Saadet Asrı’nda şirkin, küfrün ve zulmün karanlıklarından kurtulanlar, İslam nu­runa kavuştuktan sonra hayatlarında tamamıyla bir değişiklik oluyor ve eski ha­yatlarıyla alakalı her şeyi terk ediyorlardı. İslam’dan önceki hayatlarını hatırla­tan bir iş ve bir hadise onlara büyük ıstırap veriyordu. Bu ruh hâli Akabe Biatı’ndan önce Müslüman olmuş olan Medineli Âsım bin Sâbit’te de (r.a.) değişik bir şekilde tesirini göstermişti.

Âsım, Müslüman olduktan sonra, hiçbir müşrike dokunmamaya ve müşrik­lerden hiçbirini de kendine dokundurmamaya karar vermişti. Bu kararında sabit olması için de devamlı olarak Cenâb-ı Hakk’a iltica edip yalvarıyordu.

Hz. Âsım, Bedir Savaşı’na katılmış ve müşriklerin ileri gelenlerinden birçoğu­nu öldümüştü. Uhud Savaşı’ndan sonra Adel ve Kare kabilelerinden bir cemaat gelerek Re­sû­lul­lah’tan, kendilerine İslam’ı öğretecek bir heyet gönderilmesini istemişlerdi. Re­sû­lul­lah, Âsım’ın kumandasında onlara bir heyet gönderdi. An­cak gelen kimselerin niyeti bozuktu. Müslümanları bir tuzağa düşürüp Mekke müşriklerine satacaklar ve onlardan büyük mal ve para alacaklardı. Recî mevki­ine geldiklerinde ihanetlerini ortaya koydular ve elleri kılıçlı bedeviler etrafla­rını sarıverdi.

“Biz sizi öldürmek istemiyoruz. Niyetimiz sizi Mekkelilere satıp, onlardan birtakım mükâfat elde etmektir. Teslim olun.” dediler.

Bu ihaneti gözleriyle gören Hz. Âsım ve arkadaşları, bu zalim müşriklere na­sıl güvenebilirlerdi ki? Âsım onlara şöyle cevap verdi:

“Ben, müşriklerin himayesini hiçbir zaman kabul etmemeye yeminliyim.

“Vallahi ben kâfirlerin himayelerine ve sözlerine kanarak inmem ve kâfirle­re asla teslim olmam!”

Bilahare “Allah’ım! Peygamberini durumumuzdan haberdar et!” diyerek müşriklere ok atmaya başladı. Ok attığı sırada da, “Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir./ Mukadderatın hepsi başa gelicidir./ İnsanlar er geç Allah’a rücu edicidir./ Eğer ben sizinle çarpışmazsam, anam beni yitirsin!” diyerek şiirler söylüyor­du.

Âsım bin Sâbit’in ok çantasında yedi ok vardı. Attığı her ok müşriklerden biri­ni öldürdü. Oku tükenince, müşrikleri mızrağıyla delik deşik etti. Mızrağı kırı­lınca da kılıcını sıyırdı. Kılıcının kınını kırıp attı:

“Allah’ım! Ben, günün başında, Senin dinini korudum. Sen de, günün sonun­da benim etimi koru! Cesedime müşrikleri dokundurma!” diyerek dua etti.

En sonunda, iki ayağından yaralanıp yere düştü.

Lihyan Oğulları, aralarında Âsım bin Sâbit olmak üzere yedi kahramanı okla vurup şehit ettiler.

Müşrikler, Hz. Âsım’ın başını kesip Sa’d b. Şüheyd’in kızına götürecek ve on­dan mükâfat alacaklardı. Çünkü Hz. Âsım, Bedir’de bu kızın müşrik babasını öldürmüştü. “Sülâfe” ismindeki kız da ancak Âsım’ın başının kesilip kendisine getirilmesi hâlinde mükâfat vereceğini vaat etmişti.

Hüzeylli müşrikler koşarak gelip Hz. Âsım’ın başını kesmek istediler. Ancak Hz. Âsım’ın etrafında birden bir arı topluluğu zuhur etti. Arı topluluğu bulut ka­raltısını andırıyor, cesede yaklaşanların yüzlerine yapışıyor ve onları tedirgin ediyor, böylece müşriklerin cesede yaklaşmasına mâni oluyordu. Arılar Hz. Âsım’ın cesedini koruyorlardı. Müşrikler ne kadar gayret ettilerse de, Hz. Âsım’ın vücudundan bir parça koparmaya muvaffak olamadılar. “Neyse, ak­şam olsun. Arılar gittikten sonra gelip başını keseriz!” dediler. Ancak akşam vakti olunca Cenâb-ı Hak hiç yoktan bir yağmur yağdırdı, yağmurla meydana gelen sel, Âsım bin Sâbit’in cesedini alıp götürdü. Müşrikler arzularına ulaşa­madılar…

Cenâb-ı Hak, sağlığında Âsım’ın cesedini müşriklerin hışmından muhafaza ettiği gibi, şehit olduktan sonra da mübarek cesedini korumuştu. O, müşriklere dokunmadığı gibi, müşrikler de ona dokunamadılar. Allah duasını kabul etmişi.[1]


_____________________________________

[1]Üsdü’l-Gàbe, 3: 73-74: İsâbe, 2: 244-245.