Asıl adı “Abdullah bin Kays” olan Ebû Mûsâ (r.a.), Yemenlidir. Memleketinde bulunduğu sırada Son Peygamber’in ﷺ zuhur ettiğini ve Mekke’den Medine’ye hicret ettiğini işitince hiç tereddüt etmeden Müslüman oldu. İslamiyet’in Yemen’de yayılması için büyük gayret sarf etti. Gün geçtikçe, Yemen’de Müslüman olanların sayısı artmaya başladı. Kabileler, kendi aralarında Medine’ye hicret kafileleri düzenlediler.
Ebû Mûsâ da kendi kabilesinden olan Eş’arîlerden bir kafileyle Medine’ye hicret etmek üzere hazırlandı. Kendisi bu hadiseyi şöyle anlatıyor:
“Biz Eş’arîler Yemen’deyken, Resûlullah’ın peygamber olarak gönderildiğini ve Medine’ye hicret ettiğini duyduk. Biz de (ben ve kardeşlerim Ebû Bürde ile Ebû Ruhm) kavmimizden 53 kişiyle birlikte Resûlullah’ın yanına gitmek üzere muhacir olarak Yemen’den çıkmıştık. Bir gemiye bindik. Fakat havanın muhalefetiyle gemimiz bizi Habeşistan hükümdarı memleketine çıkardı.”[1]
Eş’arîler orada, Mekke’de iken müşriklerin ağır işkencelerine dayanamayarak Habeşistan’a hicret eden Hz. Câfer ve diğer Müslümanlarla karşılaştılar. Habeşistan’da bir müddet kaldıktan sonra Medine’ye hicret ettiler.
O sırada Müslümanlar bir hayli kuvvetlenmişler, müşrikler ve Yahudilerle yaptıkları savaşlarda birçok muvaffakiyet elde etmişlerdi. Habeşistan’dan gelen muhacirler Medine’ye ulaştıklarında İslam mücahitlerinin, Yahudilerin elinde bulunan Hayber’in fethine gittiklerini öğrendiler. Kendileri de cihat aşkıyla yanıp tutuşuyorlardı. Hiç vakit kaybetmediler. Medine’de kalmadan hemen Hayber’e hareket ettiler. Fakat oraya vardıklarında fethin tamamlandığını gördüler.
Peygamberimiz, onların dönmelerine çok sevindi. Habeşistan muhacirlerini karşılayarak onların hepsine, savaşa iştirak etmiş gibi ganimetten hisse verdi.[2]
Muzaffer ordu Hayber’den dönüyordu. Peygamberimiz, Hz. Ebû Mûsâ’yı bineğinin terkisine almıştı. Bir ara ona şöyle seslendi:
“Yâ Abdullah! Sana cennet hazinelerinden bir kelime söyleyeyim mi?”
Ebû Mûsâ, “Annem babam sana feda olsun, söyle yâ Resûlallah!” dedi. Peygamberimiz, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah, de.” buyurdu.[3]
Eş’arîler Medine’ye yerleştiler. Bir seferinde Resûlullah, onlara şu müjdeyi verdi:
“Ey gemi yolcuları! Emin olunuz ki, sizin için iki hicret sevabı vardır.”[4]
Eş’arîler için hiçbir söz, Peygamberimizin bu mübarek sözü kadar güzel ve sevindirici olmadı. Onların sevinci bununla da kalmadı. Peygamberimiz, “Eş’arîler bendendir, ben de onlardanım.”[5]buyurunca sevinçleri kat kat arttı.
Ebû Mûsâ el-Eş’arî, Tebük Savaşı’na, Mekke’nin Fethi’ne ve Huneyn Savaşı’na iştirak etti. Huneyn’de mücahitler tarafından bozguna uğratılan Havazinlerden bir kısmının Evtas Vadisi’nde toplandıkları görüldü. Peygamberimiz, Ebû Âmir el-Eş’arî Hazretleri’ne bir sancak vererek, bazı mücahitlerle birlikte, toplanan düşmanın üzerine yolladı. Evtas’ta mevzilenen düşman, kendisini savunmaya geçti.
