Mekke’de Hz. Muhammed’in insanları açık olarak İslam’a çağırmaya başlamasıyla Medine’ye hicret arasındaki süre 10 yıldır. Çok çetin ve mücadeleli geçen bir 10 yıl. Süre ilerledikçe putperestlerin ümitleri azalmış ve buna paralel olarak kinleri, terörleri ise artmıştır. Ve bu süre içerisinde yukarıda bir örneği verildiği üzere anlaşma, uyuşma yoluyla Hz. Muhammed’i ve İslam’ı etkisizleştirmeye yönelik birçok taktik de denenmiştir. Bunlardan biri de tanrılara sırayla tapılması teklifi olur. Aklın ve mantığın sınırlarını zorlayan, putperest umutlarının bir mum gibi tükenişini simgeleyen bir teklif olur bu…

Eşit sürelerle, kendilerinin Müslüman olup, sadece ALLAH’a ibadet etmelerini ve Hz. Muhammed ile Müslümanların da onların putlarına tapmalarını teklif ederler. Ve bu teklife kendilerince bir mantık makyajı da yaparlar:

“Böylece eğer senin dinin hak ise biz de ondan nasip almış oluruz, yok eğer bizim dinimiz hak ise siz de ondan nasip almış olursunuz.”  Aslında tekliflerini dayadıkları mantık, Hz. Muhammed’in çağrısından ve “din” gerçeğinden hiçbir şey anlamadıklarının ve akıllarının pragmatizmle tamamen körelmiş olduğunun kanıtıdır.

Teklifin yapılışının ertesi günü Hz. Muhammed, Kâbe’de başlarına dikilir ve o gece teklife ALLAH’tan gelen cevabı iletir:

“De ki: ‘Ey kafirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmayacağım. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edici değilsiniz. Ben asla sizin taptıklarınıza tapıcı değilim. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edici değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.’” (Kafirun,109:1-6)

Fakat putperestlerin aklı tek bir tanrıyı bir türlü almaz:

Bizim 360 tane tanrımız Mekke’yi bile idare edemezken senin bir tek Tanrı’n bütün dünyayı nasıl yönetir?” derler.