Peygamberimiz ﷺ, gördüğü bir rüya üzerine 1400 sahabiyle birlikte umre için Kâbe’ye hareket etti. Bunu haber alan müşrikler, Müslümanları Kâbe’ye sokmamaya karar verdiler. Bunun üzerine Re­sû­lul­lah ﷺ, Hudeybiye’de konakladı. Mekke’den gelen elçilere, “Biz hiç kimseyle savaşmak için gelme­dik. Biz sadece umre yapmak, Beytullah’ı tavaf etmek için gelmiş bulunuyoruz.” dediyse de, müşrikler ısrar ettiler. Bu yıl Müslümanları Kâbe’ye sokmamaya ke­sin kararlı olduklarını bildirdiler. Görüşüp konuşmalardan sonra, bir anlaşma yapmak için karar alındı. Müşrikler, anlaşmanın yapılması için Süheyl bin Amr’ı görevlendirdiler. Süheyl o sıralarda henüz Müslüman ol­mamış, azılı bir İslam düşmanıydı. Anlaşma metnine Besmele yazılmasına ve Peygamberimiz­den “Allah’ın Resûl’ü” diye bahsedilmesine itiraz etti. “Biz senin Re­sû­lul­lah ol­duğuna inansaydık zaten seninle savaşmazdık!” dedi. Süheyl’in oğlu Abdullah da oradaydı. Hz. Abdullah, İslamiyet’in ilk yıllarında Müslüman olmuş, bu se­beple babasının işkencelerine maruz kalmıştı. Babasının Re­sû­lul­lah’a karşı bu saygısız davranışı onu çok rahatsız etti. Mahcubiyetinden başını yere eğdi. (Mekke’nin fethinden sonra Süheyl’in de İslam dairesine girdiğini göreceğiz. “Süheyl bin Artır” ve “Abdullah bin Süheyl” maddelerine bakınız).

Sonunda anlaşma maddeleri tespit edildi ve yazıldı. Buna göre, Müşriklerle Müslü­manlar 10 yıl birbirleriyle savaşmayacaklar, Müslümanlar bu yıl Kâbe’yi tavaf etmeden geri dönecekler, fakat gelecek yıl tavaf yapabileceklerdi. Pey­gamberimiz, Mekkelilerden Müslüman olmak isteyenleri yanında götürmeyecek, Mekke’de oturmak isteyen Ashâbına da engel olmayacaktı. Anlaşmanın daha başka maddeleri de vardı.

Maddelerin yazılması tamamlanmış, fakat henüz imzalanmamıştı. Tam bu sırada beklenmedik bir şey oldu: Ayakları zincire vurulmuş bir genç, zinciri sürükleye sürükleye Re­sû­lul­lah’ın yanına geldi! Bu, Süheyl bin Amr’ın oğlu Ebû Cendel’den başkası değildi. Ebû Cendel, Müslüman olduğu için müşrikler tara­fından zincire vurulmuştu. Süheyl daha önce diğer oğlu Abdullah’a acımasızca işkence ettiği gibi, Hz. Ebû Cen­del’e de işkence etmişti. Şimdi ise onu karşısın­da görünce çok sinirlendi. Üzerine yürü­dü. Elindeki dikenli budaklı ağaç dalıy­la yüzüne vurmaya başladı. Sonra da, “Ey Muhammed, anlaşmamız gereğince bana geri vereceğin ilk kişi budur.” dedi. Peygamberi­miz henüz anlaşmanın im­zalanmadığını söyledi, onu anlaşma hükmünün dışında tutma­­sı ricasında bu­lundu. Fakat Süheyl kabul etmedi. Oğlunu geri vermediği takdirde an­­laşmayı imza etmeyeceğini söyledi. Bunun üzerine Peygamberimiz onu iade etti. An­­laşma imzalandı.

