Akabe, küçük tepecik demektir. Mekke’nin Hira dağı ve Taif çıkışındaki sık tepeciklere isim olmuştur. Bir sene önce yani 620’de yaşanan ilk görüşmede söz verdikleri üzere Medine’liler geri dönmüştür. Geçen bir sene boyunca İslam her yanda anlatılmış ve Mekke’deki gibi bir önyargı ile karşılaşmaksızın 12 kişi Müslüman olup, Hz. Muhammed’e bağlılık sözü vermek üzere geri dönmüştür. Bu 12 kişi Medine Müslümanlarının temelini oluşturacaktır.
Mekke putperestlerinin dikkatini çekmemesi için bir gece yarısından sonra Hz. Muhammed Medine’lilerle Akabe’de buluşur. O’na bağlılık sözü verip, “Biat” ederler. Bu biat, ALLAH’a hiçbir şeyi ortak koşmamak; varlıkta ve yoklukta, kesinlikle itaat etmek; aralarından atanacak olan yöneticilerle çekişmemek; her nerede olursa olsun hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeden doğruyu ve gerçeği söyleyip, savunmak; hırsızlık yapmamak; zina etmemek; çocukları öldürmemek koşullarını içerir. Özü itibariyla Medineli yeni Müslümanlar kişisel yaşamlarında İslam’ı yaşama sözü verirler. Fakat henüz İslam’ı korumak ve yayılmasını sağlamak için gerekirse silaha sarılıp, savaşma sözkonusu olmadığı için buna “Kadınlar Biatı” denir. Fakat o 12 kişi Hz. Muhammed’i gördükten sonra O’na karşı büyük bir sevgi ve saygı beslemeye başlar. Onlardan biri, Saide oğlu Uveym:
“ALLAH’ın Elçisi!” der, “kalplerimizde ve yaşamlarımızda bambaşka bir yerin var. Senin uğrunda canlarımızı da fedaya hazırız.”
İslam, yaradılışın yasalarına uygun olarak aşamalı bir gelişme gösterir. Bir sene önce o 6 Medine’li iman etmişlerdi. Bu sene imanlarının gereği olarak İslam’ı yaşama sözü vermektedirler. Ve bir sene sonra da savaşma sözü vereceklerdir. I. Akabe Biatının anlamı konusunda iki Batılı yazar ilginç ve önemli değerlendirmelerde bulunur. İlki, Karen Armstrong:
“Bu, I. Akabe adıyla anılan toplantıda, politikadan çok din vurgulandı. Eski putperestlik Yesrib’deki (Medine) krizi çözmekte etkili olamamıştı ve insanlar yeni bir ideolojiye hazırdı. Hz. Muhammed’in dini şartları, Müslümanların diğer insanlara karşı belli haklara sahip bireyler olarak saygı duymasını sağlayacaktı; bu yeni ahlak değerleri, grubu bireylerden daha önemli kabul eden eski kabile idealinin yerini alacaktı. Bu yeni bireyselcilik, yeni tür bir toplumun temellerini mümkün kılacaktı, çünkü Yesrib’deki insanların, yeterli kaynakların bulunmadığı çöldeki durumun aksine, bir kişinin kazancının bir diğerinin kaybı anlamına gelmediğini anlamasını sağlayacaktı.”
Ve ikinci olarak, Anne-Marie Delcambre:
“Bu biat çok ciddi bir şeydir. Ataları ve soyağacı olmadan bireyin kavranamadığı bu çöl Arap toplumunda, Hz. Muhammed kendi sülalesiyle bütün bağlarını kendi isteğiyle keser. Böylece kabile yasasının aşıldığını ileri sürer; önemli olan kan bağları değildir, fakat ortak bir ideal üzerine kurulmuş fikir ve inanç birliğidir. Dolayısıyla kabile kavramının yerine artık “Ümmet” kavramı geçer.
Medine’liler geri döndükten sonra Hz. Muhammed’e bir mektup yazarak kendilerine bir öğretmen vermesini isterler. Onlara İslam’ı ve Kur’an okumayı öğretecek namaz kılmayı gösterecek bir öğretmen, Umeyr oğlu Mus’ab seçilir.
Mus’ab ilk Müslümanlardandır. Mekke’nin en yakışıklı ve zengin genci iken dünyaya ait her şeyi elinin tersi ile itmiş ve senelerden beridir, yarı aç yarı tok bir hayatı dini için canına minnet bilmiş olgun bir Müslüman… Medine’lilere öğreteceği şeyleri kendinden çok büyük bedeller ödeyerek öğrenmiş ve yaşamış bir Müslüman. Ve Medine’den gelenler, Mus’ab’la beraber 13 kişi olurlar.
Bir sene sonra tekrar geleceklerdir. Söz verirler.