Müslümanların sayısı Medine’de gün geçtikçe artıyordu. Bu arada hak dinin kurtarıcı eli Hz. Ebû Katâde’ye de ulaştı. Ebû Katâde (r.a.) hiç tereddüt etmeden Müslüman oldu.
“Fâris-i Resûlullah (Resûlullah’ın Süvarisi)” unvanıyla anılan Hz. Ebû Katâde, Uhud ve Hendek Savaşlarına katıldı. Hicret’in 6. yılında vuku bulan Gàbe Zü-Gared Gazası’nda çok büyük kahramanlıklar göstererek Peygamberimizin duasına ve medhine mazhar oldu. Bu gaza şu şekilde cereyan etti:
Peygamberimizin sağılır durumda 20 devesi vardı. Bunlar Gàbe’de otlatılmakta iken Gatafan ve Fezârîlerden 40 atlı, bir gece baskın yaparak, develeri otlatan Hz. Ebû Zerr-i Gıfârî’nin oğlunu şehit ettiler. Develeri de götürdüler.
Sabahleyin develerin sütlerini Resûlullah’a götürmek için Gàbe’ye hareket eden Seleme bin Ekvâ (r.a.), develerin götürüldüğünü haber alınca, Seniyyetü’l-Veda tepesine çıktı. Müşriklerin bazılarını gördü. Medine’ye doğru yöneldi ve üç kere “Baskına uğradık! Yetişiniz, bastan var, savaş var!” diye bağırdı.[1]Sesinin Medine’den duyulduğuna kanaat getirdikten sonra da baskıncıları takip etmeye koyuldu. Yaya olduğu hâlde onlara yetişti ve üzerlerine ok yağdırmaya başladı. Bir yandan da, “Ben Ekvâ’nın oğluyum! Bugün, alçakların öleceği gündür!” diye haykırıyordu. Onlardan birkaçını öldürdü. Bazıları develeri bırakıp kaçmak mecburiyetinde kaldı.[2]
Durumu haber alan İslam süvarileri, Peygamberimizin yanında toplandılar. Bu sırada Resûlullah’ın süvarisi Ebû Katâde başını yıkamakla meşguldü Atı kişmeye ve ayaklarını yere vurmaya başladı. Ebû Katâde başını yıkamayı bırakarak, “Vallahi bu at, süvari kokusu almıştır! Bu, hazırlanmış bir savaşa işarettir.” dedi ve atına binerek hemen Peygamberimizin yanına gitti. Resûlullah onu görür görmez, “Ey Ebû Katâde! Hemen hareket et. Allah yardımcın olsun!” buyurdu. Hz. Ebû Katâde, diğer süvarilerle birlikte baskıncı müşrikleri takibe başladı.
Onlara ilk yetişen, Muhriz bin Nadre (r.a.) oldu. Başından beri müşrikleri takip eden ve onları zor durumda bırakan Hz. Seleme bin Ekvâ, Hz. Muhriz’in önüne çıktı ve diğer süvariler de gelinceye kadar beklemesini istedi. Ancak şehit olmak arzusuyla dolu olan Muhriz, onun isteğini reddetti ve şöyle dedi:
“Ey Seleme! Şayet sen Allah’a ve ahiret gününe inanıyor, cennet ve cehennemi hak ve gerçek tanıyorsan, benimle şehitlik arasından çekil!” dedi. Ve müşriklerin üzerine yürüdü. Onlardan Abdurrahman bin Uyeyne’yi mızrakla yaraladı. Ancak o da Hz. Muhriz’i şehit etti. Ebû Katâde yetişti ve Muhriz’in katili Abdurrahman’ı öldürdü.[3]
Bundan sonra müşrikleri takibe devam eden Hz. Ebû Katâde, duraklamadan üzerlerine saldırdı. Reisleri olan Mes’âde’yi öldürdü. Bu adamı kendisinin öldürdüğünü belli etmek için kaftanını çıkardı, üzerine örttü. Ebû Katâde diyor ki: “Sonra ilerledim. Mes’âde’nin yeğeninin üzerine yürüdüm. Kendisi 17 kişilik bir süvari müfrezesinin içinde belli oluyordu. Onu mızrakladım. Sırt omurgasını vurup deldim. Yanında bulunan süvariler bozulup dağıldılar.”
Peygamberimizle birlikte gelen sahabiler, Ebû Katâde’nin öldürdüğü Mes’âde’nin üzerine örttüğü kaftanı görünce tanıdılar ve “Ebû Katâde öldürülmüş. İnna lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.” dediler. Peygamberimiz ise şöyle buyurdu:
“Hayır, Ebû Katâde öldürülmemiştir. Fakat o ölü, Ebû Katâde’nin öldürdüğü bir müşriktir. Ebû Katâde, onu kendisinin öldürdüğü bilinsin diye kendi kaftanını onun üzerine örtmüştür.[4]Allah, Ebû Katâde’yi rahmetiyle esirgesin. Beni peygamberlikle şereflendiren Allah’a yemin ederim ki, Ebû Katâde şiir okuyarak müşriklerin ardına düşmüştür.”
