Enes bin Nadr (r.a.), Medineliydi. Meşhur sahabi Enes bin Mâlik’in amcasıydı. Me­dine’de İslam güneşinin doğduğu ilk yıllarda Müslüman olmuştu. Onun Re­sû­lul­lah’ın yanında ayrı bir yeri vardı. Peygamberimiz kendisini çok se­ver, zaman zaman iltifatta bulunurdu.

Bir defasında kız kardeşi, bir kadının birkaç dişini kırmıştı. Enes bin Nadr’ın (r.a.) ricasına rağmen kısas yapmada direndiler. Mesele Peygamberimize inti­kal etti. Peygamberimiz de kısasla emretti. Hz. Enes, Re­sû­lul­lah’a, “Yâ Re­sû­lal­lah! Sizi hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ve Allah’tan ümit ederim ki, kız kardeşimin dişi kırılmaz!” dedi. Gerçekten de davalılar kısastan vazgeçerek di­yete razı oldular. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“Allah’ın kullarından öyleleri vardır ki, Allah’a yemin etse, Allah yeminini doğru çıkarır.”

Hz. Enes bin Nadr, her nasılsa Bedir Muharebesi’nde bulunamamıştı. Bunun için de kendisini suçlu sayıyordu. Allah’ına ve Resûlüne karşı mahcuptu. Rabb’ine hep dua ederdi:

“Ey Rabb’im! Önüme bir Bedir daha aç, tâ ki kusurumu affettireyim, borcu­mu ödeyeyim!”

Bu duygular içinde bir gün Re­sû­lul­lah’ın huzuruna çıktı, “Yâ Re­sû­lal­lah, müş­riklerle yaptığınız ilk muharebede hazır bulunamadım. Eğer Allah beni müşrik­lerle karşılaştıracak olursa, onlara ne yapacağımı Allah bilir!” diyordu.

Nihayet Enes bin Nadr’a (r.a.) gün doğmuştu. Allah ona Uhud kapılarını açmıştı. Sevincine diyecek yoktu. Düşmana karşı nasıl mücadele vereceğinin he­saplarını yapıyordu. “Bu İslam düşmanlarına fırsat vermemeli, genç İslam fida­nı kestirilmemeli.” diyordu, “İcabında biz kesilmeliyiz, ama bu fidan kesilmemeli. Hepimiz onun için varız!”

Gerçi bu sözleri onun dilinden kimse duymamıştı. Ama onun hâli bunlardan daha yüce manaları ifade ediyordu.

Savaş kızışmıştı… Enes (r.a.) cansiperane döğüşüyordu. Bedir’e katılmamanın açığını fazlasıyla ödeyecekti. Onu gören düşmanlar kaçacak delik arıyordu. O ve onun gibi gözüpek erler sayesinde kısa zamanda müşrikler darmadağın oldu. Bayram yapma zamanı gelmişti.

Fakat bu sevinç fazla sürmedi. Re­sû­lul­lah’ın vadiye yerleştirdiği okçular onun emrini unutup, “Nasıl olsa düşman mağlup oldu!” diye yerlerini bırakmış­lar, ganimet toplamaya başlamışlardı. Okçuların yerlerini bıraktıklarını gören pusudaki düşman ise, arkadan hücum etmiş, Müslümanlar neye uğradıklarını anlayamamış, dağılmışlardı. Tam o sırada Peygamberimize çok benzeyen Mus’ab bin Umeyr (r.a.), müşrikler tarafından şehit edilmişti. “Re­sû­lul­lah’ın öldürüldüğü” haberi yanlışlıkla yayılmaya başlamıştı. Müslümanlar çok mahzun­du.

Hz. Enes, elindeki kılıçla düşmana doğru koşuyordu. O esnada bir grup Müs-lü­man’ın bir kenarda oturduklarını gördü. “Ne oturuyorsunuz?!” diye sordu “Re­sû­lul­lah şehit edilmiş!” dediler. Hz. Enes, “Re­sû­lul­lah’tan sonra siz sağ kalıp da ne yapacaksınız?! Muhammed öldürüldüyse, onun Rabb’i de öldürülmedi ya! Kalkınız, Re­sû­lul­lah’ın çarpışarak canını feda ettiği şey üzerinde siz de canınızı feda ediniz!” dedi. Sonra da dağılan Müslümanları göstererek, “Yâ Rabbi! Bun­ların yaptıklarından dolayı senden af dilerim!” diye mahcubiyetini ifade etti. Müşriklere de işaret ederek, “Bunların yaptıklarından da Sana sığınırım, ey Rabb’im!” diyordu.

O anda vazifenin âdeta kendi omuzları üzerine düştüğünü hissediyordu. Bu yolda şehit oluncaya kadar vuruşmalı, geri dönmemeliydi. Bir daha bu fırsat ele geçmeyebilirdi.

Bir ara düşmana doğru ilerlerken Sa’d bin Muâz’a rastladı. Ona, “Ey Sa’d! Nadr’ın Rabb’ine yemin ederim ki, cennet işte burada! Uhud’dan daha yakın bir yerden kokusunu alıyorum.” diyordu.

Enes bin Nadr’ın (r.a.) o heyecanla düşman üzerine saldırdığı görüldü. Savaş bitinceye kadar artık onu gören olmadı. Savaştan sonra da bulamadılar. Yalnız şehitler arasında kulağı, burnu kesilmiş, dudakları koparılmış, gözleri oyulmuş, vücudunda 80 kılıç, süngü ve ok yarası bulunan, yüzü gözü birbirine karışmış bir ceset vardı. Kime ait olduğunu kimse bilmiyordu. Nihayet kız kardeşi, ayak parmaklarından onun Enes bin Nadr olduğunu tanıyabildi.

Enes bin Mâlik der ki: “’Müminler arasında öyleleri vardır ki, Allah’a verdik­leri söze sadık kaldılar, bu uğurda onlardan bir kısmı can verdi.’ [Ahzâb, 23] mealindeki âyetin, amcam Enes bir Nadr ve benzerleri hakkında nazil olduğu kana­atindeydik.”

Sa’d bin Muâz, kan gölünde yüzmekte olan yüce şehide bakarken gözyaşlarını tutamamış, Re­sû­lul­lah’a şöyle demişti:

“Yâ Re­sû­lal­lah! Ben, Enes bin Nadr’ın yaptığını yapamadım!”[1]


_______________________________________________

[1]Üsdü’l-Gàbe, 1: 131-132; Müsned, 3: 201.