En başından itibaren Mekkelilerin İslam’a karşı oluşları temelde ekonomik nedenlere dayanır. Mekke ekonomisini ayakta tutmanın ötesinde bütün bir Arap yarımadasının merkezi kılan ve bütün ekonomik rantın Mekke tarafından sömürülmesine olanak sağlayan kurulu putperest düzendir. Kâbe’de bulunan yüzlerce put, gerçekte Mekke elitinin hizmetçileri ve başlıca maddi yaşam kaynaklarıdır. Ve bu arada tanrının kaç tane olduğu da aslında pek umurlarında değildir. Ayrıca İslam kabul edildiği takdirde buna bağlı olarak toplumsal yapının tamamen değişeceğini gördüler. Böyle bir gelişme ise kabile reisleri, dini karizmalar, kâhinler, falcılar gibi birçok etkin sosyal pozisyon ve meslek ya tamamen ortadan kalkacak ya da etkisini büyük ölçüde yitirecektir. Hâlbuki sözü edilen meslek ve pozisyonlar, İslam öncesi Arap toplumunu yöneten kurumlardır. Ve İslam’a karşı büyük bir duyarlılıkla tepki gösterirler. Bu çatışmayı kaybettikleri takdirde her şeylerini kaybedeceklerini çok iyi anlamışlardır:

“ ‘Biz seninle birlikte doğru yola uyarsak yurdumuzdan atılırız.’ dediler.” (Kasas, 28:57) Kur’an’ın bu ayeti putperestlerin İslam’a itirazlarının özünü ortaya koyar ve ifade tamamen onların ağzından dile getirilir. Nitekim Kureyş elitinden Amir oğlu Haris de bir gün Hz. Muhammed’e bu gerçeği itiraf edecektir:

“Ey Muhammed! ALLAH’a yemin olsun ki sen bize hiç yalan söylemedin. Ama biz sana uyarsak, yerimizden, yurdumuzdan olacağız. Bundan dolayı inanmıyoruz.”

Bütün Arap kabilelerinin en saygın ve büyük putları Kâbe’de barınmaktadır. Her sene özellikle Hac mevsiminde, kabileler putlarını ziyaret amacıyla Mekke’ye gelmekte ve günlerce, hatta haftalarca orada kalmaktadır. Kureyş geçen yüzyıllar içerisinde bu işi mükemmel bir organizasyona kavuşturmuştur. Görünüşteki bu dini turizm etkinliği büyük bir ekonomik olay haline dönüşmüştür. Araplar, geçen bir sene boyunca ürettikleri malları bu dönemde Mekke’de kurulan fuarlarda satmakta ve gelecek senenin ihtiyaçlarını da yine bu fuarlarda satın almaktadır. Bütün bu etkinliğin nedeni ise Kutsal Kâbe ve orada barınan putlardır. Ayrıca, yine aynı kutsallık avantajı sayesinde, yani Kâbe’nin ve putların bekçileri oldukları için Kureyş, bütün kabilelerce üstün kabul edilir. Ticaret gezileri sırasında, en azından başka kabilelerin üyelerine oranla, daha güvende olurlar. Ve yine bu sayede Mekke, baskın ve yağma tehlikesi açısından Arap yarımadasının en güvenli şehri olmayı sürdürür.

İkinci önemli neden, kibir duygusudur.

“Zikir (Kur’an), aramızdan O’na mı indirildi, dediler” (Sad, 38:8) Hz. Muhammed, onların gözünde onlarca seneden beri Ebu Talib’in yetimidir. Çok akıllı, güvenilir, dürüst biridir ama zengin ve güçlü değildir. O yüzden de peygamberliğe layık değildir… Modern toplumla yarışacak ölçüde materyalist Mekke’nin değer yargıları, kendilerini böyle bir “yetim”e iman etmekten alıkoyar. Hatta öfkelenirler bile:

“Bütün güçleriyle ALLAH’a and içerek kendilerine bir uyarıcı gelirse, herhangi bir ümmetten daha çok doğru yolda olacaklarına dair yemin etmişlerdi. Fakat kendilerine uyarıcı gelince bu, nefretlerinden başka bir şeyi artırmadı.” (Fatır, 35:42)

Bedir savaşında öldürülünceye kadar İslam’ın ve Hz. Muhammed’in baş düşmanı olmaya devam edecek olan Ebu Cehil’e bir gün Hz. Ali:

“Hala iman etmeyecek misin?” diye sorduğunda o:

“İman edeceğim fakat” der, “niçin O?”

Diğer nedenler; atalar kültüne ve geleneklerine fanatizm derecesinde bağlılıkları, Kur’an ayetlerinin onlar hakkındaki ifadelerinin neden olduğu kızgınlık ve gurur kırıklığı, İslam’ın eşitlikçi bir toplum yapısından yana olduğunu açık bir biçimde ortaya koyması, Kureyş’i oluşturan boylar arasındaki rekabet ve çekememezlik duygusudur.

Öyleyse bu zor dönemde İslam’ı kabul edenlerin tercihlerini kolaylaştıran nedenler nelerdir?

Temel neden İslam’ın içerdiği güçlü ahlaki yapı ve bunun karşısında iman edenlerin sahip oldukları üstün kişilik özellikleridir. Akıllı ve vicdanı diri insanlardır bunlar. Haksızlığı ve zulmü içselleştirmemiş, köklü bir değişiklik arayışı içinde olan insanlar. Ve bu bağlamda, yukarıda da değindiğimiz gibi, gençler, köleler ve kadınlar ön plandadır. İman açısından ise İslam’ın anlattığı ALLAH inancının alternatifinin zorluğu ve mantık dışılığı vardır. Bir düşünün! Gücü, bilgisi, iradesi sonsuz, zamandan ve mekândan bağımsız her şeyi yaratan ve egemenliğinde tutan ve her şeyin üzerinde olan bir tek Tanrıya mı inanmak daha kolaydır, yoksa taştan ve tahtadan kendi ellerinizle oyduğunuz ya da daha beteri yolda tipini beğendiğiniz taşlara mı?

Mekke putperestlerinden biri, Hz. Ebubekir’i tekrar eski dinine döndürmeyi kendine görev edinir ve:

“Seni Lat ile Uzza’ya çağırıyorum” der. Hz. Ebubekir, sorar kendisine:

“Lat nedir?”

“Rabbimizdir”

“Peki, Uzza ve diğerleri nedir?”

“ALLAH’ın kızlarıdır.”

“Peki, anneleri kimdir?” Putperest bakakalır. Yanındakilere döner:

“Biriniz şu adama cevap verse ya!” der. Hiç kimseden ses çıkmaz.