İki Cihan Güneşi’nin ders halkasında yetişmiş, onun talim ve tedrisinden geçmiş, kahraman ve cömert talebelerden birisi de Hârise bin Nûman’dır (r.a.).
Hârise bin Nûman, malını mülkünü, canını ve bütün hayatını, en küçük bir tereddüt ve şüphe göstermeden Resûlullah’a ﷺ feda edebilen bir kahramandı. Huneyn Muharebesi’nde “Müslümanların mağlup olduğu” haberinin yayılıp tehlikeli bir ânın başladığı bir anda Resûlullah’ın yanından hiç ayrılmayan, vücudunu ona siper eden, cesaret timsali bir insandı.
Suffe Medresesi’nde bir müddet kaldıktan sonra evlenip çocuk sahibi olduğunda da Resûlullah’ın komşusu olmayı çok arzu ediyordu. Ve sonunda Peygamberimizin yakın komşusu oldu. Medine’de, “Resûlullah’ın komşusu” dendiğinde akla Hârise bin Nûman gelirdi.
Bu hususa işaret eden İbni Sa’d, Hz. Hârise’nin, Medine’de Peygamberimizin evinin yakınında bir evi bulunduğunu, Resûlullah’ın ihtiyacı olduğu zamanlarda, Hârise’nin evini boşaltıp ona verdiğini kaydetmektedir.[1]
Evini Resûlullah’a veren Hz. Hârise, bu mübarek komşusundan ayrı kalmamak için oraya bir ev daha yaptı. Bir müddet oturduktan sonra bu evini de Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Fâtıma’ya (r.anha) hibe edecektir.
Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz, Medine’ye geldikten sonra bir seneye yakın Ebû Eyyüb el-Ensâri’nin evinde kaldı. Daha sonra kendi evine taşındı. Bu arada Hz. Ali, Hz. Fâtıma ile evlenince, Resûlullah, Hz. Ali’ye bir ev bulmasını emretti. Hz. Ali, ev aramaya koyuldu. Fakat Peygamberimizin evine yakın yerde bir ev bulamadı, sonunda Medine’nin uzak bir köşesinde bir ev buldu. Bir müddet orada kaldılar.
Resûlullah ﷺ bir gün ziyaretlerine gitti. Bir ara, “Sizi yakınıma almak istiyorum.” buyurdu. Hz. Fâtıma, “Canım babacağım, isterseniz Hârise ile konuş, belki yakınınızdaki evi bize boşaltır.” dedi. Fahr-i Kâinat Efendimiz, muazzez kızı Fâtıma’ya hitaben, “Sevgili kızım, Hârise evini bir kere bize verdi; ikinci defa isteyemem.”
Bu haber bir vesileyle Hz. Hârise’ye ulaştı. Bunun üzerine hemen Resûlullah’a geldi ve “Yâ Resûlallah, duydum ki, Fâtıma’nın, sizin yakınınızda bulunan bir eve ihtiyacı varmış. Benî Neccar’ın en sağlam evlerinden olan evimi boşalttım, gelip otursunlar. Ben ve malımın hepsi Allah ve Resûl’ünündür. Yemin ederim ki, yâ Resûlallah, benden aldığınız mal, benim yanımda, bana bıraktığınız maldan daha hayırlıdır.” dedi.
Hz. Hârise’nin bu samimi ifadeleri üzerine Efendimiz şöyle buyurdu:
“Hakikaten doğru söylüyorsun, yâ Hârise, Allah’ın bereketi üzerine olsun.”[2]
Daha sonra Hârise’nin evine Hz. Ali ve Hz. Fâtıma taşındılar.
Hz. Hârise’nin, Efendimizin zevcesi Mariye’ye de bir ev verdiği rivayet edilir. Ayrıca Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah’ın, ailesiyle beraber Medine’ye hicret ettiği zaman, yine Hz. Hârise’nin evinde kaldıkları belirtilmektedir.
Hârise bin Numan’ın bu cömertliği, hayatının sonlarına doğru iki gözünü kaybettikten sonra da devam etmiştir. Hz. Hârise bu sıralar evinin önüne hurma dolu bir zembil koyuyor ve fakirlerin gelip oradan ihtiyaçları kadarını alıp gitmelerini temin ediyordu.[3]
Hz. Hârise, Hz. Cebrâil’i iki defa gördüğünü söyler. İbni Abbas’ın rivayetine göre, Peygamberimiz, Hz. Hârise ve Hz. Cebrâil arasında şöyle bir hadise geçer:
Hz. Hârise bir gün Resûlullah’ın ﷺ huzuruna varır, gizlice birisiyle konuştuğunu düşünerek selam vermez. Az sonra Cebrâil, Resûlullah’a, “O, niçin selam vermedi?” diye sorar. Peygamber Efendimiz, Hârise’ye, “Geldiğinde neden selam vermedin?” deyince, Hz. Hârise, “Sizi, birisiyle konuşurken gördüm, konuşmanızı kesmemek için selam vermedim.” der.
