O gün Medine, Kâinatın Efendisi’ni karşılamaya hazırlanıyordu. Yedisinden yetmişine herkes sokaklara dökülmüştü. O zamana kadar görülmemiş bir se­vinç ve heyecan dalgası her tarafı kaplamıştı. Medinelilerden bir grup, misafir­lerini şehrin dışında bekli­yo­rdu. Çocuklar neşe içinde koşuşuyor, yaşlılar heye­canla söyleşiyordu. Herkes Mek­ke’den gelecek olan aziz misafiri sabırsızlıkla bekliyordu. Hz. Peygamber ﷺ ufukta görününce, hemen birkaç çocuk şehirdekilere müjdeyi vermek için koşturuldu. Bunları arasında sekiz-dokuz yaş­larında, sevimli bir çocuk olan Enes de vardı.

Enes’in annesi, Birinci Akabe Biatı’nda Müslüman olmuştu. Kocası Mâlik, Hicret’ten evvel vefat etmişti. “Ümmü Süleym” ismindeki bu hanıma, Medineli zenginlerden, o zaman henüz Müslüman olmamış bulunan Ebû Talha talip oldu. Ümmü Süleym ise, Müslüman olmadığı takdirde teklifini kabul etmeyeceğini söyledi. Ebû Talha bu şartı kabul ederek Müslüman oldu ve Enes’in annesiyle evlendi. Böylece Enes, baba hasretini biraz olsun dindirmiş oldu. Bir müddet sonra ailesi Enes’i, Re­sû­lul­lah’ın hizmetine verdi. (Tafsilat için Ümmü Süleym (r.a.) maddesine bakınız.)

Böylece başlayan beraberlik, Re­sû­lul­lah’ın beka âlemine irtihâline kadar de­vam etti. Hz. Enes son ânına kadar Re­sû­lul­lah’ın hizmetinde bulundu. Onun bir­çok sırrına vâkıf oldu. Öyle ki, Re­sû­lul­lah’ın sadık bir sırdaşı hâline geldi. Hz. Enes bununla ilgili bir hatırasını şöyle anlatır:

“Çocuklarla oynuyordum. Resûl-i Ekrem oraya geldi. Selam verdi. Sonra be­ni bir işe gönderdi. Kendisi de bir duvarın gölgesine oturup bekledi. Ben gelip neticeyi bildirdim. Sonra dönüp eve gittim. Annem bana niçin geciktiğimi sor­du. Re­sû­lul­lah’ın beni bir işe gönderdiğini söyledim. O işin ne olduğunu sordu. Ben bunun sır olduğunu, söyleyemeyeceğimi ifade ettim. Annem benim bu ha­reketimden çok memnun olarak şöyle dedi: ‘Oğlum, Re­sû­lul­lah’ın sırlarını saklamaya devam et!’”[1]

Hz. Enes, Re­sû­lul­lah’ı çok sever, ona hizmet etmekten büyük bir huzur ve lez­zet du­yardı. Sabahları herkesten önce kalkar, Peygamber Mescidi’ne giderek Re­sû­lul­lah’a hiz­met ederdi. Re­sû­lul­lah oruca niyetlenecekse sahur yemeğini ha­zırlar ve sahurdan sonra da onunla sabah namazını kılardı. Zaten Hz. Enes, Yüce Peygamberimizin hizmetine girdikten sonra her gün sabah namazlarını Re­sû­lul­lah ile birlikte kılma saadetine ermişti.

Re­sû­lul­lah da bu sevimli hizmetkârını çok sever, ona daima dua ve ikramda bulunur­du. Bir defasında Hz. Enes’in annesi Ümmü Süleym (r.a.), Re­sû­lul­lah’tan Enes hak­kında mal ve evladının çok olması için dua etmesini istemişti. Hz. Pey­gamber de, “Al­lah’ım, onun malını ve evladını çoğalt, ona verdiklerini bereket­lendir!” diye dua etmişti. Bu duanın kabul olunduğu, Hz. Enes’in sonraki haya­tında açıkça görülmüştür. Bereketli bir ömür süren Hz. Enes’in çok sayıda evladı olmuştu. O kadar ki, sağlığında iken, 100 kadar evladını kendi elleriyle topra­ğa verdiğini söylemiştir.

Peygamberimiz, Hz. Enes’i çok sever, zaman zaman tavsiyelerde bulunurdu. Bir defasında ona hitaben şöyle buyurdu:

“Evladım, kalbinde hiç kimseye karşı kötülük düşüncesi olmadan yaşamaya gücün yeterse yap. Evladım, bu benim sünnetimdendir. Kim sünnetimi yaşatırsa beni sevmiş olur, beni seven kimse de cennette benimle beraberdir.”[2]

Re­sû­lul­lah ﷺ başka bir gün ise, “Evladım, evine girdiğin zaman selam ver. Senin ve ev halkın için berekete sebep olur.” buyurdu.[3]

Uzun yıllar Re­sû­lul­lah ile birlikte bulunması sebebiyle sünnet-i seniyyeyi çok iyi bilen Hz. Enes, kendi hayatında da sünneti en güzel şekilde yaşadı. Her hareketinde Re­sû­lul­lah’ı taklit etti. Peygamberimizin, “Şüphesiz ki üç nefeste içmek, susuzluğu daha iyi giderici, zararsız ve sağlığa daha uygundur.” buyurdu­ğunu rivayet eden Hz. Enes, “Ben de üç nefeste içerim.” diyerek, sünnete olan bağlılığını ifade ederdi.[4]

Hz. Enes, hizmetinde bulunduğu 10 yıl içerisinde Peygamberimizin bir defacık olsun yaptığı bir iş için kendisine “Bunu niçin böyle yaptın?!” yapmadığı bir şey için de “Bunu niye böyle yapmadın?!” demediğini rivayet eder.[5]

Hz. Enes, Re­sû­lul­lah ile birlikte bütün savaşlarda bulundu. Bedir Harbi’ne ka­tıldığında henüz 12 yaşındaydı.