Süheyl, oğlunu tuttu, çeke çeke götürmeye başladı. Ebû Cendel (r.a.), Müslümanlara hitaben, “Ey Müslümanlar! Müslüman olarak yanınıza geldiğim hâlde, siz beni müşriklere geri mi iade ediyorsunuz?! İşkenceye uğratıldığımı bilmiyor musunuz?! Ey Müslümanlar! Siz bana işkence yapsınlar, beni dinimden döndür­sünler diye mi müşriklere geri veriyorsunuz?!” diye feryat ediyordu. Müslüman­lar onun bu feryadına dayanamadılar, gözyaşlarını tutamadılar. Peygamberi­miz, Ebû Cendel’in yanına yaklaştı. Onu teselli etti:

“Ebû Cendel! Bunlarla, aramızda yazılan barış yazısı tamamlandı. Biraz daha sabret, Allah’tan bunun sevabını bekle. Hiç şüphesiz, Yüce Allah senin için de, senin yanında bulunan zayıf ve kimsesiz Müslümanlar için de bir çıkış yolu ve bir genişlik yaratacaktır. Biz şu kavimle bir barış anlaşması yapmış, kendileri­ne Allah adına söz vermiş bulunuyoruz. Onlara verdiğimiz söze vefasızlık ede­meyiz.”

Re­sû­lul­lah ﷺ bundan sonra Süheyl’den, Ebû Cendel’i bırakmasını tekrar rica etti. Süheyl bunu kabul etmeyince, “Öyleyse onu himayene al.” buyurdu. Süheyl, Re­sû­lul­lah’ın bu isteğini de reddetti.

Fakat Süheyl ile birlikte gelen Mikraz bin Hafs ile Huvaytıp bin Abduluzza, “Ya Muhammed, senin hatırın için onu biz himayemize alıyoruz. Ona işkence yaptırmayacağız.” dediler.

Sonra da babasıyla birlikte oradan ayrıldı. Bir müddet sonra Peygamberimiz de Ashâbıyla birlikte Hudeybiye’den ayrılıp Medine’ye hareket etti.

Şüphesiz, şer gibi görülen şeylerin arkasında nice hayırlar, nice hikmetler var­dı. Ancak perde gerisindeki rahmet tecellilerini göremeyenler mahzun oluyor­du. Nitekim Hudeybiye Anlaşması birçok hayrı da beraberinde getirdi. Müs­lüman olduğu için işkencelere maruz bırakılan, fakat bir yolunu bulup kaçan Ebû Basîr, Zülhuleyfe’de İs Vadisi’nde mekân tuttu. Hemen sonra Ebû Cendel (r.a.) ve daha birçok sahabi de Mekke’den kaçarak onun yanına geldiler. Bu mücahitler, Kureyşlilerin ticaret yollarını kesti­ler, müşrikleri canlarından bez­dirdiler. Nihayet müşrikler, Peygamberimize, “Allah aş­kına, akrabalık aşkına sen onlara haber sal, bundan böyle her kim senin yanına gelirse, o emniyet ve selamettedir, o geri çevrilmeyecektir.” diye haber gönderdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz, Ebû Basîr’e (r.a.) bir mektup yazarak, ailelerinin yanına dönebi­­leceklerini, artık kervanlara saldırmamalarını emretti. Re­sû­lul­lah’ın mektubu Ebû Ba­sîr’e ölüm döşeğindeyken ulaştı. Ebû Basîr (r.a.) mektubu okudu, sonra da ruhunu teslim etti. Ebû Cendel de (r.a.), yanındaki Müslümanlarla birlikte Medine’ye döndü. Bunlar 70 kişiydiler.

Bundan sonraki hayatını İslam’a hizmet yolunda geçiren Ebû Cendel (r.a.), Hz. Ömer’in hilafeti döneminde Hicret’in 18. yılında vefat etti.

Allah ondan razı olsun![1]


___________________________________

[1]Sîre, 3: 331, 337; Üsdü’l-Gàbe, 5: 160; Hz. Muhammed ve İslamiyet, 6: 202-206.