Peygamber Efendimizin ﷺ mübarek sakalına veya saçına genel bir kavram olarak sakal-ı şerif veya lıhye-i şerif denilir.
Efendimizin ﷺ tıraş olurken, kestiği mübarek sakal tellerini bazen sahabelere teberrüken verdiği rivayet olunmuştur. Bununla beraber Efendimize ﷺ ait her şeyi titizlikle muhafaza eden sahabeler, Efendimiz ﷺ tıraş oldukça sadece sakallarından değil saçından kesilen mübarek tüyleri de muhafaza etmişlerdir.
Bazı rivayetlerde belirtildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) hicretten sonra saçlarını, birisi Hudeybiye senesi ihramdan çıkarken, diğeri umre haccını kaza ederken, üçüncüsü de "Veda haccı"ndan sonra olmak üzere, üç defa kestirmişti.(1) Kesilen saçları asla zayi edilmemiş, ashâb tarafından alınıp muhafaza edilmişti. Nitekim Hz. Enes, "Hz. Peygamber ﷺ'in saçlarını berberin kestiğini gördüm. Ashâb da etrafında dolaşıyor, bir telinin bile, yere değil, mutlaka bir adamın eline düşmesini arzuluyorlardı." (2) der.
Durum böyle olunca dünyanın her tarafında bulunan bu şekilde sakal-ı şeriflerin sayısının sakal ve saçlarla beraber sayılarının günümüze ulaşanların sayılarına yakın olabileceği görülebilir.
Bu sakal-ı şerifler günümüze kadar nasıl ulaştı?
Ondört asırlık bir zaman diliminden günümüze kadar bu sakal-ı şeriflerin ve Efendimiz ﷺ'in mübarek saçlarının nasıl ulaştığı konusunda ise Şamil İslam Ansiklopedisinde şu yoruma yer verilmiştir :
“Hz. Peygamber'e ait sakalların günümüze kadar üç yolla ulaştığı düşünülebilir:
Birincisi Ashab-ı kiramdan, Hz. Peygamber'in sakalından bir parçaya sahip olanlar bunu ne pahasına olursa olsun korumak azmini göstermiş; vefat ederken de aynı duygularla evlâdına intikal ettirmiştir. Böylece bu sakal telleri asırlar boyunca kutsal bir miras olarak babadan oğula, dededen toruna intikal etmiştir.
İkinci yol zaman içinde sonraki asırlarda yaşayan Müslümanların da bu mübarek sakaldan bir tek tele bile sahib olmak arzusunu göstermeleridir. Böylece evlerinde, ellerinde sakal-ı şerîf bulunan aileler, komşularına ve diğer din kardeşlerine, gösterdikleri aşırı sevgi ve ilgiden ötürü -ellerindeki miktar elverdiği ölçüde- armağan etmişlerdir. Böylece ikinci elden sahip olan aileler de bunu kutsal bir emanet bilmiş ve muntazam bir şekilde korumuşlardır.
Üçüncü yola gelince; zaman içinde halifeler bu tip sakal-ı şerîf parçalarını gerek kaybolabileceği endişesiyle, gerekse halkın rağbet gösterdiği kutsal emanetleri elleri altında bulundurmak gayesiyle Hz. Peygamber ﷺ'den intikal eden kılıç ve bürde (hırka) gibi şeylerle beraber özel korumaya almışlardır. Tarih boyunca Hicaz bölgesine hizmet götüren Müslümanlar tarafından bu emanetler sağlam bir şekilde korunmuştur. Böylece bu emanetler Hulefâ-i Râşidîn'den Emevî'lere, onlardan da Abbasîlere geçmiştir. 1258'de Bağdat'ın Moğollar tarafından tahribini müteakip, Abbasî halifeleri Memluk sultanlarına sığınmışlar ve emânât-ı mukaddese (kutsal emanetleri) yi oraya taşımışlardı. Böylece Mısır, Yavuz Selim tarafından 24 Ağustos 1516 tarihinde ele geçirilince -sakal-ı şerîf de dahil- kutsal emanetlerin tümü İstanbul'a getirilmiştir. Tetkiklere göre dînî ve tarihî bakımdan büyük önem taşıyan bu mübarek emanetler, başlangıçta devlet hazinesinde korunmuşsa da, sonra Topkapı Sarayının Hırka-i Saâdet dairesinde koruma altına alınmış ve bu itina neticesinde günümüze kadar gelmiştir. Şu anda Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan bu kutsal emanetler arasında yer alan sakal-ı şerîfler değerli sandık ve kutular içinde korunmaktadır.” (3)
Bu Sakal-ı Şerifleri ziyaret etmek bid’at mıdır?
