O sene tarihe “Hüzün Yılı” olarak geçer. Aynı sene içinde Hz. Hadice ve Ebu Talib vefat etmiş ve Taif yolculuğu gerçekleşmiştir. Üç büyük musibetin en ağırı olan Taif yolculuğu… Hz. Muhammed’in kendi diliyle yaşamının en kara, en acı günü…
Hz. Muhammed Mekke’de İslam için artık denizin bittiğini görür. Habeşistan’a sığınanlar ve kendini gizlemekte olanlarla birlikte 300-400 civarında insan iman etmiştir gerçi ama işte hepsi o kadar… Şehir nüfusunun en az onda dokuzu gene putperest olarak kalmıştır. Ve bu noktaya da on senede gelinmiştir. Fakat Rabbinin O’na verdiği “Kalk ve uyar!” emri geçerliliğini devam ettirmektedir. Öyleyse ne yapması lazımdır? İşte o günün şartları içerisinde Hz. Muhammed’e göre bu sorunun cevabı “Mekke’nin dışına çıkmak gerekir” şeklindedir. O da öyle yapar. Bu durumda akla gelecek ilk yer olan Taif’e gitmeye karar verir.
Mekke’ye iki günlük mesafede yer alan Taif, havası hoş bir sayfiye şehridir. Yayladadır. Zengindir. Mekke kadar olmasa da kalabalıktır. Mekke ve Kureyş’le iyi ilişkiler içindedir.
Yanına evlatlığı Zeyd’i de alır. Ve yayan olarak Taif yoluna düşer. Yayan olarak, çünkü üç senelik boykot, Hz. Muhammed’e bir binek bile bırakmamıştır. Taif’i elinde bulunduran Sakif kabilesinin üç önde geleniyle görüşür. Bunlar, Abdi Yalil, Mesud ve Habib isminde üç kardeştir. Kendisinin ALLAH tarafından peygamber olarak gönderildiğini, insanları ALLAH’ın dinine davetle gönderildiğini ve Kureyş’in kendisine iman etmek yerine var gücüyle engellediğini anlatır. Gerçi bunlar Taif’lilerin mutlaka çok iyi bildiği şeylerdir. Ve onlara, kendisine iman edip, dinini duyurma davasında destek olmalarını, sahip çıkmalarını ister. Aldığı cevap ise neredeyse Kureyş’i de aratacak türdendir. Üç reis kardeşten biri:
“Eğer ALLAH peygamber olarak Seni göndermiş ise ben de Kâbe’nin örtüsünü çalmış olayım” der. Bu, Araplar arasında bir şeyin olanaksızlığını ifade etmek üzere kullanılan bir deyimdir. Diğerinin cevabı:
“ALLAH peygamber olarak göndermek için bula bula Seni mi buldu!” olur. Üçüncüleri ise:
“Ben artık Seninle konuşamam Sen koskoca bir peygambersin! Ben ise kimim ki!” olur. Bu konuşma Kur’an kaydına da geçer:
“Ve dediler ki:’Bu Kur’an iki şehirden bir büyük adama indirilseydi olmaz mıydı?’Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık.” (Zuhruf, 43:31-32)
Sonuç belli olmuştur. Sonra da belki yüzlerce Taif’li hep aynı şeyleri tekrar eder:
“Kendi kabilen Seni reddetmiş ve Sen de kalkıp bize gelmişsin. Biz buna razı değiliz. Bu gelişten ürktük ve Seni aramızda istemiyoruz. Bizim yurdumuzdan uzak dur da nereye gidersen git!” Bir konuk ya da sığınmacı herhalde bundan daha kötü bir karşılık göremez. Ama O, bundan kötüsünü de görür.
Taif’te toplam 10 gün kadar kalır. Ve ayrılacağına yakın reis kardeşlere bir rica da bulunur:
“Hiç olmazsa” der, “buraya gelişim ve konuştuklarımız aramızda kalsın. Kureyş duymasın!” olup biteni öğrendiği takdirde Kureyş’in şımarıp, Müslümanlara karşı daha da saldırganlaşacağından endişe eder. Fakat bu dileği bile kabul görmez. Ve en acısı kendisine çok özel bir “güle güle töreni” düzenlenir.