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer koşarak ölü üzerindeki örtüyü açtılar. Mes’âde’nin yüzünü görünce, “Allahu ekber! Allah ve Resûlü doğru söylemiştir.” dediler.
Neticede İslam mücahitleri, müşrikleri bozguna uğrattılar. Develerin 10 tanesini kurtardılar. Ebû Katâde, Peygamberimizin yanına geldiğinde Resûlullah ona bakarak şöyle dua etti:
“Ey Allah’ım! Onun saçına ve derisine bereket ver, onu zinde yaşat ve muradına erdir.”
Daha sonra “Mes’âde’yi sen mi öldürdün?” diye sordu. Ebû Katâde, “Evet.” dedi. Peygamber Efendimiz, onun yüzündeki yara izini gördü ve “Yanıma yaklaş.” buyurdu. Ebû Katâde, Resûlullah’ın yanına yaklaştı. Peygamberimiz onun yarasına mübarek ağız suyunu sürdü. Neticede Ebû Katâde’nin hiçbir ağrısı ve sızısı kalmadı.[5]
Mücahitler Medine’ye dönerlerken Peygamberimiz, Ebû Katâde’yi ve Seleme bin Ekvâ’yı şöyle takdir ve taltif etti:
“Bugün süvarilerin en hayırlısı Ebû Katâde, piyadelerin en hayırlısı da Seleme idi.”[6]
Sahabiler, Allah’ın Resûl’ü uğrunda böyle canlarını feda edercesine çalışıyorlardı. Resûlullah da onlara hem dua ediyor, hem de methederek şevk veriyordu.
Hicret’in 8. yılında Müslümanların Rumlarla yapmış olduğu Mute Savaşı’nda, İslam mücahitlerinin karşısına dikilen 200 bin kişilik düşman ordusunun 100 binini müşrik Arap askerleri teşkil ediyordu. Bunlar arasında Kudaalardan birçok kabile bulunuyordu. Bu kabilelerden birisi de Benî Gatafanlar idi. Gatafanlar, Medine’nin doğusunda yer alan Hadıra’da ikamet ediyorlardı. Peygamberimiz bu kabileyi cezalandırmak için askerî birlik hazırladı. Bu birliğin başına da cesaretini yakinen bildiği ve tedbirli hareket edeceğinden emin olduğu Ebû Katâde’yi kumandan tayin etti. Yolcu ederken şu tavsiyede bulundu:
“Geceleri yürüyüp gündüzleri gizleniniz. Dağınık düzenle dört taraftan kuşatarak Gatafanlara birden baskın yapınız! Kadınları ve çocukları öldürmeyiniz…”
Ebû Katâde, Peygamber Efendimizin tavsiyelerine harfiyen uydu. Çok tedbirli hareket etti. Hadıra’ya vardıklarında mücahitleri ikişer ikişer gruplara ayırdı. Allah’ın emirlerini yerine getirmelerini ve yasaklarından kaçınmalarını tavsiye etti ve devamla şunları söyledi:
“Ölmedikçe hiç kimse arkadaşından ayrılmayacak. Dönünce arkadaşı hakkında bana bilgi verecek. Arkadaşından sorulduğu zaman, ‘Onun hakkında benim bilgim yok.’ demeyecek! Ben tekbir getirdiğim zaman siz de tekbir getireceksiniz. Kaçan düşmanı kovalamak için ardına düşüp birlikten uzaklaşmayacaksınız…”
Ebû Katâde bunları söyledikten sonra tekbir getirerek, Gatafanların konak yerlerinde kalabalık bir topluluğa hücum etti. Büyük bir zaferle Medine’ye döndüler.[7]
Huneyn Savaşı’na katılan ve büyük kahramanlıklar gösteren Ebû Katâde, Tebük Savaşı’na da iştirak etti. Peygamberimizin hemen yanı başında yürüyordu.
Resûlullah bir ara sahabilere, “Yarın su bulamazsınız, susuzluğa uğrayacaksınız!” buyurarak, ihtiyatlı olmalarını hatırlattı. Bunun üzerine sahabiler su aramaya çıktılar. Ebû Katâde ise, Peygamberimizin yanından ayrılmadı. Susuzluğa dayanabilirdi, ama Resûlullah’a bir zarar gelmesine tahammül edemezdi. Peygamberimizin yanında kalmayı tercih etti.