Diğer bir konu ise; bu sakal-ı şeriflerin ziyaretinin bid’at olup olmadığı konusudur. Bu konuyu Lem’alar isimli eserinde cevaplayan Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurmaktadırlar:
“Birden hatıra geldi ki, o saçların ziyareti vesiledir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma karşı salâvat getirmeye sebep ve bir hürmet ve muhabbete medardır. Vesilelik ciheti o şeyin zâtına bakmaz, vesilelik cihetine bakar. Onun için, eğer bir saç hakikî olarak Lihye-i Saadetten olmazsa, madem zâhir hale göre öyle telâkki edilmiş ve o vesilelik vazifesini yapıyor ve hürmete ve teveccühe ve salâvata vesile oluyor; kat’î senetle o saçın zâtını teşhis ve tayin lâzım değildir. Yalnız, aksine kat’î delil olmasın, yeter. Çünkü telâkkiyât-ı âmme ve kabul-ü ümmet, bir nevi hüccet hükmüne geçer.”(4)
Yani özetle, bu ziyaretler Efendimizi ﷺ hatırlamaya, salat-ü selam getirmeye ve sevgisini kalplerde yeniden yaşamamıza vesile olduğundan, vesilelik cihetine bakılmalıdır. Burada ziyaret ve hürmet sakal-ı şerife değil, Efendimize ﷺ yöneliktir. Dolayısıyla aksine bir delil olmadığı sürece bu sakal-ı şeriflerin Efendimize ﷺ ait olduğuna dair ümmetin bir inancı varsa, bu ziyaretler vesilesi ile Efendimiz ﷺ hatırlanır ve salavata vesile olunur.
Kaynaklar
(1) Ali el-Karî, Cemu’l-vesail, I, 99.)
(2) Müslim, Fezâil, 75 (IV, 1812, h. No: 2325). (1S5) el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, III, 261.
(3) Şamil İslam Ansiklopedisi, Sakal-ı Şerif Maddesi, Hüseyin ALGÜL
(4) Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Onaltıncı Lem’a
Sakal-ı Şerif vesilesi ile Peygamberimizin (aleyhissalatü vesselam) hatılanılması güzel.Ancak görevlinin halka konuyu gerği gibi anlatmayışı bilgilendirmeyişi insanların yanlışlar yapmalarına sebep olmaktadırlar. Buna-da ap açık bidat hurafe denilecek davranışlar.Mesela görevli fanus-u tutuyor bi dudağına bi alnına konduruyor. Papaz-ın Haç öptürmesi gibi. Birde fanusu okşayıp yüzüne sürmesi gibi.Selam ve dua ile.
Yukarıda verilen açıklamaları okudum. Yusuf Beye teşekkür ederim.
Öteden beri, şahsen Peygamber Efendimizin Sakal-ı Şeriflerinden (Lıhye-i Şeriflerinden) bir parçayı – bir kılı ziyaret etmenin – salavatlar eşliğinde halka gösterilmesinin bid’at yönünün ağır bastığını düşünen birisiyim.Üstte okuduğum açıklamalardan da tatmin olmuş değilim.
– Peygamberimize her zaman salavatlar getiriyoruz. Sakalından ya da saçından bir kılı gördüğümüzde daha çok getirilmesi doğrudur ama, sakal ve saç teli olmadan da görevli imam-hatibin hatırlatması ile peygamberimize daha çok salavat getirilir, getiriliyor da… Bu nedenle Bediüzzaman’ın sunduğu açıklama da beni yeterince tatmin etmiş değil. “… kabul-ü ümmet, bir nevi hüccet hükmüne geçer.” şeklinde çok güzel bir ifadesi var ama, pekala “türbeye çaput bağlayan” bir sürü maalesef cahil müslüman da var ve onların bu uygulaması da “hüccet” hükmüne geçer diyen çıkabilir.
– Hırka-i Şerif-in müslümanlara gösterilmesini ve salavatlar eşliğinde ziyaretini anlıyorum. Doğrudan doğruya üzerinde giydiği, elle tutulur, hiç şüpheye yer vermeyen bir emaneti ziyaret etmenin değerini ve hazzını hissedebiliyorum. Veya Topkapı Sarayındaki Kutsal Emanetleri ziyaret ederken, işlevi olan her bir emaneti görmenin bende bir olumlu tesiri var… Hiçbir işlevi olmadığını düşündüğüm “bir teli görebilmek amacıyla önünde kuyruklar” oluşturmanın ise dindeki yerini anlamakta zorlanıyorum.
– Yaptığım yorumu “dinen” hatalı bulan “ilim ehli” bir şahıs çıkarsa lütfen beni aydınlatsın…
– Asıl korkum, bu tür uygulamaların yaygın bid’at haline getirilmesidir. Bu nedenle haklı olarak müslüman olsun ya da olmasın bu işe anlam veremeyen ve sorgulayan kişilerin tenkidlerinin cevabını vermenin zor olduğudur görüşündeyim.
