Ebû Süfyân Sahr b. Harb b. Ümeyye (ö. 31/651-52)
Kureyş kabilesinin reislerinden, sahâbî.
Hicretten elli yedi yıl önce (m. 565) Mekke’de doğdu. Bedir Gazvesi’nde öldürülen oğlu Hanzale’den dolayı Ebû Hanzale künyesiyle de anılır. Annesi, Hz. Peygamber’in hanımı Meymûne’nin halası olan Safiyye bint Hazn el-Hilâliyye, babası Kureyş kabilesi ileri gelenlerinden Harb b. Ümeyye’dir. Çocukluğu Mekke’de refah içinde geçti. Hz. Peygamber’in amcası Abbas onun en samimi çocukluk arkadaşıydı.
Ebû Süfyân babası gibi ticaretle meşgul oldu. Okuma yazma bilen çok az sayıdaki Mekkeli’den biriydi. Kısa sürede kendini kabul ettirerek görüşüne başvurulan, sözüne güvenilen, kabilesinin ticaret işlerini yöneten bir Kureyş büyüğü durumuna geldi. Resûlullah’ın peygamberliğini ilân etmesinden sonra Kureyş ileri gelenleri gibi o da İslâm’a cephe aldı. Onun bu tavrında, Ümeyye ailesiyle Hz. Peygamber’in mensup olduğu Benî Hâşim arasında öteden beri devam edegelen rekabet ve düşmanlığın önemli rolü vardır.
İslâmiyet’in Mekke’de hızla yayılması ve Hamza ile Ömer’in müslüman olmaları Kureyş kabilesini endişeye sevkedince, yeğenini davasından vazgeçirmek üzere Ebû Tâlib’e gönderilen heyetlerde ve Dârünnedve’de toplanıp Hz. Muhammed’in öldürülmesine karar veren müşrikler arasında Ebû Süfyân da yer aldı. Fakat hicret öncesinde Hz. Peygamber’e ve müslümanlara fiilî olarak eziyet edenler arasında bulunmadı. Hz. Muhamed’in gençlik yıllarında onun Mekke’de sahip olduğu siyasî nüfuz, etkili bir görevde veya makamda bulunmasından değil Ümeyye’nin zenginlik ve nüfuzuyla kendi şahsî kabiliyetinden kaynaklanıyordu.
Hicretten iki yıl sonra Ebû Süfyân’ın riyâsetinde Suriye’den gelmekte olan bir ticaret kervanı Hz. Peygamber’in emriyle müslümanlar tarafından ele geçirilmek istendi. Bunu haber alan Ebû Süfyân kervanın yolunu değiştirerek müslümanların takibinden kurtuldu ve Mekke’ye ulaştı. Fakat bu olay, Kureyş’in lideri Ebû Cehil’in tahrikleriyle Bedir Savaşı’na sebep oldu. Ebû Cehil’in bu savaşta ödürülmesi üzerine Ebû Süfyân Mekke müşriklerinin reisi oldu. Kureyş, Bedir mağlûbiyetinin intikamını bir an önce alma görevini ona verdi ve bu savaşa sebep olan Suriye kervanındaki malları müslümanlara karşı yapılacak savaşın masraflarına tahsis etti.
Bedir’in intikamını almadıkça yıkanmayacağına yemin eden Ebû Süfyân, hicretin 3. yılı Şevval ayı ortalarında (Mart 625) cereyan eden Uhud Savaşı’na müşrik ordusunun kumandanı olarak katıldı. Karısı Hind bint Utbe de diğer Kureyş kadınlarıyla birlikte def çalarak orduyu savaşa teşvik ediyordu. Bu savaşta müşrikler, parlak bir zafer elde edememekle beraber Hz. Peygamber’in amcası Hamza’nın Vahşî tarafından şehid edilmesi sebebiyle bir ölçüde intikam duygularını tatmin etmiş oluyorlardı. Hind de aynı intikam duygusuyla Hz. Hamza’nın ciğerini çıkarıp ağzında çiğnemişti. Ebû Süfyân Hendek Gazvesi’nde de Kureyş’in kumandanlığını yaptı. Onun bu liderlik görevinin Mekke’nin fethine kadar sürdüğü, müslümanlara karşı yapılan hareketlerde en üst seviyede rol aldığı görülmektedir.
