Hz. Muhammed’in Safa tepesinde yaptığı ilk açık daveti takip eden günlerde Kureyş, Ebu Talib’e başvurmuş ve ondan yeğenini susturmasını istemiştir. Ebu Talib de onları tatlı sözlerle oyalamış ve sorunu o gün için ötelemeyi başarmıştır. Daha sonra da Kureyş, İslam’ın önünü alabilmek için akıllarına gelen her önleme el atmış fakat bir türlü başarılı olamamıştır.
Ve tekrar Ebu Talib’e geri dönerler. Fakat bu kez sert, tavizsiz ve bunun son olduğunu gösteren bir söylemle:
“Ebu Talib! Sen bizim aramızda yaş, onur ve mevki açısından herkesten ileride olan en saygın büyüğümüzsün! Biz daha önce kardeşinin oğlunu bizimle ve ilahlarımızla uğraşmaktan vazgeçirmeni sana söylemiştik. Fakat sen bunu başaramadın. Ve tanrılarımıza yemin olsun ki O’nun daha fazla tanrılarımıza dil uzatmasına, bizi akılsızlıkla suçlamasına sabretmeyeceğiz. Şimdi sen ya O’nu bunlardan vazgeçirtirsin ya da iki taraftan biri yok olup yeryüzünden silininceye kadar sizinle savaşırız!”
Ve ne kadar ciddi olduklarının anlaşılması için de Ebu Talib’in bir şey söylemesine fırsat bırakmadan geldikleri gibi hışımla dönüp giderler. Ebu Talib çok zor bir durumda olduğunu düşünür. Bir yanda kabilesi vardır diğer yanda da canından bile çok sevdiği, kardeşinin hatırası yeğeni ve Abdülmuttalib oğulları boyunun onuru… Kendini çaresiz hisseder ve yeğeni Muhammed’in anlayışına başvurmaya karar verir:
“Kardeşimin oğlu” der, “Kureyş’in önde gelenleri bana geldiler ve seni şikâyet ettiler. Lütfen onların atalarına, tanrılarına ve akıllarına dil uzatma! Hoşlanmayacakları şeyleri yapmaktan vazgeç! Hem bana hem kendine acı! Lütfen güç yetiremeyeceğim, altından kalkamayacağım yükü bana yükleme!”
Hz. Muhammed Ebu Talib’in bu sözlerinden onun da fikir değiştirdiğini ve artık kendisine sahip çıkmayacağını düşünür. Fakat kendisi daha en başından her ne pahasına olursa olsun demiştir bir kere:
“Amca!” der, “ALLAH’a yemin olsun ki, güneşi sağ, ayı da sol elime koysalar bile ben bu davadan vazgeçmem. ALLAH beni bu yolda ya galip getirir ya da ölüp giderim.” Ve ağlamaya başlar. Ebu Talib de duygulanmış ve yeğenini ağlar durumda görmesi bütün tereddütlerini yok etmiştir. Odadan çıkmak üzere olan Hz. Muhammed’i geri çağırır:
“Gel kardeşimin oğlu!” der. “Ve ne istiyorsan onu söyle, ne istersen onu yap! ALLAH’a yemin olsun ki ben her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar seninleyim!”
Ve bu olaydan sonra Ebu Talib üzerinden bir şey yapamayacaklarını anlayan putperestler, özellikle yoksul, köle ve korumasız Müslümanlara yaptıkları zulmü son derecesine vardırırlar. Onlar için Mekke yaşanmaz bir yer haline gelir. Nasıl olursa olsun bir çözüme ihtiyaç vardır. Bu çözüm Habeşistan’a göç etmek olur.