Teke tek yapılan vuruşmada, kumandan Hz. Ebû Âmir, Havazinlerden birçoğunu yere serdi. Mızraklarla vuruşma başlayınca, Hz. Ebû Âmir yaralandı sancağı Ebû Mûsâ’ya vererek onu kumandan tayin etti.
Kumandanlığa geçen Ebû Mûsâ, savaşa girişti ve düşman kuvvetlerini dağıtmaya muvaffak oldu. Bu arada, Ebû Âmir’i yaralayan müşriki de öldürdü. Müşrikler savaş meydanından kaçınca, Ebû Âmir’in yanına geldi. Ona isabet eden ok hâlâ duruyordu. İsteği üzerine Ebû Mûsâ oku çıkardı. Okun çıktığı yerden şiddetli bir şekilde kan akmaya başladı. Ebû Âmir şehit olacağını anlayınca şöyle dedi:
“Resûlullah’a benden selam söyle ve ona kendisinden dua istediğimi haber ver.”
Bir müddet sonra da, aldığı yaranın tesiriyle şehit olarak hayata gözlerini yumdu.
Hz. Ebû Mûsâ, neticeyi haber vermek için Peygamberimizin yanına gitti. Resûlullah, iplerle örülmüş bir sedirde yatıyordu. İpler sırtında ve yanlarında iz bırakmıştı. Hz. Ebû Mûsâ, amcası oğlu Ebû Âmir’in şehit olduğunu haber verince, kalktı ve abdest aldı. İki elini kaldırarak, “Yâ Rabbi, Ebû Âmir’i affet!” buyurdu. Ebû Mûsâ kendisine de dua etmesini isteyince ona da şöyle dua etti:
“Allah’ım! Abdullah bin Kays’ın da günahlarını bağışla. Onu kıyamet gününde makbul bir makama kavuştur.”[6]
Ebû Mûsâ hayatı boyunca Peygamberimize hizmet etti. O mübarek nuru bir gölge gibi takip etti. Ebû Mûsâ’nın, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. O “Sahib-i Resûlullah (Peygamber Dostu)” olarak meşhurdu. Peygamberimiz bazen onu fedakârlıklarından, azim ve sebatından, ilme ve ibadete olan düşkünlüğünden dolayı şevklendirmek için müjdeler verirdi. Bu müjdelerden birisi şudur:
Bir akşam Hz. Ebû Mûsâ, yatsı namazını Peygamberimizle kılabilmek için mescide gitti. Ancak Peygamberimiz her zamanki vakitten biraz geç geldi. Ebû Mûsâ, Peygamberimiz gelinceye kadar bekledi. Peygamberimiz, bekleyenlere yatsı namazını kıldırdıktan sonra şu müjdeyi verdi:
“Gitmek için acele etmeyiniz, sizlere müjdem var: İnsanlar arasında sizden başka bu saatte namaz kılan hiç kimsenin bulunmaması, Allah’ın size bir nimetidir.”[7]
Ebû Mûsâ el-Eş’arî, Peygamberimizi Hayber’in fethinden sonra görmesine rağmen, zaruri ihtiyaçları haricinde huzurundan hiç ayrılmadı. Her seferinde yeni bir şey öğrenmek, yeni bir hikmet duymak için can atardı.
Bir Kur’ân bülbülü olan Ebû Mûsâ, Kur’ân öğrenmek için her türlü fırsatı ganimet bilir, Allah’ın kelamını en güzel şekilde okumaya çalışırdı. O, Kur’ân’ı sesiyle süsleyen sahabilerden birisiydi. Çok güzel okurdu. Bir defa Kur’ân okurken Peygamberimiz ona şu sözleriyle iltifat etti:
“Sana Dâvud’un (a.s.) nağmelerinden [okuyuşundan] bir nağme verilmiştir.”[8]
Bilindiği gibi, Hz. Dâvud (a.s.), Zebur’u çok güzel okurdu.