Resûlullah Efendimiz, “Sen onu gördün mü?” diye sorar. Hârise, “Evet.” cevabını verir. Efendimiz, “O, Cebrâil’di!” der. Hz. Cebrâil, “Şayet bana selam verseydi, selamını alırdım.” der ve devamla, “O, 80’lerdendir.” buyurur. Resûlullah Efendimiz, 80’lerin kimler olduğunu sorunca, Hz. Cebrâil şöyle cevap verir:
“İnsanların kaçıştığı bir sırada canını, evladını ve rızkını Allah’a havale ederek, senin çevrende kenetlenip sarsılmadan sabredenlerdir.”[4]
Hz. Cebrâil bu ifadeleriyle, Huneyn’de Peygamberimizi yalnız bırakmayan sahabilere işaret ediyordu. Hz. Hârise de oradaydı.
Resûlullah’ın ﷺ, “Cennette bir Kur’ân sesi duydum, ‘Bu kimin sesidir?’ diye sorduğumda, ‘Hârise bin Nûman’ın okuyuşudur.’ dediler.”5 şeklindeki hadiste olduğu gibi pek yüksek sena ve iltifatına mazhar olan Hz. Hârise, bütün hayatını İslam’a hizmet için vakfetmiş ve Hz. Muâviye devrinde vefat etmiştir.
Allah ondan razı olsun!
sayın editör, yazıda bahsi geçen harise bin numan kafasına taş düşme sonucu vefat etmiştir. Allah’ın düşürdüğü taşı kim geri çevirebilir?!
“Birisi, gök katlarının yüksekliklerinin sahibi olan Allah’ın katından inkârcılara gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabı istedi!” (Mearic Suresi, 1-3).
Ehl-i Sünnet tefsirleri ve Esbab-ı Nüzül kaynaklarının yanısıra Şia kaynakları, bu ayet-i kerimenin birkaç iniş sebebini zikrederler. Bunlardan biri Gadir-i Hum’la bağlantılı bir olaydır ki, bu âyet-i kerimenin Hâris İbn Nu’mân el-Fihrî hakkında nazil olduğu söylenmiştir.
Kaynaklarda bu olay şöyle nakledilmektedir: Gadir-i Hum günü Hz. Peygamber’in (sa), Hz. Ali hakkında “Ben kimin mevlası/idarecisi-dostu isem Ali de onun mevlasıdır” buyurduğu haberi, Hâris İbn Nu’mân el-Fihrî’ye ulaşınca devesine binmiş, gelmiş ve devesini el-Abtah’da ıhtırıp Hz. Peygamber’e (sav) şöyle seslenmiştir:
“Ey Muhammed, Allah’tan getirerek bize yegâne ilâhın Allah olduğuna ve senin O’nun elçisi olduğuna şehadet etmemizi emrettin, bunu kabul ve tasdik ettik. Günde beş vakit namaz kılmamızı emrettin, onu da senden kabul ettik. Mallarımızın zekâtını vermemizi emrettin, onu da senden kabul ettik. Her sene Ramazan ayında oruç tutmamızı emrettin, haccetmemizi emrettin onları da kabul ettik. Sonra bütün bunlara razı olmayıp bir de bunların üstüne amcaoğlun (Ali’yi) bizden üstün tuttun. Bu, senden mi, yoksa Allah’tan mı?”
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) “Yegâne ilâh olan Allah’a yemin ederim ki bu, ancak Allah’tandır” buyurunca; Haris b. Numan “Ey Allahım, şayet Muhammed’in söylediği hak ise üzerimize gökten taş yağdır veya bizim başımıza elîm bir azâb getir” diyerek arkasını dönüp gitmeye başlamış.
Baştan girdi, alttan çıktı
Râvi der ki: “Allah’a yemin olsun ki daha devesine ulaşamadan Allah Tealâ onun başının üstüne öyle bir taş indirdi ki, tam tepesine isabet edip dübüründen çıktı, onu böylece öldürdü. İşte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil oldu” (Alûsî, Ruh’ul Meanî, XXIX, 55; Ebu İshak es-Sa’lebî, el-Keşf ve’l Beyan, s. 234; Kurtubî, el-Cami’ Li Ahkam’il Kur’an, c. 9, s. 181-182, Beyrut, 1993; Munavi eş-Şafiî, Feyz’ul Kadir Camiu’s-Sağir Şerhi, c.3, s.218; Ebubekir el-Bağdadî en-Nakkaş el-Müfessir, Şifa’us-Sudur, Mearc, 1-3; Kunduzi el- Hanefî, Yenabiu’l-Mevedde, s.274; Şerbinî eş-Şafii, Sirac’ul Münir, IV / 364; Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yay. 2/906-907; Halebî eş-Şafi, es- Sire, III/274).
Yukarıda bir kısmını verdiğimiz kaynaklar, Ehl-i Sünnet’in temel kaynaklarıdır
1. Öncelikle burada tercümesi verilen kişinin adı “Harise ibn Numan”dır. Yorumda bahsedilen kişi ise “El-Haris b. Numan”dır. Buradaki Harise’nin ne zaman ve nasıl vefat ettiği kaynaklarda sarahaten yer almaktadır.
2. Yorumda bahsedilen rivayet, verilen kaynaklarda bu rivayetin zayıf olduğu kaydıyla ya belirtilmiş veya “denildiğine göre…” ibaresiyle verilmiştir.
3. Gadir-i Hum konusu ayrı bir tartışma konusudur. Ancak daha okuduğunu bile anlamadan yorumlara kalkışmak ve insanların aklını bulandırmak doğru bir tutum değildir.
Nasıl zayıfdıryaa bu rivayeti kaç ehli sünnet kitaplarında bahs ediyor biliyormusunuz?