Düğün için hazırlıklar tamamlandı, koyunlar kesildi, yemekler yapıldı. Ye­mekler yenildikten sonra geleneğe göre Ebû Tâlib ayağa kalktı ve soyunu şere­fini anlatan bir konuşma yaptıktan sonra, yeğeni Muhammed ﷺ için Hati­ce’ye talip olduklarını bildirdi. Şöyle bir konuşma yaptı:

“Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, sizin akrabanızdır. Onunla Ku­reyş’ten hiçbir genç tartılmaz ve ölçülmez. O şeref ve asaletçe, akıl ve fazilet­çe onların hepsinden üstündür. Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki! Ge­çici bir gölge, bir perde, alınır verilir iğreti bir şey! Allah’a yemin ederim ki, bundan böyle onun mertebesi daha da büyüyecek, daha da yükselecektir. Şimdi o sizden kızınız Hatice’yi zevceliğe istemekte, mehir olarak da 20 erkek deve vermeyi kabul etmektedir.”

Ebû Tâlib’in bu konuşmasından sonra Varaka bin Nevfel ayağa kalktı. O da soyunu methettikten sonra Hatice’yi Peygamberimize uygun gördüğünü ilan ederek şöyle dedi:

“Allah’a hamd olsun ki, bizi de anlattığın gibi yarattı. Saydıklarından daha fazlasıyla bize üstünlük verdi. Biz de Arapların büyüğü ve reisiyiz, siz de… Arap­lardan ve diğer insanlardan hiç kimse sizin faziletinizi ve iftihar ettiğiniz şeyleri reddetmez. Biz de sizinle akrabalık kurmak ve şereflenmek istiyoruz. Ey Kureyş topluluğu, şahit olunuz ki, ben Huveylid’in kızı Hatice’yi 20 deve mehirle Muhammed bin Abdullah ile nikâhladım.”

Varaka bin Nevfel konuşmasını bitirince, Hatice’nin amcası Amr bin Esed de ayağa kalkarak bu evliliğe razı olduğunu söyledi.

Böylece Hz. Hatice, her türlü fuhuşun yaygın olduğu Cahiliye Devri’nde, ahlak ve faziletinin peşin mükâfatı olarak Kâinatın Efendisi’ne hanım olma şere­fine erişti.

Peygamberimiz muhterem zevcesini alarak amcası Ebû Tâlib’in evine geldi. Burada iki deve kestirerek düğün yemeği verdi. Ebû Tâlib de bu mesut evlili­ğin hatırasına deve kesti, halka ziyafet verdi. Bu arada Cenâb-ı Hakk’a, verdiği bu nimet için teşekkür ediyor, “Allah’a hamd olsun ki, bizden bütün üzüntüleri giderdi.” diyordu.

Peygamberimiz ﷺ, amcasının evinde ancak birkaç gün kalabildi. Sonra hanımı Hz. Hatice’nin evine yerleşti.[1]

Hz. Hatice, Peygamberimizle evlendiği sırada 40 yaşında bulunuyordu. Peygamberimiz ise o sırada 25 yaşında bir gençti. Peygamber Efendimiz böylece ilk evliliğini, kendisinden 15 yaş büyük bulunan dul bir kadınla ya­pıyordu.

Hz. Hatice bütün servetini Peygamber Efendimizin “emin” ellerine teslim et­ti. Re­sû­lul­lah ﷺ ticarete devam etti. Muazzez hanımının güvenini boşa çı­karmadı. Bol kazanç elde etti. Fakat bu varlık onun sade hayatını değiştirmedi. Önceki hâli ne ise o hâlini muhafaza etti. Hiçbir zaman israfa ve gösterişe kaç­madı. Zaten onun kalbini ve ruhunu bambaşka ulvi duygular kuşatmıştı. Dünya sevgisine o kalpte yer yoktu.

