Ensar’ın büyüklerinden olan Ebû Talha’nın (r.a.) asıl adı “Zeyd bin Sehl el-Busâ-rî”ydi. 20 yaşında cevval bir genç iken Müslüman oldu. Akabe Biatı’na katıl­dı. Kısa zamanda Peygamberimizin ﷺ çok sevdiği sahabileri arasına gir­di. Re­sû­lul­lah, Hicret’ten sonra onunla, Muhacirlerden ve cennetle müjdelenen 10 sahabiden birisi olan Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.) arasında kardeşlik tesis etti. (Ebû Talha’nın Müslüman olmasıyla ilgili geniş bilgi için, Ümmü Süleym maddesine bakınız.)

İslam davasının kahraman bir fedaisi olan Hz. Ebû Talha, Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara iştirak etti, büyük kahramanlıklar gösterdi.

Ebû Talha, Re­sû­lul­lah’a bağlılığı ve muhabbeti ile temayüz etmişti. Peygam­berimizin uğrunda katlanamayacağı fedakârlık yoktu. Onun uğrunda canını feda etmeyi en büyük nimet sayardı. Katıldığı gazalarda bunu ispat etti.

Uhud Savaşı’nda gözü dönmüş müşrikler bütün şiddetiyle Re­sû­lul­lah’ın bu­lunduğu yere yükleniyorlardı. Gayeleri, âlemin yaradılışına sebep olan o Yüce Peygamber’i şehit etmekti. Fakat vücutlarını Re­sû­lul­lah’a siper eden sahabiler, onların Peygamberimize yaklaşmasına fırsat vermiyorlardı. Bunlardan birisi de Hz. Ebû Talha idi. O bir yandan “Yâ Re­sû­lal­lah! Vücudum senin vücuduna fedadır!” diye bağırıyor, bir yandan da müşriklere ok yağdırıyordu. Ebû Talha çok iyi ok atardı. Peygamberimiz bunu bildiği için, kimde ok dolu bir çanta gör­se, “Ok çantanı Ebû Talha’ya ver.” buyuruyorlardı. Gerek Ebû Talha’nın isabetli atışları gerekse diğer sahabilerin gayretleri sayesinde müşrikler, Peygamberimize yaklaşamıyorlardı. Bu arada Peygamberimiz, Hz. Ebû Talha’nın omuzları üzerinden, onun attığı okların isabet edip etmediğine bakıyordu. Ebû Talha bu­nu görünce, bütün samimiyetiyle şöyle dedi:

“Annem babam size feda olsun, yâ Re­sû­lal­lah! Mübarek başınızı kaldırmayı­nız; size bir ok değmesinden korkuyorum! Benim canım sizin uğrunuza kurban olsun! Göğsüm, sizin göğsünüze siper ve feda olsun! Bunlar beni şehit etmedik­çe size hiçbir şey yapamazlar.”

Müşrikler gerçekten Peygamberimize hiçbir zarar veremezlerdi. Çünkü Cenâb-ı Hak onu koruyordu. Fakat Ebû Talha’nın bu sözleri ve sahabilerin kendisini korumak için cansiperane gösterdikleri fedakârlık, Re­sû­lul­lah’ı çok memnun etti.

Evet, sahabiler vücutlarını Re­sû­lul­lah’a feda etmekten çekinmediler. Onlar, Peygamberimizin ayağına bir diken dahi batmaması için ölmeye razıydılar.

İşte, onların bu fedakârlıkları sayesindedir ki, Uhud Savaşı’nda müşrikler faz­la bir zarar veremeden çekilmek zorunda kaldılar.

Hz. Ebû Talha, Re­sû­lul­lah’a olan sevgisi sebebiyle ona ait bir şeyi teberrüken sakla­mak isterdi. Bir gün Peygamber Efendimiz tıraş olmuştu. Hz. Ebû Talha, Re­sû­lul­lah’ın mübarek saçlarını toplayarak hanımına götürdü ve ondan bu mübarek kılları tam bir itinayla saklamasını istedi.

Hz. Ebû Talha’nın ve hanımı Ümmü Süleym’in, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Zaman zaman bu aileyi ziyaret eder, onları memnun ederdi. Onlar da evlerinde ne varsa ona ikram ederlerdi. Diğer taraftan, bu evde güzel bir yemek pişirilse mutlaka Re­sû­lul­lah’a da hisse ayrılırdı.[1]

Hz. Ebû Talha’nın en bariz vasıflarından birisi de, Allah’ın ve Resûlünün em­rine hemen itaat etmesiydi. Hiçbir meselede hikmet aramadan, emredileni he­men yerine getirirdi. Kendisi Ashâb’ın zenginlerindendi. Onun kadar malı olan çok az sahabi vardı. Zenginlik nimetinin niçin verildiğini çok iyi biliyordu. Bu sebeple, malını hak yolunda infak etmekten bir an bile geri durmadı. Servetinin fazlalığı onu hiçbir zaman hak yoluna hizmet etmekten alıkoymadı.