Gece idi… Bir ara Peygamber Efendimiz devesinin üzerinde uyudu, düşecek gibi oldu. Ebû Katâde, Resûlullah’ın yanına geldi ve onu doğrulttu. Sonra da gözünü Peygamberimizden hiç ayırmadan başında nöbet tuttu. Peygamberimiz tekrar eğildi. Hz. Ebû Katâde yine doğrulttu. Bu defa Resûlullah uyanmıştı. “Kimsiniz?” diye sordu. Ebû Katâde olduğunu öğrenince şöyle dua etti:
“Sen Resûlullah’ı koruduğun gibi, Allah da seni korusun.”[8]
Hz. Ebû Katâde, İslam kardeşliğini bütün canlılığıyla yaşayan, yüksek ruhlu bir zattı. Şu hadise buna canlı bir misaldir:
Bir gün Peygamberimizin huzuruna bir cenaze getirdiler ve onun namazını kılmasını rica ettiler. Resûlullah, “Bu zatın borcu var mı?” diye sordu. “Evet, iki dinar borcu var.” dediler. Peygamberimiz tekrar sordu: “Bu borcunu ödeyecek bir karşılık bıraktı mı?” “Hayır.” cevabını verdiler. Peygamber Efendimiz, “O hâlde götürünüz, onun namazını kılınız.” buyurdu. Ebû Katâde de oradaydı. “Yâ Resulallah, onun borcunu ödemeyi ben üzerime alıyorum.” deyince, Peygamberimiz o zaman cenaze namazını kıldı.[9]
Hz. Ebû Katâde, iyiliği emredip kötülükten alıkoymaya son derece itina gösterirdi. Her hâl ve hareketinde sünnet üzere hareket ederdi. Resûlullah’a olan sevgisi, tarif edilemeyecek kadar yüceydi. Sevdiklerini Allah ve Resûlü için severdi. Allah ve Resûlünün rızası olmasa en yakınlarına bile iltifat etmezdi.
Amcası oğlu Ka’b bin Mâlik (r.a.), mazeretsiz olarak Tebük Savaşı’na katılmamıştı. Dönüşte Peygamberimiz onu yanına çağırdı. Ka’b, gazaya katılmamak için hiçbir mazereti olmadığını söyleyince, Resulullah, “Hakkında Allah’ın hükmü vahyedilinceye kadar bekle.” buyurdu. Ve sahabilerine, onunla konuşmayı yasak etti. Bunun üzerine hiç kimse Ka’b bin Mâlik’le konuşmadı. Hz. Ka’b anlatıyor:
“Müslümanların bu suretle benimle münasebeti kesmeleri uzun sürünce, gidip amcamın oğlu ve en çok sevdiğim Ebû Katâde’nin bahçesinin duvarını atladım ve ona selam verdim. Allah’a yemin ederim ki, selamımı almadı! Bunun üzerine, ‘Yâ Ebû Katâde! Allah için sana soruyorum: Allah’ı ve Resûlünü ne kadar sevdiğimi biliyor musun?’ dedim. Sustu. Sözümü tekrarladım, yine sustu. Yine tekrarladım, ‘Allah ve Peygamberi daha iyi bilir.’ dedi. Bunun üzerine gözüm yaş dolup taştı. Arkama dönüp bahçeden çıktım.”[10]
Bilindiği gibi, Hz. Ka’b sonradan İlahî affa mazhar olarak, tekrar sevdiklerinin alaka ve iltifatına kavuştu. [Ka’b bin Mâlik maddesine bakınız.]
Mukaddes hayatını Kur’ân’ın neşrine ve hadislerin yayılmasına hasreden Ebû Katâde, Peygamberimizden 170 hadis rivayet etmiştir. Bu hadisler, Müslim, Müsned ve diğer hadis kitaplarında yer alır. Onlardan biri şu mealdedir:
“Kim ki borçlusuna nefes aldırır yahut ona mühlet verirse, Cenâb-ı Hak onu, kıyamet gününde Arş’ının gölgesinde gölgelendirir.”[11]
Bir diğeri de şu mealdedir:
Resûlullah’ın yanından bir cenaze geçirdiler. Resûlullah “Rahata ermiş yahut kendisinden kurtulunmuş.” buyurdu. Sahabiler, “Bu rahatlayan ve kendisinden kurtulunan ne demektir?” diye sordular. Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“Mümin bir kul, dünyanın yorgunluğundan rahata erer. Günahkâr kuldan ise insanlar, melekler, ağaçlar ve hayvanlar kurtulup rahata ererler.”[12]
İlim ve irfanını ümmetine miras bırakan Ebû Katâde Hz. Ali’nin hilafeti sırasında Hicrî 54’te Medine’de vefat ettiği zaman, Peygamber Efendimizin Gàbe Zü-Gared Gazası’ndan sonra yaptığı, “Ey Allah’ım, onun saçına ve derisine bereket ver, onu zinde yaşat.” duasının bereketiyle, 15 yaşında imiş gibi zinde ve dinç bulunuyordu.
Allah ondan razı olsun!