Hz. Abbad (r.a.), Ensar’ın ileri gelenlerindendi. Mus’ab bin Umeyr’in vasıtasıyla Müslüman oldu. Bedir, Uhud ve Hendek Savaşlarının yanı sıra Peygamber Efendimizle birlikte bütün savaşlara iştirak etti. Cihat meydanlarında büyük fedakârlıklar gösterdi.
Bazı sahabiler, savaş esnasında Peygamberimizin yanı başında nöbet bekler, gelebilecek muhtemel bir tehlikeye karşı onu korurlardı. Abbad bin Bişr de, Peygamber Efendimizin muhafızlarından biriydi. Uykusuz olduğu, yorgun bulunduğu zamanlarda dahi bu hizmetini ifa eder, gönüllü olarak Resûlullah’ın muhafızlığını yapardı.
Peygamberimiz, bazı mühim vazifelere Hz. Abbad’ı gönderirdi. O, Resûlullah’ın emirlerini eksiksiz bir şekilde yerine getirir, üzerine aldığı hizmeti başarıyla ifa ederdi. Resûlullah umre seferinde onu bir süvari birliğinin başında, müşriklerin hareket ve davranışlarını gözetlemek ve keşfetmek için gönderdi. Bir defasında da Benî Mustalık kabilesine Kur’ân öğretmek ve zekât toplamakla vazifelendirdi. Hz. Abbad, Benî Mustalıkların yanında 10 gün kaldı. Onlara Kur’ân-ı Kerim okuttu, İslam’ın esaslarını öğretti. Zekâtlarını da alarak memnun bir şekilde Peygamberimizin yanına döndü.[1]
Hz. Abbad’ın sabahlara kadar ibadet ettiği geceler çok olurdu. Bir defasında Peygamberimiz, Hz. Aişe’nin evinde geceleyin namaz kılarken Abbad bin Bişr’in sesini duydu. Hz. Abbad mescitte ibadetle meşguldü. Peygamber Efendimiz, onun ibadete olan rağbetini görünce, “Allah’ım, Abbad bin Bişr’e rahmet et!” diye duada bulundu.[2]
Abbad bin Bişr, namazlarını son derece huşu içerisinde eda ederdi. O anda kıldığı namazın “son namaz”ı olduğunu düşünürdü.
Zâtürrika Seferi dönüşüydü… Hz. Abbad, Peygamberimizin hemen yanı başında bulunuyordu. Vakit geceydi. Resûlullah, mücahitlerin istirahat etmesi için mola verilmesini emretti. Muhtemel bir baskına karşı nöbet beklenmesini uygun buldu. Bu hizmet için iki gönüllü arıyordu. Sahabilerine sordu:
“Bu gece bizi kim bekler?”
Muhacirlerden Ammar bin Yâsir, Ensar’dan da Abbad bin Bişr ayağa kalktılar. Aynı anda ikisi birden:
“Biz bekleriz yâ Resûlallah!” diyerek öne atıldılar. Peygamberimiz onlara şu talimatı verdi:
“Öyleyse vadinin ağzında bekleyiniz ve etrafa göz kulak olunuz.”
İki kahraman, vadiye doğru ilerlediler. Hz. Abbad, Ammar’a sordu:
“Gecenin başında mı beklemek istersin, sonunda mı?”
Hz. Ammar, önce beklemeyi kabul etti. Nöbete durdu. Abbad da hemen namaza başladı. Bu sırada çok yorgun olan Ammar uyuyuverdi. Abbad bin Bişr’in, arkadaşının uyuduğundan haberi yoktu.
Namazına devam ederken, mücahitleri takip eden bir müşrik onu gördü. Bu fırsatı kaçırmak istemedi. Hemen yayına bir ok yerleştirip fırlattı. Müşrikin oku Hz. Abbad’a saplandı. Hz. Abbad, İlahî huzurdaydı. Öyle bir huşu içindeydi ki, vücuduna saplanan ok değil, sanki bir dikendi… Hiç tavrını bozmadı. Eliyle oku çekip çıkardı ve yere bıraktı. Namaz kılmaya devam etti. Üçüncü defa fırlayıp gelen oku da öbürleri gibi eliyle çıkarıp yere koydu, rükû ve secdeye vardı. Selam verdi. Artık iyice hâlden düşmüştü. Gitti, arkadaşını uyandırdı. Hafifçe:
“Kalk, otur! Ben kımıldamayacak hâlde yaralandım.” dedi.
Gözlerini açan Hz. Ammar bir de ne görsün, Abbad’ın her tarafından kanlar boşalıyordu! Durumu anlamıştı:
“Sübhanallah! O müşrik sana ilk oku attığı zaman beni niçin uyandırmadın?!” diye sordu. Hz. Abbad şu karşılığı verdi:
“Ben namazda uzun bir sûreye başlamıştım. Sûreyi bitirmedikçe kesmek istemedim. Oklar üzerime art arda gelmeye başlayınca, uyandırıp sana haber vermek için okumayı kestim, rükûa vardım. Vallahi Resûlullah’ın korunmasını emrettiği boğaz ağzını korumayıp kaybetmiş olmaktan korkmasaydım, sûreyi bitirmeden kendim biterdim [ölürdüm]!”[3]
Onların bu konuşmasını fırsat bilen müşrik oradan uzaklaştı.
Peygamberimizin, “Ensar arasında üç kişi çok iyi kimselerdir: Sa’d bin Muâz, Üseyd bin Hudayr ve Abbad bir Bişr…”[4]şeklinde övgüsüne mazhar olan Hz. Abbad, sık sık Peygamberimizi ziyaret eder, onun sohbetinden feyiz alırdı.
Bir gün yine Üseyd bin Hudayr ile birlikte Resûlullah’ı ziyarete gitmişlerdi. Geç saate kadar nurlu sohbetinde bulundular. Huzurdan ayrıldıklarında ortalık iyice kararmıştı. Birden ellerindeki baston ışık vermeye, yollarını aydınlatmaya başladı. Birbirlerinden ayrılınca ışık ikiye bölündü. Her biri kendi bastonunun ışığında yürüyerek evlerine gittiler.[5]
Abbad bin Bişr, Allah yolunda şehit olmayı çok arzuluyordu. Cenâb-ı Hak, bu sevgili kulunun arzusunu kabul buyurdu, Yemâme Savaşı’nda şehitlik mertebesini ona nasip etti.
Hz. Abbad, şehit olmadan bir gün önce Ebû Said el Hudrî’ye (r.a.):
“Ey Ebû Said! Bu gece rüyamda göklerin bana açıldığını, sonra tekrar kapandığını gördüm. İnşallah şehit düşmeme alamettir…” dedi.
O gün harp başladığında kahramanca ileri atıldı ve Ensar’a hitaben:
“Ey Ensar! Kılıçlarınızın kınlarını kırın ve bir tarafa ayrılın.” diye seslendi. Bununla, onlardan, şehit oluncaya kadar düşmanla çarpışmalarını istediğini anlatmak istiyordu.
Onun bu çağrısı üzerine Ensar’dan 500 sahabi, diğerlerinden ayrıldılar. Hz. Abbad bu Sahabilerle birlikte Müseylimetü’l-Kezzâb’ın bahçesine kadar ilerledi. Orada şiddetli bir çarpışma oldu. Birçok sahabi şehit düştü. Bunların arasında Hz. Abbad da vardı. Her tarafı yara içerisinde ve tanınmaz bir hâldeydi. Onu, vücudundaki bir alametten tanıdılar.[6]
Allah ondan razı olsun!