Fen ve bilimin olmadığı bir dönemde, asırlar sonra ancak hakikati anlaşılabilecek teşhis ve tespitlerde bulunmak elbette sıradan bir insanın yapacağı bir şey değildir. İşte Efendimiz ﷺ, onlarca ayrı ilim dalının kapsamına giren farklı farklı konularda sözler söylemiş, bu sözleri ilim dallarının inkişafıyla her birinin birer mucize olduğu ortaya çıkmıştır.
Örneğin, “Bütün hastalıkların çaresi var.” demiştir.1 Her asırda tıp ilmi geliştikçe ve kainat eczanesi ilim erbabı tarafından tetkik edildikçe Efendimizin ﷺ bu sözünün mucize olduğu hep tasdik edilmiştir. Halbuki asırlarca üstesinden gelinemeyen bir hastalık olsaydı, Efendimizin ﷺ bu iddiası çürütülecekti. Ancak ne zaman bir hastalık tespit edilmiş ise, bir süre sonra Efendimizin ﷺ beyan buyurduğu gibi mutlaka bir şifası bulunmuştur.
Yine asırlar öncesinden karantina uygulaması yapmıştır.
“Eğer bir yerde, vebanın olduğunu duyarsanız, sakın oraya gitmeyin! Eğer bulunduğunuz yerde bu hastalık zuhur etmişse, ondan kaçmak için oradan dışarı çıkmayın.”2
demiştir. Böylece daha mikrop nedir, bakteri nedir, bulaşıcı hastalık nedir bilinmeyen bir dönemde, asırlar sonra ancak mikroskopların keşfedilmesiyle farkedilen canlıların varlığına işaret etmiş ve bulaşıcı hastalıklardan haber vermiştir.
“Köpeğin ağzının değdiği kabın, önce toprakla sonra da su ile yedi defa temizlenmesini”3 istemiştir. Yani dezenfekte etmek için toprağın kullanılmasını öneriyordu. Toprağın içerisinde dezenfekte etme özelliği olan “tetralit” ve “terlaksin” gibi maddelerin varlığının ancak bu asırda anlaşıldığını dikkate alırsak, bu hadis bilimsel bir mucizedir. Ayrıca köpeklerin vücudunda yaşayan pek çok zararlı organizmanın, aynı şekilde insan vücudunda da yaşayabildiği yine bu asrın tespit edebildiği hakikatlerdir.
“Bir sineğin yemek veya su kabına düşmesi durumunda, sineğin her tarafının batırıldıktan sonra çıkarılıp atılmasını, çünkü kanatların birinde hastalık diğerinde şifa olduğunu” söylemiştir.4 Öncelikle sineğin mikrop taşıyabileceğini o devrin insanları bilemezken, Efendimizin ﷺ bilmesi ve bu konuda uyarı yapması tek başına zaten bir mucizedir. Yemeğe veya suya düşen sinek, genelde tek kanadıyla çıkmaya çabalar. Bu durumda onu tekrardan batırmak diğer kanadındaki panzehiri de oraya bırakmasını sağlayacaktır.
“Kanamasının bir türlü durmadığından yakınan bir hanım sahabeye, namaza devam etmesini, çünkü kanamasının belli bir süreyi aşması durumunda bunun normal kanama değil, damarlarındaki bir arızadan olacağını ifade etmiştir.”5 Tıp bugün ispat etmiştir ki, belli bir süre sonra halen durmayan hayız kanı, vücudun bir hastalığının habercisidir.
Efendimiz ﷺ “on şeyin fıtrattan olduğunu ifade eder ve bunlardan birisi olarak da sünnet olmayı” sayar.6 Günümüzün bilim adamları da, sünnette kesilen derinin pislik ve mikrop toplaması neticesinde, sahibinin kansere yakalanmasına neden olacak kadar tehlike arz edebileceğini ifade etmekte ve böylece Efendimizin ﷺ mucize ifadesini teyit etmektedirler.
“Ayakta idrar yaparken sıçratmamayı, dolayısıyla ayakta idrar yapmanın uygun olmadığını” buyurmuştur.7 Yine zaman göstermiştir ki, ayakta idrar yapmak bedenen ciddi tehlikeler doğurmaktadır. Sıçrayan idrar partiküllerinin solunan havayla ciğere yapışması, bu tehlikelerin ilkidir. Diğer bir tehlike de idrar kesesinin tam boşalmamasından kaynaklanan bazı mikro organizmaların çoğalması durumudur. Bu mikro organizmalar prostat iltihabı gibi hastalıklara neden olurlar. Ayrıca idrar kesesinde tam boşalmayan idrar içerisindeki bazı maddeler çökerek mesane taşı oluşmasına neden olur.
Burada verilen örnekler, denizden bir damla mesabesindedir. Zaman ilerledikce, ilim dalları geliştikce, ilim erbabları daha pek çok konuda Efendimiz’i ﷺ tasdik ederek doğruluğuna imza basacaklardır.
- Buhari, Tıbb, 1. ↩︎
- Buhari, Tıbb,30. Muslim, Selam, 98. ↩︎
- Müslim, Tahare, 91. ↩︎
- Buhari, Bed’ül Halk, 17, Tıbb, 58; Ebu Davud, Et’ime, 48. ↩︎
- Buhârî, vudû 63; Müslim, hayz 62. ↩︎
- Buhârî, libâs 63; isti’zan 51; Müslim, taharet 49. ↩︎
- Buhari, Vudu, 56; Müslim, Taharet, 34; Nesai, Cenaiz, 166; Diğer rivayetler için bkz. Beyhaki, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin, “İsbatü Azabi’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn”, Mektebetü’t-Turas, Kahire trs s. 115 ↩︎