Taif’te ne kadar ipsiz, ayak takımı varsa hepsi Hz. Muhammed ile Zeyd’in şehri terk edeceği gün üç reis kardeş tarafından organize edilerek yolun iki yanına dizilir. Sonra da güle güle(!) anlamında bir taş ve tükürük yağmuru başlar. Bunda bile ince bir hesap güdülür. Tükrükler bol bol her ikisinin de yüzüne yollanırken, taşlar, ölümüne neden olup ta bir kan davası başlatmaması için Hz. Muhammed’in belden aşağısına, Zeyd’in ise bir önemi olmadığından(!) gövdesine savrulur. Zavallı Zeyd, bir yandan peygamberini ve babalığını korumak için:
“Ne olursunuz atmayın!” diye yalvarırken, diğer yandan da iki kolunu açıp siper olarak O’nu olabildiğince yağan taş ve tükürük yağmurundan korumaya çalışır. Ve günümüzden bir şairin belirttiği gibi Zeyd’in asıl canını yakan taşlar vücuduna isabet edenler değil etmeyenlerdir. Çünkü onlar Hz. Muhammed’e isabet etmektedir. Ama öyle bile olsa ne kadar koruyabilir ki?. Taş ve tükürük yağmuru 360 derece, dört bir yandan gelmektedir. Ayakları kan içinde kalır. Zaman zaman gücünün, soluğunun kesildiğini hisseder, olduğu yere çöker. O anlarda Taif serserileri atışlarına ara verir, gülüşüp, yılışıp, alay ederek kollarına girip ayağa kalkmasına yardımcı olurlar ve bombardıman tekrar başlar. Ünlü İslam tarihçisi İbn Kesir’e göre bu durum 2.5 km. boyunca devam etmiştir. Hz. Muhammed de, Zeyd de Taif’ten iyice uzaklaşıp atış menzilinden tamamen çıkana kadar. Kendilerini bir üzüm bağına atarlar. Kan kaybetmiş, yaralanmış, yorulmuş ve en acısı tepeden tırnağa serseri tükürüğüne bulanmış, incinmiş, kırılmıştır. Taif’in bu akıl almaz vahşeti sergilemesinin arkasında da aslında bir dünya hesabı vardır. Böylece Kureyş’in gözündeki değerlerini arttırıp, ranta dönüştürebilmek…
Sadece Zeyd’de yüze yakın taş yarası vardır. Ve sonraki çağların bazı Hak Dostları meczup/velilerin her yerde çocuklar tarafından taşa tutulmalarını ve onların da bu halden hiç kaçmayıp adeta isteyerek katlanmalarını o günün hatırasına bir saygı ve O’na ait çok özel bir hali kendi nefislerinde de yaşama arzusu olarak yorumlayacaktır.
Bağ kenarında biraz soluklanıp, yaralarını ve akan kanları yıkarlar. Ve Hz. Muhammed, zaman geçirmeden namaza durur. İki rekât kılar. Bu haliyle de bir ders verir, Kur’an’dan aldığı bir dersi:
“Ey iman edenler’ Sabırla ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz ki ALLAH sabredenlerle beraberdir!” (Bakara, 2:153)
Namazın ardından da duaya durur. Maddi ya da manevi her bunalımda bütün Müslümanlara örnek olacak çok özel, rehber bir dua olur bu:
“ALLAH’ım! Gücümün yetersizliğini, çare ve vasıtalarımın acizliğini, insanların gözünde hakir görülüşümü Sana arz ediyor! Sana şikâyet ediyorum! Ey Merhametlilerin En Merhametlisi! Sensin zayıfların Rabbi ve Sensin benim Rabbim! Sen beni kimlerin eline bırakıyorsun? Senden uzak olan ve beni gördükçe suratını asan haşin kimselere mi? Yoksa davam da bana üstün getireceğin bir düşmana mı? Benim üzerime çöken bu musibet ve bela gerçekte Senin bana karşı gadab ve öfkenden ileri gelmiyorsa hiç gam çekmem. Ben, Senin Vechi’nin Nur’una sığınırım! O Nur’a ki, karanlıklar O’nun sayesinde açılmış, dünya ve ahiret işleri O’nunla düzelmiştir. Benim için Senin bağışlaman, gazabından daha geniştir. Ve her şey Senin hoşnutluğun içindir. Bütün kuvvet ve kudret ancak Senin elindedir.” Bu duanın manevi derinliklerinden birini, Mustafa Sıbai şöyle değerlendirir:
“O, Rabbine şöyle dua etmekte idi: ‘Gazabına uğramayayım da çektiğim sıkıntılara, belalara aldırmam.’ O, ALLAH’a, davasının tebliğinde kendisine kuvvet vermesi için yalvarırken, bizlere de davetçi için en büyük korkunun insanların düşüncelerinden öte ALLAH’ın gazabı olduğunu öğretmiştir.”
