Hamza, Hz. Muhammed’in amcalarındandır. Fakat aralarındaki yaş farkı 5-6 yıldan fazla değildir. Kureyş içinde kolay kolay kimsenin karşısına çıkmaya cesaret edemeyeceği bir heybetin, kuvvet ve cesaretin sahibidir, Hamza. Kabadayıdır. İçkiye düşkündür, bir de ava… Avcılık bütün dünyasıdır Hamza’nın. Pek sosyal biri değildir, dünyası Mekke’yi çevreleyen çöllerdir. O çöllerde aslan avlar. Ve Mekke’de de aslan avcısı diye ünlenmiştir. O güne kadar, asosyal kişiliğinin de etkisiyle Mekke’deki din kavgasıyla pek ilgilenmemiş, atalarının dini putperestliğe bağlı kalmakla birlikte, Abdülmuttalib oğullarıyla Kureyş’in geri kalanı arasında yaşanan ve Hz. Muhammed’den kaynaklanan çatışmada da kendi boyunun ve Hz. Muhammed’in yanında yer almıştır. Ağabeyi Ebu Leheb gibi kendi boyuna karşı bir ihanetin içinde olmak aklından bile geçmemiştir Hamza’nın.

O gün de yaşananlar bir Mekke klasiği olarak tarihe geçebilecek ölçüde alışılmış olaylardır. Yine Safa tepesinde tek başına ibadet etmekte olan Hz. Muhammed, yine Ebu Cehil ve yandaşlarının hakaret ve saldırılarına hedef olmuştur. Gerçi o günküler sadece sözlü saldırılardan ibaret kalmıştır ama uğradığı ağır hakaretler Hz. Muhammed’i fazlasıyla rencide etmiş ve düşmanı daha fazla tahrik etmek istemediği için de hiç cevap vermeksizin bir taşın üzerinde oturarak, Ebu Cehil ve takımının usanıp çekip gitmelerini beklemiştir. Olayın bir de görgü tanığı vardır. Gizli Müslümanlardan bir cariye. Aynı gün avdan dönmekte olan Hamza’nın önünü keser ve:

“Ebu Umare!” der, “bugün Ebu Cehil’in yeğenin Muhammed’e yaptıklarını bilseydin böyle rahat olamazdın!” Hamza şaşırır ve ne olduğunu sorar. Cariye de her şeyi anlatır. Hamza duydukları karşısında bir öfke selinin bütün vücudunu kapladığını hisseder. Hedefi Kâbe’dir. Ebu Cehil’i orada bulabileceğini düşünür. Yanılmaz da. Önce hiçbir şey belli etmeden yanlarına oturur. O günkü av macerasını anlatmaya koyulur. Yayına dayanmış olarak, ayakta, kendisini merakla dinleyen Kureyş egemenlerine ki aralarında Ebu Cehil’de vardır, “şöyle yaptım, böyle ettim” diye anlatırken aniden yayını kaldırır ve bütün gücüyle Ebu Cehil’in kafasına indirir:

“Al sana bir yay, bir de kılıç” diyerek. Meclis karışır, Ebu Cehil neye uğradığını şaşırır. Yanındakiler Hamza’nın üstüne yürürler, fakat başından oluk gibi kan akmakta olmasına rağmen Ebu Cehil tarafından engellenirler. O an aklı başına gelmiştir Ebu Cehil’in ve daha ileri gidilirse Hamza’yı de kaybedeceklerini, onun da Müslüman olabileceğini görür ve:

“Dokunmayın Ebu Umare’ye” der. “O bana bunu yapmakta haklı, çünkü ben de bugün onun yeğenine çok kötü davrandım, hakaret ettim!” Akıllı hareket etmiştir Ebu Cehil ama geç kalmıştır. Öfkesini hala alamamış olan Hamza, bütün hiddetiyle meydan okur:

“İşte ben de artık O’nun dinindenim bundan sonra gücünüz yetiyorsa bana da aynı şeyleri yapın bakalım!” Ebu Cehil pişmanlık içinde kıvranır. Kendi elleriyle Müslümanların saflarına bir “aslan avcısı” kazandırmıştır. Aslında Hamza’nın Müslümanlığı o an için tepki ürünü bir tercihtir. Ne putların saçmalığı ve ne de ALLAH’ın birliği konusunda her zamankinden farklı bir görüşe sahip değildir. Kızgınlıkla, düşünmeden öylesine ağzından çıkıvermiştir işte. Sonra olup bitenin haberini vermek ve:

“İntikamın alınmıştır” diyerek gamını dağıtmak için Hz. Muhammed’in yanına, Erkam’ın evine yollanır. Yeğenine:

“Üzülme!” der, “Ebu Cehil’in sana bugün yaptıklarının intikamını aldım. Kafasını yardım, yüzünü kan içinde bıraktım” Hz. Muhammed’in tepkisi ise başta Hamza, herkesi şaşırtır:

“Ben böyle şeylere sevinemem!” Hamza, hayretler içinde sorar:

“Ya neye sevinirsin?” Hz. Muhammed taşı gediğine koyar:

Senin Müslüman olmana!” Doğrudur. Bütün yaşamı boyunca Hz. Muhammed kötünün zarar görüp, kaybetmesinden çok iyinin kazanmasına sevinmiştir.

Hamza, bunun üzerine az önce Kâbe’de kızgınlık eseri söylediği şeyi tekrarlar. Müslüman olduğunu söyler. Herkes sevinir. Fakat bir öfke eseri olan ilk söylemin benzeri bu ikinci söylem de yeğenini sevindirmek için olmuştur. Ve o gece Hamza’yı uyku tutmaz. Sabaha kadar suçluluk duyguları içinde kıvranır. Kendi kendini eleştirir:

“Durduğum yerde” der, “babalarımın, atalarımın dininden mi çıkıyorum?” Hamza o gece ciddi olarak Müslüman olma yoluna girer. Ve sabahın ilk ışıklarıyla soluğu Kâbe’de alır. Henüz kimsecikler yoktur. Ellerini açar bütün samimiyeti ile ALLAH’a yalvarır:

“Kalbimden şüpheyi gider ve beni Senin hoşnut olacağın yola ilet!” der. Sonra da yeğeninin yanına gider. İçini O’na da açar. Kendisini İslam’ın gerçek din olduğu konusunda ikna etmesini ister. Bütün ön yargılarından sıyrılmış alabildiğine samimi bir haldedir, Hamza. Ve deyim yerindeyse tam da adamına gitmiştir. Ve yeğeni konuşmaya başlar. Varlığı, evreni, yaşamı, yaşamın amacını anlatır. Anlattıkça da Hamza karşısındaki insanın yeğeni olmaktan çıkıp, önderi, kurtarıcısı, müjdecisi ve tek kelimeyle peygamberi olmaya doğru dönüştüğünü görür. Teslim olur. Yaradılıştan bu yana tüm insan dillerinin söyleyebildiği en güzel cümleyi söyler. Ve o da dönüşür. Hamza olmaktan çıkar ALLAH’ın aslanı Hz. Hamza olur.

Fakat daha olacakları da vardır.

Hz. Hamza’nın Müslüman olmasının Mekke’deki yankısı güçlü olur. Kureyş egemenleri eski ataklığını kaybeder. En azından Hz. Muhammed’in kendine olan saldırılarını sınırlamak gereğini duyarlar. Artık Müslümanlar tamamen zayıf ve ezilebilir bir avuç zavallı olmaktan çıkmaya başlamışlardır. Şimdi aralarında yaşamını aslan avlayarak geçiren bir avcı da vardır. Ve kendileri de aslan olabilmekten çok uzaktır.