Hz. Peygamber’in, Bizans İmparatoru Herakleios’u İslâm’a davet etmek üzere Dihye b. Halîfe el-Kelbî’yi Suriye’ye gönderdiği günlerde (Muharrem 7/Mayıs 628) Ebû Süfyân da otuz kişilik bir ticaret kafilesiyle birlikte Suriye’ye gitmişti. Herakleios Kudüs’te (bazı rivayetlere göre Humus’ta) iken Resûlullah’ın mektubunu alınca onun kavmine mensup biriyle görüşmek istediğini söyledi. O sırada Gazze’de bulunan Ebû Süfyân ve kafiledeki arkadaşları imparatorun isteği üzerine Kudüs’e getirildiler. Soyunun Resûl-i Ekrem’e yakınlığı sebebiyle Ebû Süfyân ile görüşmeyi tercih eden Herakleios ona Hz. Peygamber’in soyu, ahlâkı, Müslümanlığı kabul edenlerin sosyal durumu, sayılarının çoğalıp çoğalmadığı, müslüman olduktan sonra dinden dönenlerin bulunup bulunmadığına dair, ayrıca neleri emrettiği, onunla yaptıkları savaşlarda kimin galip geldiği gibi hususlarda çeşitli sorular sordu. Ebû Süfyân’ın, ona gerçek dışı bilgiler vermeyi arzu ettiği halde yalan söylediğinin duyulmasından korktuğu için doğru cevaplar vermek zorunda kaldığı rivayet edilir (ayrıca bk. HERAKLEIOS).
Mekkeliler’in Benî Bekr’e yardım ederek müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozmaları üzerine Hz. Peygamber de müttefiki Huzâa kabilesine yardım vaad etti. Bu durum Kureyşliler’i telâşa düşürdü; reisleri Ebû Süfyân’ı Medine’ye göndererek anlaşmayı yenilemek istediler. Fakat Ebû Süfyân, Medine’de Hz. Peygamber’in hanımı olan kızı Ümmü Habîbe dahil hiç kimseden ilgi görmedi. Bu durum onun Kureyşliler nezdindeki itibarının sarsılmasına yol açtı. Mekke’yi fethetmek üzere harekete geçen İslâm ordusu Mekke yakınında Cuhfe’de karargâh kurunca Ebû Süfyân çocukluk arkadaşı Abbas b. Abdülmuttalib’in ısrarlarıyla Hz. Peygamber’in huzuruna çıktı ve İslâmiyet’i kabul etmek zorunda kaldı. Hz. Peygamber de fetih günü Mekke’de Ebû Süfyân’ın evine sığınanlara eman verileceğini bildirerek onu taltif etti. Ebû Süfyân’ın bunu Mekkeliler’e bizzat duyurması herkesten önce karısı Hind’in sert tepkisine yol açtı.
Ebû Süfyân’ın müslüman olduktan sonra katıldığı Huneyn Gazvesi’nin ilk safhasında müslüman öncü birliklerinin yenilmesine sevinmesi (İbn Hişâm, II, 443) İslâmiyet’i henüz gönülden kabul etmediğini göstermektedir. Hz. Peygamber, bu savaşta elde edilen ganimeti paylaştırırken müellefe-i kulûb*dan olan Ebû Süfyân’a 100 deve ile kırk ukıyye gümüş verdi. Oğulları Yezîd ile Muâviye de bu gruptan kabul edilerek kendilerine 100’er deve verildi. Bir şehir devletinin başkanlığından normal bir vatandaş durumuna düşen Ebû Süfyân’a ve oğullarına gösterilen bu ilgi onları çok memnun etti.
Ebû Süfyân Tâif Muhasarası’na da katıldı ve bu sırada bir gözünü kaybetti. 9. (630) yılda Necranlılar’la yapılan anlaşmanın şahitleri arasında yer alan Ebû Süfyân, Belâzürî’ye göre şartsız teslim olan Cüreş şehrine vali tayin edildi (Fütûh, s. 84); Hz. Ebû Bekir döneminde ise Necran âmilliğinde de bulundu (a.e., s. 150). Hz. Peygamber’in vefatı sırasında Ebû Süfyân Mekke’de bulunuyordu. İbn İshak’a göre Resûl-i Ekrem onu Mekke yakınlarındaki Kudeyd’de bulunan Menât putunu yıkmakla görevlendirmişti. Hz. Ebû Bekir’in halife olmasına karşı çıkan Ebû Süfyân daha sonra ona biat etti. Yetmiş yaşlarında iken Suriye’nin fethine gönderilen orduya katıldı. Yermük Savaşı’nda oğlu Yezîd’in idaresinde askerleri cesaretlendirmek için gayret sarfetti. Taberî onun gözünü bu savaşta kaybettiğini söylemektedir (Târîh, I, 2101). Zehebî’ye göre ise gözlerinden birini Tâif Muhasarası’nda, diğerini de Yermük’te kaybetmiştir (AǾlâmü’n-nübelâǿ, II, 106).