Ebû Talha’nın Medine’de çok sayıda hurma bahçesi vardı. Bunlar içerisinde en fazla “Beyraha” hurmalığını severdi. Burası Mescid-i Nebevî’ye çok yakındı. Peygamberimiz sık sık buraya uğrar, güzel manzarasını seyreder ve meşhur su­yundan içerdi. “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe hayra, sevaba eremezsi­niz.”[2]mealindeki âyet nazil olunca, Hz. Ebû Talha hemen Re­sû­lul­lah’a gitti ve şöyle dedi:

“Yâ Re­sû­lal­lah! Cenâb-ı Hak, ‘Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe hayra, sevaba eremezsiniz.’ buyuruyor. Mallarımın içinde en fazla Beyraha hurmalığı­nı seviyorum. Onu Allah yolunda infak ediyorum. Allah indinde makbule geçmesini umuyorum. Yâ Re­sû­lal­lah, onu Allah’ın emrettiği yerlere ver.”

Peygamberimiz onun bu hareketinden çok memnun kaldı, şöyle buyurdu:

“Söylediğini duydum. Onu akraban arasında infak etmeni uygun buluyo­rum.”

Hz. Ebû Talha, “Yâ Re­sû­lal­lah, buyurduğunuz gibi yaparım.” dedi ve en sevdiği hurma bahçesini akrabasına sadaka olarak dağıttı.[3]

Peygamberimizin hayatı boyunca onun etrafında bir pervane gibi dönen, ona gelen tehlikelere vücudunu siper eden Hz. Ebû Talha, Re­sû­lul­lah’ın ahirete irtihâline tahammül edemedi. Onun ayrılık acısına dayanamayan diğer sahabiler gibi Medine’yi terk ederek Şam’a gitti. Uzun müddet orada kaldı. Peygamberi­mizin kabrini ziyaret etmeyi çok arzulamasına rağmen, Hz. Ömer’in (r.a.) şehit edilmesine yakın bir zamana kadar Medine’ye gelemedi.

Hz. Ömer, Ebû Talha’yı çok sever ve kendisine güvenirdi. Yaralandığında halife se­çimini, o sırada hayatta bulunan, cennetle müjdelenmiş altı sahabiye bıraktı. Bu mühim işte Hz. Ebû Talha’ya da vazife verdi. Onu yanına çağırarak şöyle dedi:

“Ey Ebû Talha! Cenâb-ı Hak çok defa İslam’ı seninle aziz kılmıştır. Bu defa da hizmet et. Halifeyi seçecek şûra üyeleri bir evde toplanacaklar. Sen de Ensar’dan 50 kişi al ve dışarda bekle. İçeriye hiç kimseyi sokma.”

Hz. Ebû Talha bu mühim vazifeyi başarıyla ifa etti. Kapıda bekledi ve içeri girmek isteyenlere engel oldu. Halife seçimi biraz gecikince bir fitne çıkmasın­dan korktuğu için şûra üyelerini ikaz etti:

“Bana göre halife seçiminde çekimser davranmanız, halife seçilmek için birbirinizle yarış etmenizden daha tehlikelidir! Vallahi bütün Müslümanlarda Hz. Ömer’in vefatından dolayı sarsılma olmuştur.” diyerek, onlardan, Müslümanların halifesini bir an önce seçmelerini istedi. Nihayet şûra üçüncü halife olarak Hz. Osman’ı seçti.

Peygamberimizin vefatından sonra bütün vaktini ibadet ve taatle geçiren Hz. Ebû Talha, bir gün Kur’ân-ı Kerim okuyordu. “Ey müminler! Gerek hafif gerek ağırlıklı olarak cihada çıkın.”[4]mealindeki âyet-i kerimeyi okuyunca, içinde şehadet aşkı uyan­dı. “Bu âyet, genç de olsak, ihtiyar da olsak bize cihada katılmayı emretmektedir. Ço­cuklarım, benim hazırlığımı görün, ben cihada çıkıyorum!” dedi. O sırada 70 yaşınday­dı. Çocukları onun bu isteğini kabul etmeye ya­naşmayarak şöyle dediler:

“Allah senden razı olsun! Allah’ın Resûl’ü vefat edinceye kadar onunla birlik­te her savaşta bulundun. Hz. Ebû Bekir ve Ömer zamanındaki savaşlara da işti­rak ettin. Şimdi artık bırak, senin yerine bu işi biz yapalım.”

Ebû Talha cihada çıkmakta ısrarlıydı. Nihayet orduya katıldı. Fakat gemideyken ruhunu teslim etti. Denizde oldukları için yedi gün onu defnedecek bir yer bulamadılar. Bu ka­dar uzun süre kalmasına rağmen bir keramet eseri olarak cesedi bozulmadı.[5]

Ömrünü İslam davasının korunması ve yayılması yolunda feda eden bu büyük sahabi, 92 hadis-i şerif rivayet etmiştir. Onun rivayet ettiği hadislerde bazı dinî meseleler, savaşlar ve sevabı çok olan ameller bildirilmek­tedir. Bu hadislerden birisi şu mealdedir:

“Re­sû­lul­lah bir gün son derece neşeli ve güler yüzlü idi. Şöyle buyurdu: ‘Rab-b’imden bana şöyle bir şey geldi: Ümmetinden kim sana salavat getirirse, Cenâb-ı Hak ona 10 hasene yazar, 10 günahını siler, derecesini 10 kat yükseltir ve onun getirdiği salavat kadar kendisine rahmet eder.’”[6]

Allah ondan razı olsun!


_____________________________________

[1]Tabakât, 3: 504; Üsdü’l-Gàbe, 2: 232.
[2]Âl-i İmrân Sûresi, 92.
[3]Hayâtü’s-Sahâbe, 2: 92; İsâbe, 1: 567.
[4]Tevbe Sûresi, 41.
[5]Tabakât, 3: 507; İsâbe, 1: 567.
[6]Müsned, 4: 29.