Hz. Hatice, Peygamberimizden yaşça büyük olmasına rağmen, ona karşı son derece hürmetkâr, nazik ve saygılı idi. Bir dediğini iki etmiyordu. Hanım olma­nın gerektirdiği bütün vazifelerini yerine getiriyor, maddi manevi hiçbir fe­dakârlıktan sakınmıyordu. Artık gönlündeki boşluk dolmuş, Son Peygamber’e hanım olma şerefine erişmişti. Peygamber Efendimiz bu mesut evlilikleriyle “Bir aile nasıl kurulur? İki eş nasıl geçinir? Aile yuvası nasıl cennetten bir köşe olur?…” suallerine canlı misaller vererek beşeriyet âlemine rehberlik ediyordu.

Hz. Hatice, misafirperverlikte ve cömertlikte eşsiz bir mevkie sahipti. Bu itibarla, evden misafir hiç eksik olmuyordu.

Peygamber Efendimizin, Hz. Hatice ile evliliğinin ilk meyvesi olarak Kâsım dünya­ya geldi. Peygamberimiz “Ebû’l-Kâsım” künyesini aldı. Daha sonra, Zeyneb, Ru­kiyye, Fâ­tıma, Ümmü Gülsüm; peygamberlikle vazifelendirildikten sonra da Abdullah (Tay­yib) dünyaya geldi. Bunlardan Kâsım ve Abdullah, Mekke’de daha küçük yaştayken vefat ettiler. Peygamberimizin Hz. Fâtı­ma haricindeki diğer çocukları da kendisinden ön­ce vefat etti. Fâtıma da muhte­rem babasının dünya değiştirmesinden altı ay sonra vefat etti.

Miladi 610 yılının Ramazan ayıydı… Peygamberimizin mübarek ömrü 40’ı bulmuştu. Her zamanki âdeti üzere yine Hira Mağarası’na gitmiş, sabaha kadar Rabb’ine ibadet etmişti. Zaman seher vakti idi. Nihayet İlahî vazifenin tebliğ edileceği vakit gelmişti. Rabb’inden emir alan Cebrâil (a.s.), en güzel bir insan suretinde ve etrafa güzel kokular saçarak, kâinatın yaradılış sebebi olan Peygam­ber Efendimizin ziyaretine geldi. Onu korkutmak istemiyordu. Gür, fakat tatlı bir sesle, “Oku!” dedi. Konuşurken göklerden ve dağlardan onun sesi geliyordu. Peygamberimiz çok korkmuştu. “Ben okuma bilmem.” diyebildi. Cebrâil onu kucakladı, sıktı. Yere bıraktıktan sonra tekrar, “Oku!” dedi. Peygamber Efendi­miz yine aynı cevabı verdi. Cebrâil, Re­sû­lul­lah’ı ﷺ tekrar tuttu ve sıktı. Bir kere daha “Oku!” dedi. Peygamberimiz yine aynı cevabı verince, Hz. Cebrâil ona ilk âyetleri vahyetti: “Yaratan Rabb’inin ismiyle oku. O Rabb’in ki, insanı bir kan pıhtısından yarat­tı. Oku. Rabb’in sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazı yazmayı öğre­tendir. O, insana bilmediğini öğretendir.”[2]

Hz. Cebrâil bunları söyledikten sonra birden kayboldu. Bu arada Peygambe­rimizin ﷺ heyecan ve korkusu son haddine varmıştı. Hemen mağaradan çıktı ve Mekke’ye doğru hareket etti. Başından geçenleri bir an önce hanımına anlatmak istiyor, onun kendisini teselli edeceğini umuyordu.[3]

Peygamberimizin hızlı adımlarla Mekke’ye doğru ilerlerken geçtiği yerler­deki dağ, taş ve ağaçlar “Esselâmu aleyke yâ Re­sû­lal­lah!” diyerek ona selam ve­riyor, onun peygamberlik vazifesini tebrik ediyorlardı. Peygamber Efendimiz sağına soluna baktığında ağaçtan ve taştan başka bir şey göremedi.