Ebû Süfyân 31’de (651-52) Medine’de vefat etti. Onun 30 (650-51), 32 (652-53) ve 34 (654-55) yıllarında öldüğünü söyleyenler de vardır.
Hz. Peygamber’in kâtipleri arasında yer aldığı söylenen Ebû Süfyân (M. Mustafa el-A‘zamî, s. 39) Resûl-i Ekrem’den bazı hadisler rivayet etmiştir (bk. Wensinck, el-MuǾcem, VIII, 105). Kendisinden, Herakleios ile yaptığı konuşmayı rivayet eden İbn Abbas’tan başka oğlu Muâviye ve Kays b. Ebû Hâzim’in de rivayette bulunduğu bilinmektedir.
Sünnî kaynakları Ebû Süfyân’ın İslâmiyet’i kabul ettikten sonra samimi bir müslüman olduğunu belirttiği halde daha ziyade Şiî müellifler bunun aksini iddia ederler. Hatta onun bir münafık ve zındık olduğunu, Hz. Peygamber’e inanmadığını, lâedriyye* mezhebini benimsediğini ileri sürenler de vardır (Ali Sâmî en-Neşşâr, I, 198). Süleyman Essop Dangor, Ebû Süfyân hakkında bilgi veren bazı tarihçilerin ona karşı düşmanca davrandıklarını ve objektif bilgi vermediklerini söyler (el-Ǿİlm, s. 60). Ebû Süfyân’ın ilerlemiş yaşına rağmen Suriye’deki fetihlere katılması, Yermük’te müslüman askerleri cesaretlendirmesi onun aleyhindeki iddiaların kasıtlı olduğunu göstermeye yeterlidir. Ayrıca Sünnî kaynaklarının, İslâmiyet’i gönülden benimsemeyen bir kişinin daha sonra samimi bir müslüman olduğunu kaydetmeleri de mümkün görünmemektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Wensinck, el-MuǾcem, VIII, 105; Buhârî, “Bedǿü’l-vahy”, 6; Vâkıdî, el-Megāzî, bk. İndeks; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 147, 264, 295, 417; II, 50, 60, 67, 75-77, 93-94, 214, 215, 395-397, 400, 402-403, 443, 492-493, ayrıca bk. İndeks; İbn Sa‘d, et-Tabakat, VIII, 44, 99, 236; Zübeyrî, Nesebü Kureyş, s. 121-122; Câhiz, el-ǾOsmâniyye (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1374/1955, s. 60, 71, 72, ayrıca bk. İndeks; İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 342, 575, 586; Belâzürî, Ensâb, IV/I, s. 1 vd.; a.mlf., Fütûh (Fayda), s. 84, 150, ayrıca bk. İndeks; Taberî, Târîħ (de Goeje), I, 1345 vd., 1364, 1418, 1437 vd., 1458, 1533, 1633, 1827, 2101; İbn Hazm, Cemhere, s. 274; İbn Abdülber, el-İstîǾâb, II, 183-184; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gābe, III, 12-13; İbn Hudeyde, el-Misbâhu’l-mudiy (nşr. M. Azîmüddin), Beyrut 1405/1985, I, 108-109; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, II, 105-107; a.mlf., Târîhu’l-İslâm: ǾAhdü’l-hulefâǿi’r-râşidîn, s. 368-370; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 178-180; a.mlf., Tehzîbü’t-Tehzîb, IV, 411-412; L. Caetani, İslâm Tarihi (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1924-27, VII, 43, 103; Yahyâ Muhammed el-Hârisî, Ebû Süfyân b. Harb fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm, Cîzân 1973; Ali Sâmî en-Neşşâr, Neşǿetü’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm, Kahire 1977, I, 198; II, 31; Muhammed Hıdır Hüseyin, Nakzu kitâb fi’ş-şiǾri’l-câhilî (nşr. Ali Rızâ et-Tunûsî), [baskı yeri yok] 1977 (Dâru Hassân), s. 151-153; Bedrân, Tehzîbü Târîhi Dımaşk, Beyrut 1379/1979, VI, 390-409; M. Mustafa el-A‘zamî, Küttâbü’n-nebî, Riyad 1401/1981, s. 39; Mustafa Fayda, İslâmiyet’in Güney Arabistan’a Yayılışı, Ankara 1982, s. 30, 64; Abbâs el-Kummî, el-Künâ ve’l-elkāb, Beyrut 1403/1983, I, 88-93; Muhammed Câsim el-Meşhedânî, Mevâridü’l-Belâzürî, Mekke 1986, I, 197-198; Süleyman Essop Dangor, “Abu Sufyan: Study of the Sources”, el-Ǿİlm, IX, Westville 1409/1989, s. 54-60; W. Montgomery Watt, “Abu Sufyan b. Harb”, EI² (İng.), I, 155-156.