Garip bir tevafuk olarak sığındıkları bağ Kureyş’ten iki kardeşe aittir. İki hızlı İslam düşmanına… Rebi’nın oğulları Utbe ve Şeybe’ye. Hz. Ebubekir’in burnunu kırıp, dümdüz eden Utbe’ye… Onlar da Hz. Muhammed’e ve Zeyd’e yapılanları bağlarında, uzaktan izlerler. Ne hissederler, tahmin etmek güçtür. Fakat kendi hemşerileri olan birilerinin yabancı bir diyarda gördükleri bu davranış ve sonrasında da bilmeden de olsa gelip kendi bağlarına sığınmış olmaları herhalde biraz insaf duygularını harekete geçirir. Bağda çalıştırdıkları köle Addas’ı bir tabak üzümle Hz. Muhammed’e ve Zeyd’e gönderirler. O, elini üzüme uzatırken:
“Bismillah” der. Addas, şaşırır:
“Ben bu sözü buralar da hiç duymadım” der. Hz. Muhammed, ona nereli olduğunu sorar. Addas:
“Ninova” deyince de O:
“Demek sen salih insan Meta oğlu Yunus’un halkındansın” diye cevap verir. Addas bunun üzerine heyecanlanır. O’na Metta oğlu Yunus’u nereden bildiğini sorar. Çünkü o bölgelerde Hz. Yunus’u bilen yoktur. Hz. Muhammed:
“Çünkü” der. “ben ALLAH’ın Elçisiyim ve o da ALLAH’ın Elçisiydi. Bunu bana ALLAH bildirdi.” Sonra da kendisine Hz. Yunus ile ilgili vahyedilen ayetleri okur. Dikkat ve saygı ile dinleyen Addas, okuma bitince ellerine kapanır. Hıristiyanlıktan İslam’a geçer. Ve böylece daha sonraları “hayatımın en kara günü” diyeceği Taif yolculuğunun hikmeti de kendini göstermiş olur. Cüneyt Suavi’nin anlatımıyla:
“İman hizmeti o kadar büyüktü ki, yüce ALLAH, bir kölenin imana gelmesi için, en kıymetli peygamberinin taşlanmasına izin vermişti.”
Utbe ve Şeybe kardeşler uzaktan olup biteni izlemektedir. Addas’ın Hz. Muhammed’in ellerine kapandığını gördüklerinde birbirlerini kınarlar:
“Adam” derler, “köleyi de bozdu, yoldan çıkardı.”
Sonra dönüş yolculuğu başlar. Yarı yol olan “Karnüssealib”e geldiklerinde Cebrail, bir bulutun içinde görünür, yanında bulunan ikinci bir meleği işaret eder:
“ALLAH’ın Elçisi!” der, “ALLAH, o insanların size yaptıklarını gördü ve onlar için dilediğin emri veresin diye Sana dağlarla görevli meleği gönderdi.” Sonra dağlarla görevli melek konuşur:
“Eğer onların üzerine dağları kapatmamı emredersen, söyle, dilediğini yerine getireyim.” Ama O, her şeye rağmen kıyamaz Taif halkına:
“Hayır!” der, “ben sadece onların nesillerinden yalnız ALLAH’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak insanlar gelmesini dilerim.”