[email protected]
Hz. Peygamberin (aleyhissalatü vesselam) sırtını öpmek için mescitte kırbacı eline alan sahabiyi duymadık mı hepimiz! Sakın haçla kıyaslamayın başka bir sevgi ve muhabbet var çünkü.
Said bey, Türbeye çaput bağlamakla Resulullah’ın (asm) aziz hatıralarını yadetmek arasında aşikar bir farklılık vardır. Resulullah’ın hatıralarını görüp, salavat getirmek ayrıdır, türbeye çaput bağlayıp, kabirden ve çaputtan medet ummak ayrıdır. Malum Resulullah’a (asm) salavat getirmeyi Rabbimiz emretmektedir. Ayrıca yine Allah’ı sevmenin ölçüsünü de Habibine benzemeye atfeden de yine Rabbimizdir. Dolayısıyla Resulullah’ı hatırlatmaya ve salavata vesile olan Kutsal Emanetlere olan hürmet ve muhabbeti farklı değerlendirmek gereklidir. Selamlar.
Peygamber efendimizi canlı canlı öpmek başka sakalı şerifi çamilerde öpmek başka bence yanlış bir uygulama kutsal emanetler gibi müzelerde saklanmalı
Nasıl ki yüce Allah’ı görmeden her zaman seviyoruz, Peygamber efendimizi de her an her zaman seviyoruz, bırakın peygamber efendimizi sırtından öpmeyi onunla aynı ortamdaki havayı teneffüs etmek aynı dönemde yaşamak bile bizim için yada benim için ayrı bir onur ve gurur olurdu. O sakalı şerif olsa da biz peygamberimizi hatırlıyoruz ve seviyoruz olmasa da. Zaten sakalı şerifi görünce peygamber efendimiz aklımıza geliyorsa Allah bizi affetsin. Hırkayı şerif konusuna katılıyorum peygamberimizin giydiği bir kıyafet izin verseler dokunur onu hissederim.. fakat sakalı şerifin fanusunu öpmek, yüze sürmek, insanların birbirlerinin önüne geçmeye çalışmaları bana gerçekten çok saçma geliyor. Amacım sakalı şerifi küçümsemek değil, yapılanları tasvip etmemek.. kıyaslamaları yerinde yaparsak daha doğru olur. bir kusurum olduysa Allah affetsin..
Son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı sakal-ı şerif ziyaretlerinin yanlışlığını görmüş olacak ki,pek itibar etmez oldu.Bu ziyaretlerde o insanların ruh haline ben de şahit olduğum için doğrusu bunu hoş karşılamıyorum.Sanki Peygamber Efendimiz saçını sakalını yolmuş ve bunu ümmetine dağıtmış,bir gün gelsin camilerde imam efendi kürsüye çıksın siz de önünde sıra olduğunuz halde ahu zar edin,öpün demiş.Böyle bir şey olabilir mi? İnsanlar ziyareti bırak neredeyse tapınacak hale geliyorlar.Saçta ne keramet olabilir ki?Müslümanlar için saça sakala tapınma veya ondan medet umması ne derece doğru olur ki?İslamın böyle bir emri mi var?Bence bu uygulama yanlış,sakalı şeri,f eğer doğru ise bırakalım da Kutsal Emanetler bölümünde muhafaza edilsin.Saç,sakal,elbisenin sanki islamın bir ruknü imiş gibi ortaya çıkarılarak bunun üzerinden müslümanların sevgisini devşirmek bence islamın ruhuna aykırıdır.O zaman madem saçta,sakalda hikmet var,türbelere,mezarlara veli, diye çaput bağlayıp bundan medet umamk ta olmalıdır.ÖYle ya Ümmetin alimleri Peygamberin varisi değil mi?Alim’e hürmet Peygambere hürmet değil mi?Orada çaput bahane,asıl olan içinde yatan alim ve onu hatırlamaktır.Müslümanlar bu tür boş şeylerle uğraşacağına aklını beynini zekasını teknolojiye,baş döndürücü gelişmelere harcasın da “kafirleri” nasıl olup ta alt edeceklerini düşünsünler daha iyi iş yapmış olurlar.Baksanıza müslümanlar hala birbirini yemekle,Allahuekber deyip kafa kesmekle meşguller.Sen önce bunu bir hallet te sıra başkalarına gelsin.
Peygamber efendimizin saç ve sakalında 20 kadar beyaz tel vardı diyor kaynaklar, gerisi siyahtı. Benim gördüğüm tüm sakallar beyaz! Nasıl oluyor bu?