Habbâb b. Eret, Ümmü Anmar adında İslam düşmanı bir kadının azatlı kölesiydi. Demirci idi, kılıç yapardı. Peygamber Efendimizle öteden beri görüşür ve konuşurdu.
Resûl-i Kibriya Efendimiz henüz Dârü’l-Erkam’a yerleşmediği bir sırada gelip Müslüman oldu.
O günlerde Müslüman olmak ve hele Müslümanlığını ilan etmek demek, malından ve canından olmayı göze almak demekti. Buna rağmen, Hz. Habbab, zerre kadar korku eseri göstermeden İslam’la şereflendiğini kahramanca ilan ve izhar etti.
İşkence
Kureyşli müşrikler, Müslüman olduğunu duyunca, onu da eziyet ve işkencelere tâbi tuttular. Ümmü Anmar, hiddetinden çıldıracak gibiydi. Onu bağlattı, ateşte kızdırttığı demirle başını dağlattı. Hz. Habbâb, geçim vasıtası olan mesleğiyle şimdi işkenceye uğruyordu! Ama nâfileydi! Onun gönlü iman ateşiyle çoktan tutuşmuştu.
Bir gün çıkıp Resûlullah’ın huzuruna geldi. Ümmü Anmar’dan ve başının ızdırabından şikayet etti. Peygamber Efendimiz, “Yâ Rab! Habbab’a yardım et!” diye dua etti.
Bu duanın hemen akabinde Ümmü Anmar, şiddetli bir baş ağrısına mübtelâ oldu. Ağrının ızdırabından inler, dururdu. Sonunda kendisine, başını ateşle dağlaması tavsiye edildi. Hz. Habbab da bir müddet onun başını dağladı.
Hz. Habbâb, Ateş Alevi İçinde
Merhametten mahrum müşrikler, bir gün Hz. Habbâb’ın gözleri önünde kocaman bir ateş yaktılar. Onu ateşin üzerine yatırıp, ayaklarıyla göğsüne bastılar. Bir müddet öyle bıraktılar.[1]
Seneler sonraydı. Hz. Ömer, İslam’ın halifesi idi. Yanında Hz. Habbâb bulunduğu bir sırada, İslam uğruna çektikleri eza ve cefayı kastederek, “Yeryüzünde şu meclise bundan daha lâyık ve müstahak olan, sadece bir tek adam vardır” diye konuştu. Hz. Habbâb merak edip, “Yâ Emîre’l-Mü’minîn! Kimdir o?” diye sordu.
Hz. Ömer, “Bilâl’dir” diye cevap verdi.
Hz. Habbâb, “Yâ Emîre’l-Mü’minîn! O benim kadar işkence çekmemişti! Çünkü müşriklerin eziyetlerinden Bilâl’i koruyan vardı. Benim ise, koruyucu hiçbir kimsem yoktu ve olmadı da…” dedikten sonra müşrikler tarafından ateş içine yatırılmasını da şöyle anlatmıştı:
“Bir gün müşrikler beni tuttular. Ateş yaktılar. Ateşin içine beni sırtüstü yatırdılar. Sonra adamın biri göğsümün üzerine bastı. Yer soğuyuncaya kadar da beni bırakmadı!” Bu sözlerinden sonra da Hz. Habbâb, sırtını açtı. Ateş yanıklarından, sırtı alaca olmuştu!
Peygamberimize Başvurması
Her türlü eziyet ve işkenceye rağmen Hz. Habbâb, iman ve İslamiyetinden zerre kadar tâviz vermiyor, Allah’a ve Resûlüne sonsuz muhabbetini izhar etmekten çekinmiyordu. O, bir köle idi. Müşriklerle başa çıkacak durumda değildi. Maruz kaldığı eza ve cefalardan dolayı Resûlullah’a başvurmaktan başka elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bir gün öyle yaptı. Efendimizin huzuruna çıkarak, “Yâ Resûlallah! Çektiğimiz şu işkencelerden kurtulmamız için Allah’a dua etmez misin?” dedi. Resûl-i Kibriya Efendimiz hem ibret, hem de müjde dolu şu cevabı verdi:
“Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki demir tarakla bütün derileri, etleri soyulup kazınırdı da bu işkence yine onu dininden döndüremezdi. Testereyle tepesinden ikiye bölünürlerdi de, yine bu işkenceler onları dinlerinden geri çeviremezdi. Allah, elbette bu işi (İslamiyeti) tamamlayacaktır ve bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki hayvanına binip San’a’dan Hadramut’a kadar tek başına giden bir kimse, Allah’tan başkasından korkmayacak, koyunları hakkında da kurt saldırmasından başka hiçbir endişe duymayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz.”[2]
Âs b. Vâil’e Verdiği Cevap
Hz. Habbâb’ın, azılı müşriklerden Âs b. Vâil’den mühimce bir alacağı vardı. Bir gün gidip alacağını istedi. Bu azılı müşrik, “Muhammed’i inkâr etmedikçe, sana olan borcumu ödemeyeceğim!” dedi. Hz. Habbâb, “Ben her şeyimden vazgeçerim, yine de ölünceye kadar ve öldükten sonra dirilinceye kadar onu red ve inkâr etmem!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Âs b. Vâil, “Ben, öldükten sonra dirilecek miyim? Eğer böyle bir şey olacaksa, sabret! Diriltilip malıma ve evladıma tekrar kavuştuğum o gün, sana olan borcumu öderim!”[3]diye küstahça konuştu. Âs b. Vâil’in bu sözleri üzerine Cenab-ı Hak, indirdiği ayet-i kerimelerde şöyle buyurdu:
“Şimdi şu ayetlerimizi ve ‘Elbette bana mal ve evlat verilecektir!’ diyen adamı gördün mü? O, gayba muttali mi olmuş? Yoksa Rahmân’ın huzurunda bir söz mü almış? Hayır, öyle değil. Biz, onun dediğini yazacağız ve azabını da çoğalttıkça çoğaltacağız! Ve o söylediği şeyleri hep elinden alacağız da, o bize tek başına gelecektir!”[4]
Hz. Habbâb, her türlü tehlikeyi göze alarak Müslümanlığını ilan ettiği gibi, çekinmeden yeni Müslümanlara Kur’an-ı Kerim’i okutmak ve öğretmekle de meşgul olurdu. Hz. Ömer, elinde yalın kılıç, eniştesi ve kız kardeşinin evine hışımla girdiği zaman da, yine bu fedakâr sahabe, onlara yeni inen ayetleri okuyor ve öğretiyordu.