O gece Nahle denilen yerde konaklarlar. Mekke’ye iyice yaklaşmışlardır. Hz. Muhammed, teheccüd namazı kılmakta iken bir grup cin oradadır. O’nun okuyuşunu dinlerler. Etkilenirler. Kendisine görünür ve iman ederler. Sonra da İslam’ın cinler arasındaki ilk duyurucuları olmak için yeryüzüne dağılırlar. Bu olay da Kur’an kaydına geçer:
“Hani Biz, cinlerden bir grubu Kur’an dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onlar, O’nun huzuruna geldiklerinde birbirlerine: ‘Susun!’ dediler. Kur’an okunması bitince, uyarıcılar olarak toplumlarına döndüler. Şöyle dediler: ‘Ey kavmimiz! Kuşkusuz biz, Musa’dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri onaylayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! ALLAH’ın davetçisine uyun. O’na iman edin. Böylelikle ALLAH günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.” (Ahkaf, 46:29-31)
Çileli Taif yolculuğunun ikinci meyvesi de Müslüman cinler olur.
Fakat kendisi Zeyd’le birlikte Nahle’de günlerce kalır. Mekke’ye girememektedir. Çölün kurallarına göre şimdi şehrini ve kabilesini terk etmiş sayılmakta, üzerindeki bütün korumalar, kendi boyununki de dâhil olmak üzere, kalkmış sayılmaktadır. Artık Kureyş içinde meşru bir statüye sahip değildir. Ve Taif’te yaşananlar da Mekke’de çoktan duyulmuştur. Şu an Mekke’de herhangi biri tarafından rahatlıkla öldürülebilir ve bu olay da hiçbir sonuç doğurmaz. Kan davası başlatmaz. Nahle’de bekler ve Kureyş’in etkin isimlerinden bazılarına haber göndererek korunma talep eder. Ama Rabbine hiçbir kırgınlığı yoktur. Bu şartlar altında bile tam bir tevekkül içindedir. Kendisine:
Şimdi Mekke’ye nasıl gireceksin?” diye soran Zeyd’e:
“Hiç şüphesiz ALLAH senin göremediğin yerden bir kapı, bir çıkış yolu açacaktır. Şüphe yok ki ALLAH dininin ve Elçisinin yardımcısıdır” der.
Hira dağı civarında rastladıkları Uraykıt isminde bir çobandan kendisine ulaklık yapmasını rica eder. Ricayı kabul eden Uraykıt, Şerik oğlu Ahnes’e gidip, Hz. Muhammed’in koruma talebini iletir. Ahnes, reddeder. Uraykıt red cevabını getirdikten sonra ikinci bir kez daha Mekke’ye döner. Bu defa korunma Amr oğlu Süheyl’den istenir. O da reddeder. Geri dönen Uraykıt’a:
“Üçüncü defa Mekke’ye gider misin” demek kendisine çok zor gelir, mahcup olur ama çaresizdir. Fakat Uraykıt, gidip gelmeleri sorun yapmaz. Bir daha gider. Bu kez de boykotun bitişinde etkin rol oynamış isimlerden biri olan Adiyy oğlu Mutim’e… nihayet o koruması altına almayı kabul eder ve Hz. Muhammed ile evlatlığı Zeyd, günlerce Mekke kapılarında korunma bekledikten sonra en sonunda şehre girebilirler. O gece Mutim’in evinde yatılır. Sabah olunca da Mut’im ve oğulları silahlanmış olarak ortalarına Hz. Muhammed’i alıp Kâbe’ye giderler ve korumalarını orada bütün Kureyş’e duyururlar. Ebu Cehil ilk önce şaşırır, korkar, telaşlanır. Mut’im’e:
“Muhammed’e iman mı ettin yoksa koruma mı verdin?” diye sorar. Koruma verdiğini öğrenince de derin bir nefes alır, sevinir:
“Senin korumana aldığını biz de korumamıza aldık” der. Ve Hz. Muhammed, yapılan bu iyiliği hiç unutmaz. Mut’im birkaç sene sonra ölür. Bu olaydan 5 sene sonra Bedir’de alınan esirleri Mut’im’in oğlu Cübeyr’e gösterecek ve:
“Eğer baban sağ olsaydı ve benden bu kokmuşları hiç karşılıksız serbest bırakmamı isteseydi, sözünü ikiletmez, hemen bırakırdım.” diyecektir.
