Saadet Asrı’nın mimarı, İki Cihan Güneşi Resûlulah Efendimiz ﷺ, Kur’ân hakikatlerini cihanşümul bir sesle ilan ederken, Cahiliye Devri’nin kökleşmiş batıl âdet ve itikatlarını da temizliyordu. İnsanlık tarihi içinde böylesine muaz­zam bir inkılabın eşine rastlanmamıştı. Âdet ve inançlarına, gelenek ve itikatlarına taassup ölçüsünü dahi aşan bir inatçılıkla bağlı olan Cahiliye Devri insanla­rının dem ve damarlarına, yepyeni bir iman aşısını yaparken, o Yüce Peygam­ber ﷺ hep kendisine emredilen “İstikamet üzere ol.” İlahî hitabına bağlı kalmıştı.

Kendilerini tabiatın dışına çıkarmış, ferdî ve içtimai hayatı insani özlerinden ziyade, hayvani hususiyetlerine bina etmiş müşrik ve münkirler, Hz. Peygam­ber’in ﷺ getirdiği habere karşı isyan ve şiddet içinde bulunduklarında, onu defalarca öldürmeye, yok etmeye, ona işkence ve azap vermeye kalktıklarında, o, Kur’âni düsturların dışına çıkmamıştı. Hz. Peygamber’in ﷺ putperestli­ğe karşı tavrı, bütün batıl inançları olduğu gibi, inkâr ve şirkin sembolik ifadesi olan putları da ortadan kaldırmayı gerektiriyordu. Cahiliye Devri insanları, içlerindeki batıl inançların dışa taşan işareti olarak putları kutsi görüyor ve ibadet ediyorlardı.

Hattâ birçoğunun ismi “Lat’ın kulu,” “Uzzâ’nın kulu” manasına geliyordu. Peygamberimiz ﷺ, Cahiliye Devri’nin kötü bir âdeti olarak konulan, küfrü ve şirki ihsas eden bu isimlerin hepsini değiştirdi.

İşte, Cahiliye döneminin inançlarını hatırlattığı ve “putlara kul olmak” manası­nı taşıdığı için Peygamberimizin ﷺ ismini değiştirdiği şahıslardan biri de, Abdullah Zülbicâdeyn idi (r.a.). Suffe Medresesi’nin bu muhterem talebesinin ismi İslam’a girmeden önce, “Uzza” isimli putun kulu manasına gelen “Abdüluzza” idi. Müslüman olduğunda Re­sû­lul­lah Efendimiz, “Hayır, sen Abdüluzza de­ğil, Abdullah’sın.” buyurarak onun ismini değiştirdi.[1]

Abdullah Zülbicâdeyn (r.a.) yetimdi. Amcasının yanında kalıyordu. Amcası ona çeşitli ikramlarda bulunurdu. Bir gün Abdullah’ın Müslüman olduğunu öğ­renince çok kızdı. Abdullah’ı yanına çağırdı ve “Duyduğuma göre, sen Muhammed’e tabi olmuşsun. Eğer bundan vazgeçmezsen, sana verdiğim elbiseler dâhil bütün ikramlarımı, hediyelerimi geri alırım!” dedi. Hz. Abdullah onun bu tehdidine aldırış etmedi. Pervasız bir şekilde, “Evet amca, ben Müslüman’ım!” cevabını verdi.

Bunun üzerine amcası, üzerindeki elbiselere varıncaya kadar ona verdiği her şeyi geri alarak annesine gönderdi. Annesi de kalın bir elbise verdi. Abdullah üzerindeki bu el­biseyle Re­sû­lul­lah’a giderken yolda elbisesi ikiye ayrıldı. O da, elbisenin bir kısmını be­linden alt tarafına, diğer kısmını sırtına aldı. Öylece Re­sû­lul­lah’ın huzuruna gitti. Ba­şından geçenleri Peygamberimize anlattı. Onun bu fedakârlığı Re­sû­lul­lah’ı çok duygu­landırdı. Ona iltifatta bulundu. Ayrıca, “iki elbise sahibi” manasına gelen “Zülbi­câ­deyn” lakabını verdi. Bundan böyle Hz. Abdullah bu lakabıyla birlikte anılacaktı.

Hz. Abdullah, Müslüman olduktan sonra, devamlı Re­sû­lul­lah ile beraber kal­mayı arzu etti ve ondan bir dakika olsun ayrılmak istemedi. Re­sû­lul­lah ile bera­ber kaldıktan sonra gece gündüz Kur’ân okur, dua ve ibadetle meşgul olurdu. Bazı günler Re­sû­lul­lah’ın kapısına gider, oturur, tespih ve tekbirle vakit geçirir­di. Hz. Ömer (r.a.), Re­sû­lul­lah’a giderek, bu hareketin riya olup olmadığını sor­duğunda, Hz. Peygamber, “Ey Ömer, bırak onu. O, Allah’a dua eden, yalvaran, kalbi yanıklardandır.”[2]buyurdu.

Hz. Abdullah, Re­sû­lul­lah ile birlikte Tebük Seferi’ne katıldı. Çok büyük kah­ra­manlıklar gösterdi. Sonunda şehit oldu. Kabir kazma ve defin işiyle Peygam­berimiz, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer meşgul oldu. Peygamberimiz onun naaşını kabre koyduktan sonra, “Ey Allah’ım, ben ondan razıyım, Sen de ondan razı ol.” diye dua etti.

Peygamberimiz onun vefatından müteessir olmuştu. Bunu gören sahabiler, “Yâ Re­sû­lal­lah, Abdullah’ın vefatına üzüldünüz!” dediler. Peygamberimiz, “Evet, çünkü o, Allah ve Resûlünü seviyordu.” buyurdu.

Orada hazır bulunan sahabilerden İbni Mes’ud (r.a.) der ki: “Ben ondan beş yıl önce Müslüman oldum. Yemin ederim ki, onun yerinde olmayı çok arzu ederdim!”[3]

Allah onlardan razı olsun!


__________________________________

[1]Üsdü’l-Gàbe, 3: 123.
[2]Üsdü’l-Gàbe, 3: 122.
[3]Sîre, 4: 171-172.