Peygamber Efendimizin Hudeybiye’den Medine’ye dönüşü üzerinden pek fazla bir zaman geçmemişti.

Bu sırada İslamiyetle müşerref olan Sakif kabilesinden Ebû Basir adındaki zât, bir fırsatını bulup Mekke’den Medine’ye geldi.

Üç gün sonra, onu istemek üzere, Ku­reyşliler, iki kişi gönderdiler. Bunlar, Peygamber Efendimize, “Bize karşı imza ettiğin antlaşma­yı hatırlatırız!” diye­rek Ebû Basir’i ge­ri istediler.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, antlaşma gereğince Ebû Basir’i geri vermek zo­run­daydı. Ona, “Ey Ebû Basir! Biliyorsun ki biz şu Ku­reyşli­lerle bir antlaşma yap­mış ve onlara söz vermiş bulunuyoruz. Dini­mize göre, verdiğimiz sözde dur­mamak bize yaraşmaz! Muhakkak, Allah, sana ve senin gibi müşrikler için­de kalan Müslümanlara bir genişlik, bir çıkar yol halkedecek­tir!” deyip te­selli verdi; sonra da onu, gelen adamlara iade etti.

Ebû Basir, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bana işkence yapsınlar, beni dinimden döndür­sünler diye mi müşriklere geri veriyorsun?” diye feryat etti.

Resûl-i Ekrem, tekrar ona teselli verdi: “Sen git! Muhakkak, Allah, sana ve senin gibilere bir çıkar yol halk ede­cektir!”[1]

Ku­reyş’in gönderdiği iki adam, Ebû Basir’i alarak Medine’den yo­la çıktılar. Zülhuleyfe’ye ulaştıklarında orada oturup beraber yemek yediler.

Ebû Basir, her an onlardan nasıl kurtulabileceğini düşünüyordu. Önce on­larla yakınlık peydâ etmek istedi. Bunun için kendileriy­le sohbete başladı. Hu­neys adındakinin ismini, babasının kim ol­duğunu sorup öğrendikten sonra, “Öyle zannediyorum ki senin şu kılıcın oldukça keskindir!” dedi.

Adam, “Evet” dedi. “Oldukça keskindir!”

Ebû Basir, gayet sâkin ve emniyet verici bir tavırla, “Ona bir bakabilir mi­yim?” diye sordu.

Huneys, “İstiyorsan, al, bak!” dedi.

Ebû Basir, bulunmaz fırsatı yakalamıştı. Kılıcı kaptığı gibi Hu­neys’­in üze­rine yürüyüp işini bitirdi.[2]

Bunu gören diğer arkadaşı, son sürat kaçarak Medine’ye geldi. Peygamber Efendimizin huzuruna çıkıp, “Ada­mınız, ar­kadaşımı öldürdü; ben ise elinden zor kurtuldum!” diyerek Ebû Basir’den şikayet etti.

Bu sırada Ebû Basir de geldi. “Yâ Re­sû­lal­lah! Sen, beni onlara teslim ile ah­dini ifa etmiş oldun. Şimdi, Allah beni onlardan kurtardı!” diyerek bir daha müşriklere iade edilmeyip Medine’de kalmayı istedi.

Ebû Basir’in cesaretine ve atılganlığına hayret eden Efendimiz, sahabelere hi­taben, “Bu adam, harp kışkırtıcısı, kızıştırıcısıdır! Hele yanında, birtakım adam­lar da bulunsa, artık elinden gelmeyecek şey yoktur!” diye buyurdu.[3]

Bu sözler üzerine Ebû Basir, tekrar Ku­reyşlilere iade edileceği zan­nına ka­pıldı. İçinde yine feryatlar koptu.

Fakat Resûl-i Ekrem Efendimiz, onu Ku­reyşlilere tekrar geri vermediği gibi Medine’de kalmasına da müsaade etmedi. “Haydi çık, istediğin yere git!” diye­rek onu istediği yere gitmekte serbest bıraktı.[4]

Bunun üzerine Ebû Basir de, Medine’den çıktı. Deniz sahilinden, Mek­ke’den Şam’a giden yol üzerinde İs vadisine gidip yerleşti.

Mekke’deki Müslümanların Ebû Basir’in Yanında Toplanmaları

Mekke’de hapsedilmiş bulunan Müslümanlar ile imanlarını gizleyenler, bunu duyunca, birer ikişer kaçarak Ebû Basir’in yanında toplandılar. Kısa za­manda sayıları yetmişi bul­du; hatta etraftaki kabilelerden de katılanlarla bir­likte bu sayı üç yüze çıktı.

Böylece, Ebû Basir, etrafında büyük bir kuvvet toplamış oluyordu. Ku­reyş’in Şam’a gönderdiği bütün ticaret mal­larına da el koyuyorlardı.[5]

Kendilerini tehdit eden bu durum karşısında Ku­reyş­li­ler, Peygamber Efen­dimize derhal bir elçi gönderdiler. Elçinin Pey­gam­be­ri­mize getirdiği mektupta şunlar yazılı idi:

“Allah ve akrabalık aşkına! Sen, Ebû Basir’le arkadaşları­na haber salsan ki bundan böyle her kim Medine’ye, senin yanına gelirse, o emniyet ve selamet­tedir, o geri çevril­me­yecektir.”[6]

Ku­reyş’in bu rica ve müracaatları üzerine, Peygamber Efendimiz de, Ebû Ba­sir ve yanında bulunan Müslümanları davet için Ebû Basir’e bir mektup yaz­dı.

Ebû Basir, o esnada ağır hasta idi. Resûl-i Ekrem Efendimizin mektubu ken­disine ulaştığında son nefeslerini alıp veriyordu. Bu vaziyette mektubu eline aldı, yüzüne gözüne sürdü. Henüz tam okumadan da ruhunu teslim etti.

Ebû Cendel ve diğer Müslümanlar, onun cenaze namazını kılıp def­netti­ler.[7]

Daha sonra Ebû Cendel, diğer Müslümanları da yanına alarak Me­dine’ye, Pey­gam­be­ri­mizin yanına geldi.[8]


___________________________________________________________

[1]İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 337.
[2]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 337.
[3]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 338.
[4]Vakidî, Megazi, c. 2, s. 627.
[5]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 338.
[6]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 338; İbn Abdi’l-Berr, el-İstiab, c. 4, s. 1613.
[7]İbn Sa’d, Tabakat, c. 4, s. 134.
[8]İbn Sa’d, c. 4, s. 134.