Gercekten ders alinacaj cok sey var:):):)
Hazirlaginiz yazi guzel v bilgilendirici. Lakin rasulullah sas efendimizi anlatirken,yasadiklarini v başına gelenleri tarif v tasvir ederken,daha nezih v ulvi br uslup kullanirsaniz,mumin şuuru icin daha isabetli.olur kanaatindeyim…..basit v alayci yada efendimizi aciz gösteren ifadeler farkinda olmadan yada bilerek kullaniliyorsa bunu şiddetle reddediyorum. Yazinizi daha dikkatli v sunneti seniyyeye daha uygun br dil ile yazmanizi tavsiye ediyorum
Çok haklısın kardeşim ve yorumunu Kesinlikle destekliyorum.
Haklisin
Aynen katılıyorum Zeyd’in yalvarmamıştır sadece bağırıp taş atmamalarını söylemiştir..ayrıca üstüne basa basa tükürük falan hiç yakışmamış,, eyer bilinçli yazılmışsa Unutulmasınki kalplerin içini bilen ALLAH tır..acilen bu yazıya rütüş yaparsanız sevinirim..Fatih BEKİ
Hassasiyetinizi anlıyoruz. Ancak bize ilgili kısma ait kaynaklarla öneri de bulunursanız gerekli değişiklikleri yapmaları için yazarımızdan talep de bulunuruz. Allah razı olsun.
“TAİF”
Yeryüzünün en acı günüydü,,Ay güneş yıldızlar ve semadaki tüm melekler şahitti o ana,,Alemlerin RABBI Olan ALLAH Her an görmekteydi seni,,Sabrınla geçiyordun o acı sınavdan,,Unutmuştun bedenindeki acıyı tek düşüncen ve tek endişendi ALLAH’ın Gazabından korkmak,,Sana atılan taşlar haya etmişti, kanının döküldüğü toprak titremişti,Ve daglar paramparça olmayı dilemişti,,Zeyd’in ona deymeyen taşlara üzüntüsü senin Alemlere Rahmet olduğunun işaretiydi,,Zeyd o mübarek insan adını KURAN’la şereflendiren Büyük Sahabi,,Ama o vicdanlardan yoksun Ebu cehil’in çocuklarıydı içimizi parçalayan, Kalpleri bilelenmiş gözleri körermiş sağır ve dilsizlerdi yüreğimizi daglayan,,Ama biz yoktuk RESULÜM,Nasılda sana kalkan olamadık nasılda kendimizi sana siper yapamadık,Nasılda alamadık o cahillerin ellerinden taşları,, Birde merhametin galip gelmişti o zalimleri affedişinle,, O an RABBİN’e yönelmiştin ve namaz kılıp dua etmiştin,,RABBİMİZ o an duydu seni ve duanı kabul etti,,CEBRAİLİ göderdi bulutlar arasından,, daglar meleğini verdi emrine,,Helak olsun yok olsun diye,,Ama sen Affetmiştin ve mağfiret dilemiştin o zalimlere,,Merhametin ve güzel Ahlakın dillere destandı..Ve biz ümmetin seninle çıkacağız HAKK’ın karşısına,,RABBİMİZ sana şefaat emri verirse ümmet arkanda bizide götür kendinle,,Insanların kaçacağı yer olmayan o çetin günde,herkesin dizleri üstünde hesaba çekildiği o mahşer yerinde,,Bizlere Rehber ol Ey ALLAH’ın Nebi’si,,Şimdi ümmetin sensiz her an kardeş kanı dökülmekte,Şîmdi ümmet çaresiz fitne ateşi yanmış hiç sönmemekte,,Elbette ki sahipsiz değiliz,Bizim sahibimizde senin sahibinde Alemlerin RABBİ Olan ALLAH’tır,,Yerlerin göklerin ve ikisi arasında olan her şeyin tek sahibi Yüce MEVLA ‘dır,,Bütün Alemlere Rahmet olarak gönderdiyi son peygamber sendin RESULÜM,,yeryüzünün tüm hazineleri hiç kalırdı sana gelen HAKK’ın Kelamı yanında,,Sen şüphesiz ALLAH’ın NEBI’si,Yeryüzünün Efendisi ve bize o kutsal Kitabı getiren kutlu elçi…” Sana sonsuz salât ve selam ile…Mehmet Fatih BEKİ
En büyük Kaynak KURAN’dır..Said’i Nursî kitaplarını tavsiye ederim..