Diyanet İslam Ansiklopedisi, Ebu Sufyan B. Harp Maddesinden alıntıdır.
Yazar: İrfan Aycan Anchor
EBU SUFYAN BİN HARB ile EBU SUFYAN BİN HARİSE Yİ KARIŞTIRMIŞSINIZ. LÜTFEN BİLGİ KİRLİLİĞİ YARATMAYIN…….
EBU SUFYAN BİN HARB MUAVİYENİN BABASI DIR VE MEKKENİN FETHİNDE MÜSLÜMAN OLMUŞTUR… AMA SON KISIMDA ANLATTIĞNIZ (HUNEYN VS.) OLAYLAR EBU SUFYAN BİN HARİS E AİTTİR VE PEYGAMBERİMİZİN AMCASININ OĞLUDUR…..
ebu süfyan bin harb in hayatını anlatırken şu bilgilere yer vermişiniz: Ebû Süfyân (r.a.) bundan sonra artık İslam’ın kahraman bir mücahidi oldu. “Allah’ın ve Resûlünün arslanı” olarak isimlendirildi. Onun Müslüman olarak katıldığı ilk savaş Huneyn oldu. Bu savaşta, daha önceki hatalarını affettirmek için canla başla mücadele etti. Bir ara Müslümanların Resûlullah’ın etrafından dağıldığını gördü. Etrafında onu koruyan birkaç kişi kalmıştı. Bunlardan birisi de Ebû Süfyân’dı (r.a.). Atından inmiş, kılıcının kınını kırmış, düşmana kılıç sallıyordu. Bunun manası, “ölünceye kadar Resûlullah’ı korumak” demekti. Sonrasını kendisi şöyle anlatır:
“Allah biliyor ki, o gün ben Resûlullah’ın önünde ölmek istiyordum! O sırada Abbas, Resûlullah’ın bindiği hayvanın gemini tutuyordu. Yüzümde miğfer olduğu için Resûlullah beni tanımamıştı. ‘Kim bu?’ diye sordu. Miğferimi kaldırdım. Hz. Abbas, ‘Yâ Resûlallah, kardeşin ve amcanın oğlu Ebû Süfyân’dır. Ondan razı ol.’ dedi. Resûlullah (a.s.m.), ‘Ondan razıyım. Allah onun bütün düşmanlıklarını bağışlasın.’ buyurdu. Ben hemen gittim, üzengideki ayağını öptüm. Bana döndü, ‘Evet, kardeşimdir.’ buyurdu.”
burda anlatılan olay, ebu süfyan bin haris (r.a.) başından geçen olay değil mi, bu yanlışı düzeltmelisiniz, daha önce birisi uyarmış ona rağmen düzeltmemişiniz, bu yanlışı bir an önce düzeltmenizi istiyorum
hatta ebu süfyan bin harb in huneyn savaşının başların da, İslam ordusunun beklenmedik bir bozgunla karşı karşıya kalması ânında
“Bu bozgunun, denize kadar arkası alınmaz!” dediği rivayet ediliyor, bu rivayet hakkında ne düşünüyorsunuz
Hata düzeltildi. Uyarınız için Allah razı olsun.
ebu süfyan bin harb in, hz. ebubekire ilk başlarda biat etmemesi İslâmiyet’i henüz gönülden kabul etmediğini mi göstermektedir.