Peygamberimizin “Sen bendensin, ben de sendenim.” şeklindeki iltifatına mazhar olan ve 250 kadar hadis rivayet eden Hz. Ebû Ümâme’nin ne zaman Müslüman olduğu hakkında yeterli bilgi alınamamaktadır. Uhud Savaşı’na ve Hicret’in 7. yılında yapılan Rıdvan Biatı’na katıldığı kesindir. Yine kaynaklarımız­da, Re­sû­lul­lah’ın onu bazı mühim vazifelere gönderdiği kaydedilmektedir. Re­sû­lul­lah’ın ﷺ onu kan içen bir kavme gönderdiği, onları İslamiyet’e davet etmesini emrettiği rivayet edilir. Kendisi hadiseyi şöyle anlatır:

“Yanlarına vardığımda bana da kan ikram ettiler. ‘Ben sizi bundan menetmek için geldim.’ dedim. Beni dinlemediler. Yemek için başka bir şey de vermediler. O gece aç olarak yattım. Gece yabancı birisi, bana bir kab dolusu şerbet ikram et­ti. Ben bunu içtim. Açlığım susuzluğum gitti. Kalktığımda içlerinden birisinin, ‘Misafire böyle davranılmaz!’ dediğini duydum. Bana süt getirdiler. Buna ihtiya­cım yok, dedim ve tok olan karnımı gösterdim. Şaşırdılar. Bu keramet karşısında hepsi Müslüman oldu…”[1]

Ebû Umâme (r.a.), cömertliğiyle tanınıyordu. Sadaka vermeyi çok severdi. Sırf sadaka vermek için mal kazanırdı. İsteyen hiç kimseyi boş çevirmezdi, mutlaka bir şey verirdi. Bir gün yine bir dilenci gelmişti. Evde yiyecek yoktu. Ebû Ümâme’nin (r.a.) yanında üç dinarı vardı. Birini ona verdi. Sonra bir dilenci daha geldi. Birini de ona verdi. Kalan bir dinarı da biraz sonra gelen dilenciye verdi. Hizmetçisi, “Sen bizi açlıktan öldüreceksin!” dedi. Ebû Umâme sesini çı­karmadı. Sonra da uzandı. Bundan sonrasını hizmetçiden dinleyelim:

“Öğle vakti yaklaştığında onu uyandırdım. Kalktı, abdest alıp mescide gitti. O gün oruçluydu. Acıyıp, iftarlık bir şeyler hazırladım. Hava kararınca yatağını ser­dim. Bir de ne göreyim? Yatağının altında üç dinar duruyor! ‘Vallahi bu her zaman böyle yapıyor.’ dedim. Biraz sonra eve geldi. İftar sofrasını ve yanan çırayı görünce, ‘Bu, Allah tarafından bize gelmiş bir ihsandır.’ dedi. Birlikte yemeğimi­zi yedik. Biraz sonra, ‘Allah senden razı olsun! Senin paran varken bana söyle­miyorsun. Yatağın altında bırakılan para her zaman için tehlikelidir!’ dedim. ‘Be­nim bir şeyden haberim yok, ne parası?!’ dedi. Yatağı kaldırdım. Üç dinarı görünce sevindi ve Allah’a şükretti.”[2]

Ebû Ümâme (r.a.), insanlara nasihatte bulunmayı çok sevredi. Bunu bir vazife telakki ederdi. Bir defasında birkaç kişi yanına geldi ve kendilerine öğütte bu­lunmasını rica ettiler. “Kendisinden duyduklarını başkalarına da anlatmaları” şar­tıyla onlara uzun bir konuşma yaptı. Şöyle diyordu:

“Üç grup insan vardır. Cenâb-ı Hak onların ya şehit düşüp cennete girmeleri yahut büyük bir sevap ve ganimetle evlerine dönmeleri garantisini vermiştir. Bunlardan biri, savaşmak için evinden çıkan kimsedir. Bu kimse eğer şehit düşerse cennete girer, şayet sağ kalırsa büyük bir sevap ve ganimetle evine döner. Biri de, abdest alıp mescide giden kimsedir. Bu kimse orada ölürse cennetliktir, evine dönerse büyük bir sevap ve manevi ganimetle dönmüş olur. Biri de, evine girerken selam veren kimsedir.

“Cehennem üzerinde yedi kademeli köprü vardır. Bu kademelerin ortasında mahkeme kurulur. Kul oraya vardığında ona, ‘Senin üzerinde ne gibi borçlar var?’ diye sorulur. O da ‘Benim üzerimde şu var, bu var.’ diye saymaya başlar. Ona, ‘Borçlarını öde!’ diye emredilir. O, ‘Ey Rabb’im, benim verecek bir şeyim yoktur, borçlarımı nasıl ödeyeyim?!’ der. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak melekle­re, ‘İyiliklerinden alın.’ diye emreder. Melekler iyiliklerini teker teker alırlar, ne­ticede iyilikleri biter. Bundan sonra meleklere, ‘Haksızlık yaptığı kimselerin kötülüklerini alın, ona yükleyin!’ diye emrolu­nur. Melekler emredileni yaparlar. Bazı kimseler dağlar kadar iyilikle oraya geldikleri hâlde iyilikleri alına alına tek bir iyilik kalmaz. Ayrıca zulüm ve haksızlık yaptıkları kimselerin kötülükle­ri sırtına yüklene yüklene kötülükleri dağlar kadar olur.

“Yalandan sakının; çünkü yalan insanı fıska, kötülüğe, fısk da cehenneme sürükler! Doğruluktan ayrılmayın; çünkü doğruluk hayra, hayır da kişiyi cen­nete götürür.

“Yemin ederim ki, siz Cahiliye Devri insanlarından daha çok dalalettesiniz! Çünkü Cenâb-ı Hak, Allah yolunda harcayacağınız bir dinara karşılık vereceği­ni vaat ettiği hâlde siz keselerinizin ağzını sımsıkı bağlıyorsunuz…”[3]

Ebû Ümâme (r.a.) verdiği bir vaazında da şöyle diyordu:

“Hoşunuza gitsin veya gitmesin her hususta sabredin. Çünkü sabır çok güzel bir huydur. Dünya sizi şaşkına çevirdi. Eza ve cefalarını da size yavaş yavaş içirdi. Zevk ve süsü ile kendini sizlere çekti.”

Ebû Ümâme (r.a.), Hicret’in 86. yılında Şam’da vefat etti. Onun Peygamberi­mizden rivayet ettiği hadislerden bazıları şunlardır:

“Utanmak ve az konuşmak imanın iki şubesi, çirkin ve kaba konuşmak da münafıklığın iki şubesidir.”[4]

“Sevdiğini Allah için seven, sevmediğini de Allah için sevmeyen; verdiğini Allah için veren, vermediğini de Allah için vermeyen kimse tam bir imana sahip olmuş olur.”[5]


___________________________________________

[1]el-İsâbe, 2: 182; Üsdü’l-Gàbe, 5: 38.
[2]Hayâtü’s-Sahâbe, 3: 408.
[3]age., 3: 387.
[4]Tirmizî, Birr: 80.
[5]Ebû Dâvud, Sünnet: 16.