Gerçekten çok güzel ama hala aksik konu içindeki anlatım dikenler felan atılmış tı efendimizin yürüdüğü yola…
katılıyorum bu tükrük yerinin atlanmasından yanayım
fazilet yayınlarından Muhtasar Siyer-i Nebi
yazı çok etkileyici ve gerçekçi. yazıyla ilgili olumsuz görüş bildiren arkadaşlar belki hassasiyetlerini dile getiriyorlar ancak gerçeği çarpıtmanın bir anlamı da yok neyse o. peygamberimizin başına gelenleri yüreğimiz kaldırmasa da tüm çıplaklığıyla bilmemiz gerekir diye düşünüyorum.
tebrikler hassasiyetiniz için
Bende sizin gibi düşünüyorum yazı bilgilendirici fakat bahsettiğiniz kişi normal birisi değil alemlere rahmet olarak gönderilen yaratılmışların en güzeli en hayırlısı en mubaregi Hz.Muhammed(S.a.v) bu yüzden bu yazının bir çok yerini duzeltmelisiniz yoksa bu bence çok büyük bir saygısızlıktır.Benim yorumları okumadan önce zaten bazı yerlerdeki yazım üslubu hiç hoşuma gitmedi mesela şurası bile çok dikkatli yazılması gereken bir bölüm ““İman hizmeti o kadar büyüktü ki, yüce ALLAH, bir kölenin imana gelmesi için, en kıymetli peygamberinin taşlanmasına izin vermişti.”burada bile yanlış bir üslup var,siz nereden biliyorsunuz ki ALLAHU TEÂLÂNIN o kişiyi imana getirmek için Peygamber efendimizi taslattirdigini,demek istediğim bu hususlarda ne yazdığınızi yazdiginizin nereye gittiğini iyi düşünün, Efendimizin neden taife gittiğini hepimiz biliyoruz,sanki burada Haşa ALLAHU TEÂLÂ Peygamber efendimizi o kişi için öne sürmüş gibi bir mana çıkıyor.Faydasi kadar zararı da var bence bu haliyle bu yazının düzeltin bence ALLAH rızası için.Kendinizden bir şeyler eklerken yazdiginiza dikkat edin.
Yazıyı yazan arkadaşa uslubuyla ilgili sıkıntılarının olduğunu söylemek isterim.Ayrıca efendimizin (S.A.V). adının geçtiği her yere parantez içinde (Sav) yazılmasını şiddetle öneririm.Yazıyı okuyan ziyaretçilerin her defasında efendimize salat ve selam getirmesine vesile olmuş olursunuz.Uslup kesinlikle düzeltilmeli. ”Tükürük yağmuru”,”güle güle töreni”,”Tükrükler bol bol her ikisinin de yüzüne yollanırken”,”bombardıman tekrar başlar”, ”Hz. Ebubekir’in burnunu kırıp, dümdüz eden Utbe’’ bu yakışıksız uslüplerden bazıları…
KIMSE ISTESEDE ISTEMESEDE EFENDIMIZ HZ MUHAMMED MUSTAFA (SAS) SOZ YADA HAREKETLERIYLE KUCUK DUSUREMEZ YADA OVEMEZ NE DUNYEVI NEDE MANEN O NUN ONUNE DE KIMSE GECEMZ BIZ HANGI NIYETLE OKUYUP BAKIYORUZ NE ANLIYORUZ INSA ALLAH HERKESE TESEKKUR