Nihayet eve gelebildi. Hz. Hatice, Peygamberimizi sevinçle karşıladı. Onun şimdiye kadar hiç görmediği şekilde nurlanmış yüzünü görünce gözlerini bir müddet Peygamberimizin mübarek yüzünden ayıramadı. Bu arada Peygambe­rimizden etrafa güzel bir koku da yayılıyordu. Hz. Hatice bir şeyler olduğunu tahmin etti. Peygamber Efendimizin mübarek alnından öptü ve tatlı bir şekil­de:

“Anam babam sana feda olsun! Ben senin yüzünde şimdiye kadar görmedi­ğim bir nur görüyor, şimdiye kadar hiç hissetmediğim bir koku alıyorum.” dedi. Hz. Hatice bunun Varaka bin Nevfel’in müjdelemiş olduğu peygamberlik ola­bileceğini tahmin etmişti.

Peygamber Efendimiz ﷺ, Hatice’yi (r.anha) daha fazla merakta bırakmak istemiyordu. Fakat çok korkmuştu, heyecanlıydı. Biraz kendisini toparlamak istiyordu. “Beni örtünüz, beni örtünüz!” diyebildi. Hz. Hatice hemen Peygambe­rimizi yatırdı, üzerini örttü ve rahat etmesi için elinden gelen gayreti gösterdi. Daha sonra da merak ve sabır içerisinde, Peygamberimizin, başından geçen ha­diseleri kendisine anlatacağı zamanı bekledi.

Bir müddet sonra Re­sû­lul­lah uyandı. Korkusu ve heyecanı bir parça olsun geçmişti. Başından geçenleri Hz. Hatice validemize anlattı. Daha sonra da, “Yâ Hatice! Ben bazı ışıklar görüyorum. Birtakım sesler işitiyor ve endişe ediyo­rum! Putlardan ve kâhinlerden nefret ediyorum! Böyle iken bana cinler musallat olacak diye korkmaktayım!” dedi.

Peygamberimize ilk zevce olabilecek kadar basiret ve yüksek anlayışa sahip olan Hz. Hatice validemiz onu şöyle teselli etti:

“Ey amcam oğlu! Böyle konuşma! Korku ve endişe duymana sebep yok. Üzülme, Allah’a yemin ederim ki, O senin gibi bir kulunu hiçbir zaman utandır­maz. Çünkü sen sözün doğrusunu söylersin. Emanete riayet edersin. Akrabana yakın alaka gösterirsin. Komşularına nazik ve müşfik davranırsın. Fakirle­re yardım elini uzatırsın. Evinin kapısını gariplere açar, onları misafir edersin. Uğradıkları felaket ve musibetlerde halka yardım edersin. Ey amcamın oğlu, sebat et. Vallahi senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümit ederim…”[4]

En yakın sırdaşı, teselli kaynağı ve hayat arkadaşının bu inandırıcı ifadeleri Peygamberimizi sükûnete kavuşturdu. Hz. Hatice bununla da kalmadı, “Senin peygamber olduğuna ben inanıyorum.” diyerek İki Cihanın Güneşi’ne manen des­tek oldu. Böyle bir zamanda hanımının tereddütsüz iman edişi Re­sû­lul­lah’ı çok sevindirdi, şevkini artırdı.

Peygamber Efendimiz bundan sonra Hz. Hatice’ye, Hz. Cebrâil’den öğrendiği şekilde abdest aldırdı, birlikte namaz kıldılar. Böylece Hz. Hatice validemiz, Peygamberimize ilk zevce olma şerefine sahip olduğu gibi, ona ilk iman etme ve birlikte ilk namaz kılma bahtiyarlığına da nail oldu.[5]

Başından beri Peygamberimize karşı gösterdiği sayısız fedakârlık, Hz. Ha­tice’nin faziletine bir yenisini daha ekledi. Allah, vahiy meleği Cebrâil ile bir gün Hz. Hatice’ye selam gönderdi ve ona cennette bir saray hazırladığını bildir­di. Cebrâil şöyle diyordu:

“Hatice’ye Rabb’inden ve benden selam söyle. Ve onu cennette inciden yapıl­mış bir saray ile müjdele. Orada ne gürültü patırtı vardır, ne de çalışıp çabala­mak… Zahmetli ve külfetli şeyler bulunmayacaktır.”[6]

Hz. Hatice, Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye hicret etmeden üç yıl önce 65 yaşındayken vefat etti. Ondan kısa bir müddet önce de Peygamberimizin am­cası Ebû Tâlib vefat etmişti. Gerek Ebû Tâlib gibi müşriklerin bütün düşmanlık­larına hedef olan ve Peygamberimizi bağrına basarak onu korumaktan geri dur­mayan fedakâr amcasını, gerekse Hz. Hatice gibi cefakâr ve fedakâr hayat arka­daşını peş peşe kaybetmek Peygamberimiz için üzücü olmuştu. Bu sebeple o yı­la “Hüzün Yılı” denildi.

Peygamberimiz, Hz. Hatice’ye olan sevgisini onun vefatından sonra da de­vam ettirdi. Hz. Hatice’nin yakınlarından birisi yanına gelse hâlini hatırını so­rar, ona ikramda bulunurdu. Hz. Hatice’nin keremkârlığını, en sıkışık ânında kendisine yaptığı büyük yardımları her zaman zikrederdi. Öyle ki, Hz. Hatice hayatta olmadığı hâlde, Hz. Âişe validemizin, Peygamberimizin ondan bahset­mesinden dolayı kıskançlık duyduğu da olurdu.

Bir defasında Re­sû­lul­lah ﷺ yine Hz. Hatice’nin iyiliklerinden bahsedi­yordu. Hz. Âişe de orada idi. Kendisini tutamadı ve “Hep Hatice’den bahseder­siniz. Hâlbuki Allah size ondan daha genç ve güzel hanımlar vermiştir.” dedi. Peygamberimiz, Hz. Âişe’nin bu sözleri üzerine şöyle buyurdu:

“Hayır, Allah ondan daha hayırlısını bana vermedi. Çünkü o herkesin küfür içerisinde olduğu bir zamanda bana iman etti. Herkesin beni yalanladığı bir za­manda beni tasdik etti. Herkesin her şeyi benden esirgediği bir zamanda, o beni malına ortak etti. Ve Allah bana ondan çocuklar ihsan etti.”

Bunun üzerine Hz. Âişe validemizdeki Hz. Hatice’ye (r.anha) karşı olan kıs­kançlık duygusu tamamen ortadan kalktı. Bu sözünden dolayı mahcup oldu ve “Ey Allah’ın Resûl’ü, seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra Hatice’nin menkıbelerini bize anlatmanı istiyorum.” diyerek Pey­gamber Efendimizin ﷺ gönlünü aldı.[7]

Peygamber Efendimiz şu hadis-i şerifiyle, kadınlar arasında Hz. Hati­ce’nin mevkiini ifade etmektedir:

“Cennet kadınlarının en hayırlısı Hatice, Fâtıma, Meryem ve Asiye’dir.”[8]

Allah onlardan razı olsun!


_______________________________________

[1]Tabakât, 1: 131; İnsânü’l-Uyûn, 1: 224-227; Sîre, 1: 200.
[2]Alâk Sûresi, 1-5.
[3]Müslim, İmân: 252; İşârâtü’l-İ’caz, s. 164.
[4]Müslim, İmân: 252.
[5]age., 1: 257.
[6]Buhârî, Bed’ül-Halk: 145; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 71; el-İsâbe, 4: 282.
[7]Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 74; el-İsâbe, 4: 283; Üsdü’l-Gàbe, 5: 438.
[8]Üsdü’l-Gàbe, 5: 437.