Re­sû­lul­lah hayatta iken bir an olsun yanından ayrılmayan Hz. Enes, Dört Ha­life devrinde de mühim vazifeler yaptı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) zamanında Bahreyn havalisinin zekât borçlarını toplamakla vazifelendirildi ve bu vazifeyi en güzel şekilde tamamladı. Hz. Ömer (r.a.) devrinde kendisini fıkıh ilmine verdi. Bas­ra’da yerleşerek, etrafında toplanan talebelere ilim öğretti. Bu esnada, Hz. Ömer’in meşveret meclisinde de vazife yapmaktaydı.

Hz. Osman ve Hz. Ali (r.a.) zamanlarında münafıklar tarafından çıkarılıp körüklenen fitnelere karışmadı, halkın da karışmasına mâni olmaya çalıştı. Bütün mesaisini ilim öğrenmeye ve talebe yetiştirmeye hasretti. İçlerinde devrin hali­felerinin de bulunduğu yüzlerce talebe yetiştirdi. Derslerine kendi çocukları da devam ediyordu. Onlar da itibar sahibi âlimlerden oldular.

Çok zengin olmasına rağmen Hz. Enes’in son derece sade ve zahidane bir ha­yatı vardı. Lükse ve dünya malına rağbet etmedi. Servetini fakirler ve bilhassa talebeleri için harcadı. Namazlarını o derece dikkat ve huşu içinde kılardı ki, Re­sû­lul­lah’ın nasıl namaz kıldığını soranlara Hz. Enes’in namazı örnek olarak gösterilirdi.

Onun mümtaz vasıflarından birisi de, hakperestliği, zulüm ve haksızlık karşı­sındaki cesaret ve gayretiydi. Zalimler karşısında hakkı söylemekten asla çekin­mezdi. Nitekim meşhur zalim Haccâc bile onun bu vasfını bildiği için ona zul­metmekten çekinmiş, hattâ derslerine devam edip gönlünü almaya çalışmış­tır.

Âlim sahabilerin ileri gelenlerinden olan Hz. Enes, 2 bin 286 hadis rivayet ederek, “en çok hadis rivayet eden sahabilerin üçüncüsü” olmakla şereflendi. Bu hadis­lerden birkaç tanesi şu mealdedir:

“Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değil­dir.”[6]

“Bir genç, yaşlı birisine hürmet ederse, yaşlandığında Allah da ona hürmet gösterecek insanlar yaratır.”[7]

“Mi’rac’a çıkarıldığım zaman, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırnaklayan bir topluluğa rastladım. Ey Cebrail, bunlar kimdir, diye sordum. ‘İnsanların etlerini yiyen [gıybet eden] ve namuslarına dil uzatan kimselerdir!’ dedi.”[8]

“Kimin düşüncesi ahiret olursa, Allah ona gönül zenginliği verir, işlerini ko­lay­laş­tı­rır; istemediği hâlde dünya nimetleri de verilir. Kim ahireti unutup sade­ce dünyayı dü­şü­nürse, Allah da fakirliği onun gözleri önüne diker, işlerini darmadağın eder; dünyada ise ancak kendisine takdir edilen kadar verilir.”[9]

“Allah bir kulunun iyiliğini istediği zaman, cezasını bela ve musibetlere maruz bırakarak dünyada verir. [Böylece günahlardan arındırır.] Onun kötülüğünü istediğinde de, günahlarının cezasını dünyada vermez, tehir eder. Tâ ki, kıyamet gününde daha şiddetli çeksin!”[10]

“İçinizden biri bir felakete uğraması yüzünden ölümü temenni etmesin. Ölümü dileyecek hâle gelenler şöyle desinler: ‘Yâ Rab, hayat hakkımızda hayırlı olduğu müddetçe bizi yaşat, hayat hakkımızda hayırlı olmadığı anda da ruhumuzu kabzet!’”[11]

Hz. Enes fıkıh ilminde de tanınan bir âlimdi. Teşkil ettiği ilim çerçevesinde fıkıh meseleleri üzerine içtihatlarda bulunmuş, müşkil sualleri cevaplandır­mıştı.

“Hâdim-i Nebevî [Peygamber’in Hizmetkârı]” unvanının sahibi olan Hz. Enes, 100’den fazla yer dolaştı. Peygamberimizden gördüklerini, duyduklarını Müslümanlara tebliğ etti. Hicret’in 93. yılında 100 yaşını aştığı bir sırada Bas­ra’da vefat etti. Böylece burada vefat eden en son sahabi oldu.

Allah ondan razı olsun!


__________________________________________

[1]Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 145.
[2]Tirmizî, Edeb: 63.
[3]Tirmizî, İsti’zan: 10.
[4]Müslim, Eşribe: 123.
[5]Müslim, Fezâil: 132.
[6]Tirmizî, Birr: 15.
[7]age., Birr: 75.
[8]Ebû Dâvud, Edeb: 135.
[9]Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme: 30.
[10]Tirmizî, Zühd: 57.
[11]Müsned, 3: 101.