Hicret’in 9. yılında birçok kabile İslam’la şereflenmiş, birçok memleket de İslam topraklarına katılmıştı. Bu memleket halkına İslamiyet’in öğretilmesi gerekiyordu. Peygamber Efendimiz bu maksatla Hicret’in 9. yılı Muharrem ayında, İslam’ın yayıldığı bütün beldelere valiler gönderdi. Bu gayeyle vazifelendirdiği sahabilerden birisi de Ebû Mûsâ’dır. Peygamberimiz onu Zebid, Aden ve Sahil bölgelerine vali olarak gönderdi. Ebû Mûsâ’nın vazifesi, halka dinî vazifelerini öğretmek, idari işlerle meşgul olmak ve halk arasında çıkan davaları İslami hükümlere göre halletmeye çalışmaktı. Peygamberimiz, Muâz bin Cebel’i ve Ebû Mûsâ’yı yolcu ederken onlara şu tavsiyede bulundu:
“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.”[9]
Hz. Ebû Mûsâ, Hicret’in 10. yılında Peygamberimiz Veda Haccı’nda iken Mekke’ye geldi ve Resûlullah ile görüştü.
Hz. Ebû Bekir zamanında Medine’de ikamet eden Hz. Ebû Mûsâ, Hz. Ömer’in hilafetinde Irak’ın fethi için Sa’d bin Ebî Vakkas komutasında hazırlanan mücahit ordusuna katıldı. Çok büyük muvaffakiyetler gösterdi. Hz. Sa’d, onu Nusaybin’in ve Harran’ın fethine memur etti. Hz. Ebû Mûsâ, Nusaybin ve Harran’ın fethini gerçekleştirdi. Başta İsfehan ve Huzistan olmak üzere İran topraklarının fethini sağlayan, Ebû Mûsâ idi.
Irak’ın fethi tamamlandığında Hz. Ömer onu Basra valiliğine tayin etti. Basralılara da şöyle bir mektup yazdı:
“Ebû Mûsâ’yı size vali olarak gönderiyorum. Tâ ki, zayıfınızın hakkını kuvvetliden alsın. Sizinle birlikte düşmanlarınıza karşı mücadele etsin. Yollarınızda emniyet ve asayişi temin etsin…”
Hz. Ebû Mûsâ, Basra’ya gittiğinde onlara, “Emîre’l-Müminîn Ömer bin Hattab, beni size, Allah’ın kitabını ve Peygamber’in sünnetini öğretmek için gönderdi.”[10]diyerek, en mühim vazifesini dile getirdi.
Ebû Mûsâ gerçekten de Basra’da kaldığı müddetçe bütün vaktini Kur’ân öğretmekle geçirdi. Bir gün Hz. Ömer, Basra’dan gelen Enes bin Mâlik’e, Ebû Mûsâ’nın ne yaptığını sordu. Hz. Enes, onun devamlı olarak halka Kur’ân öğretmekle meşgul olduğunu haber verdi.[11]
Hz. Ömer, valilerine, “Yanınızda ne kadar Kur’ân okuyucuları varsa bir liste hâlinde bana bildirin. Onları Kur’ân-ı Kerim öğretmek için etrafa göndereceğim.” şeklinde bir mektup yazdı. Bu mektuba gelen cevaplardan sonra, halka Kur’ân öğreten valiler içerisinde ön sırayı Ebû Mûsâ’nın aldığı ortaya çıktı. Onun Kur’ân öğrettiği Müslümanların sayısı 300 kişiyi geçmiş bulunuyordu.
Ebû Mûsâ bir yandan Basralılara Kur’ân ve sünneti öğretiyor, bir yandan da onlara vaaz veriyordu. Onun vaazları halk üzerinde çok tesir uyandırıyordu. Vaazını dinleyenler gözyaşlarını tutamıyorlardı.
Hz. Ebû Mûsâ, Basra şehrinin imarı için de çalıştı. Hz. Ömer’in emri üzerine, içme suyunu Basralıların ayağına taşıyacak bir kanal açtırdı. Bu kanala “Ebû Mûsâ Kanalı” denildi. Kanal yapılmadan önce halk, altı mil mesafeden içme suyu taşıyordu. Hepsi bu kanaldan faydalandılar. Her ev bu suyu kullanmaya başladı.[12]
Ebû Mûsâ bir müddet Basra valiliği yaptıktan sonra, Kûfelilerin isteği üzerine Kûfe valiliğine tayin edildi.
Ebû Mûsâ sünnete son derece bağlıydı. Onun için en güzel rehber ve örnek, Peygamberimizin hayatıydı. Her sözünde, her fiilinde, her hareketinde Resûl-i Ekrem’i taklit ederdi. Öyle ki, en basit işlerinde bile Peygamberimizi örnek alırdı. “Ben Resûl-i Ekrem’in izini takip eder, onun yaptığını yapmaya çalışırım.”[13]sözü, onun sünnete bağlılığını ifade ettiği gibi, şu hareketleri de buna canlı bir misaldir:
Bir gün oğlu aksırdı. Ona “Yerhamükellah.” demedi. Başka birisi aksırdı. Ona “Yerhamükellah.” diye cevap verdi. Kendisinden bunun sebebi sorulduğunda şu cevabı verdi:
“Peygamber’in, ‘Herhangi biriniz aksırdığı zaman, eğer “Elhamdülillah.” derse, siz de ‘Yerhamükellah.’ deyin, demezse, siz ona ‘Yerhamükellah.’ demeyin.’ buyurduğunu işittim.”[14]
Hz. Ebû Mûsâ bir defasında Halife Hz. Ömer’i ziyarete gelmişti. Huzuruna girmek için izin istedi. İstediğine karşılık alamayınca geri döndü. Hz. Ömer onun döndüğünü görünce sebebini sordu. Ebû Mûsâ ona şu cevabı verdi:
“Sizden üç kere müsaade istedim, ama izin vermediniz. Bunun üzerine geri döndüm. Zira Resûl-i Ekrem’in, ‘Herhangi biriniz bir yere girmek istediğinde üç defa müsaade istesin, müsaade edilmezse geri dönsün.’ buyurduğunu işittim.”[15]
Hz. Ebû Mûsâ, son derece iffetli, temiz ve her türlü günahtan uzak kalmaya çalışan bir zattı. Onun her hâl ve hareketinde takva ve fazilet göze çarpardı. Kalbinde en iyi yer eden his, “Allah korkusu”ydu. Son derece rikkat sahibiydi. Ahireti çok düşünür, ölümü çok hatırlardı. Çünkü ölüm kadar tesirli bir nasihatçi yoktu.
Bir gün Enes bin Mâlik’e, “Ey Enes! Bugünkü insanlar ahiret hususunda ne kadar geridedirler! Ahireti hiç düşünmüyorlar.” dedi. Hz. Enes, “Nefsani arzu ve istekler ile şeytan, onları bu gaflet ve uykuya sürüklemiştir.” cevabını verince, şunları söyledi:
“Hayır, öyle değil! Dünya onlara peşin olarak gösterilmiş, ahiret ise onlardan perdelenmiştir. Eğer dünyayı gördükleri gibi ahireti de hakkıyla görmüş olsalardı, ahiretten yüz çevirmez ve bu dünyaya bu kadar sarılmazlardı.”[16]
Ebû Mûsâ, âlim sahabilerdendi. Peygamberimiz, kendisine fetva vermek üzere izin vermişti. Hz. Ömer devrinde fetva veren dört sahabiden birisiydi. Hz. Ali, Ebû Mûsâ hakkında, “Bu zat baştan aşağı ilimdir.” diyerek onu methetmektedir. Buna rağmen o son derece mütevaziydi. İlim öğrenmekten gayesi “Allah rızası” olduğundan, bilmediği bir hususta “Bilemiyorum.” derdi. Verdiği fetvanın daha isabetlisini işitirse, “Doğrusu budur.” diyerek hakkı kabul ederdi.
Ebû Mûsâ’nın en kıymetli hasletlerinden birisi de tevekkülüydü. Hiçbir tehlike onu korkutmaz, hiçbir mihnet ve meşakkat onu endişeye düşürmezdi. Başına ne gelse rıza gösterir, kader perdesinin arkasındaki güzel neticeleri düşünürdü.
Hz. Ebû Mûsâ, hadis ilminde de önde gelen sahabilerdendi. Peygamberimizden 360 hadis rivayet etmiştir. Bu hadisler, Buhârî, Müslim, Müsned ve diğer hadis kitaplarında yer alır. Onlardan ikisi şu mealdedir:
“İyi arkadaş ile kötü arkadaşın benzeri, misk satan ile ateş üfleyip saçan demirci körüğü gibidir. Misk sahibi ya bir miktar bu güzel kokudan sana hediye eder yahut satın alırsın yahut da onun güzel kokusundan istifade edersin. Demirci körüğünün nefesi ise ya senin elbiseni yakar ya da ondan ağır bir koku koklamak zorunda kalırsın.”[17]
Bir diğer hadis de şu mealdedir:
“Peygamberimiz mübarek parmaklarını birbirine geçirdi ve ‘Mümin diğer mümin kardeşleriyle, parçaları birbiriyle kenetlenmiş bina gibidir. Birbirlerini sımsıkı tutarlar.’ buyurdu.”[18]
Ebû Mûsâ vefat edeceği zaman, gençlerden, kendisi için bir mezar kazmalarını istedi. Gençler mezarı kazıp geldikten sonra da şu ibretli sözleri söyledi:
“Allah’a yemin ederim ki, bana kazdığınız bu kabir iki yerden biri olacaktır. Ya o kadar genişletilecek ki, her bir köşesi 40 arşın olacak ve onda cennete açılan bir kapı bırakılacaktır. Ben o kapıdan cennetteki köşküme ve Cenâb-ı Hakk’ın benim için hazırladığı nimetlere bakacağım. O kabirden cennetteki evimi, dünyadaki evimden daha çabuk bulup kıyamete kadar onun güzel kokusundan ve güzel havasından istifade edeceğim. Ya da —Allah korusun, kötü bir kimse isem—benim kabrim o kadar daraltılacaktır ki, mızrağın başındaki sivri demirden daha dar olacaktır. Orada cehenneme bakan bir kapı açılacak; ben o kapıdan cehennemdeki yerimi dünyadaki evimden daha çabuk bulup, onun pis kokusundan ve zehirli havasından kıyamete kadar eza duyacağım.”[19]
Hz. Ebû Mûsâ 63 yaşındayken Mekke’de vefat etti.
Allah ondan razı olsun!
___________________________________________
[1]Buhârî, Megâzî: 40.
[2]Tabakât, 2: 108.
[3]Buhârî, Daavât: 15.
[4]age., Megâzî: 40.
[5]Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 167.
[6]age., 165.
[7]Buhârî, Salat: 134.
[8]Müslim, Misafirîn: 235; Fethü’r-Rabbânî, 22: 400.
[9]Müsned, 4: 417.
[10]Hayâtü’s-Sahâbe, 2: 165.
[11]Tabakât, 2: 345.
[12]Ömer Rıza Doğrul, Asr-ı Saadet, 4: 373.
[13]Müsned, 4: 419.
[14]age., 4: 418.
[15]age., 4: 418.
[16]Hayâtü’s-Sahâbe, 3: 431-432.
[17]Buhârî, Salât: 88; Müslim, Birr: 65.
[18]Buhârî, Zebâih: 31.
[19]Hayâtü’s-Sahâbe, 3: 429.