MAXIME RODINSON:1915 yılında Paris’te dünyaya gelen Maxime Rodinson, Yaşayan Doğu Dilleri Fakültesinde Sami dilleri, etnografya ve sosyoloji eğitimi aldı. Askerlik hizmetini Suriye’de yaptıktan sonra, Lübnan’da yedi yıl yaşayan Rodinson, burada bir Müslüman okulunda öğretmenlik yaptı ve Fransa’nın Eski Medeniyetler Dairesi’nde Suriye ve Lübnan üzerine çalışmalarda bulundu. Uzun yıllar Orta Doğu’ya yaptığı geziler esnasında komünistlerle yakın ilişkiler geliştiren Rodinson, Milli Kütüphane’nin Doğu bölümünün idareciliğini yapmak üzere Fransa’ya döndü ve Orta Doğu üzerine aylık bir siyasi dergi olan Moyen-Orient’i çıkardı. Rodinson, yirmi yılı aşkın bir süre boyunca Fransız Komünist Partisinin üyesi olmuştur ve Marksist bir yazar ve kuramcı olarak dünya çapında tanınmıştır. Kitapları arasında Marksizm ve İslam Dünyası, İslam ve Kapitalizm, İsrail ve Araplar sayılabilir.

“Hz. Muhammed bir dinsel deha, büyük bir siyasi düşünür ve sizin, benim gibi bir insandı. Bunlar üç ayrı düzeydeki şeyler değildi, bunlar bütünsel bir kişiliğin üç yönüydü ve ancak dikkatli bir çözümlemeyle ayrı olarak görülebilirdi. Yaptığı ya da söylediği her şey onun bu yönlerine ilişkin bir şeyler barındırıyordu.”

“Hz. Muhammed’in ilk mesajlarının dikkatle incelenmesine, bu ilk mesajları önceleyen ya da eşlik eden şüphe ve umutsuzluk buhranlarıyla ilgili söylentiler de eklendiğinde bu, onlarda soğukkanlılıkla hesaplanmış ve ihtiras ya da insan sevgisinin etkisiyle amansızca uygulanmış bir planın tezahürlerini gören teorilere karşı ancak şüpheci bir yaklaşım üretebilir. Bu söylentiler, gerçekten de samimi görünüyor. Hz. Muhammed’e daima doğaüstü alemde bir yer bulmak için çırpınan bu metinler, onu böylesine insani gösteren çizgileri meydana getirmiş olamaz. Kısacası, samimi bir Hz. Muhammed’i açıklamak, gerçek dışı bir Hz. Muhammed’i açıklamaktan çok daha kolaydır.”

“Kısaca, Hz. Muhammed’e bağlananlar, o zamanki Mekke’nin en özgür düşünceli insanlarıdır. Bu bağlanışta, yeni doktrinin dini üslubunun belirleyici rol oynadığı kesindir. Fakat bu kimseleri yeni dine taraftar olmaya yönelten şeyin, Mekke toplumunun yönetici tabakalarında hakim olan konformist anlayışa karşı takındıkları özgür düşünceli tavır olduğundan kuşku yoktur. Söz konusu özgür düşüncelilik ise yeni yetmelik çağında ortaya çıkan orijinallik merakı, dış çevrelerle sürekli ilişki hali, Mekke’nin toplumsal yapısından az çok kopmuşluk, güç sahiplerini ve onların değer sistemini eleştirmeye sürükleyen ahlaki öfke, ihtiras ya da sadece özel psikolojik yetenekler gibi, kişiden kişiye değişen nedenlerden ileri gelir. Bu bakımdan da, yukarıda ifade ettiğimiz toplumsal ve ideolojik bunalımın söz konusu kişiler tarafından az çok karışık şekilde de olsa farkındalığına bağlıdır. Sanıyoruz en son tahlilde, işte bunun içindir ki bu kimseler, bu krizin derin bir yankısı olan Hz. Muhammed’in mesajına gönülden bağlanmışlardır.”

“Bütün bu olaylar sırasında emirler de bir yandan inmeye devam ediyor ve yeni bir doktrin yavaş yavaş vücut buluyordu. Çok geçmeden, bütün dünyaya yayılacak ve yepyeni bir şekil verecek olan bir inanç, cehennemî bir kavgaya girişmiş uygar dünyanın kıyısında kalan bu küçük şehirde, zar zor da olsa gelişiyordu. Bununla birlikte, bütün her şey bir tek adamın beyninde oluşur. Ne var ki, bütün bir dünyanın sorunları kımıldayıp yankılanır bu beyinde ve öylesine tarihi şartlar bir araya gelmiş durumdadır ki, bu tek adamın zihinsel çabası tüm Arabistan’ı, sonra da tüm evreni alt üst edecektir.”

“Bütün bunlardan Hz.Muhammed’in söz konusu ayetleri icat ettiği, kendi arzularının ifadesini ALLAH’ın ağzına yerleştirdiği ve dolayısıyla da -haşa- sahtekâr biri olduğu sonucu çıkarmak doğru mudur? Bence hayır!”

“Ebedi gerçekleri bildirmekle yükümlü olan peygamber, aynı zamanda Medine’de, keskin görüşlü, usta; sabırlı, heyecanlarını gemlemesini bilen, gerektiğinde uzun süre beklemesini beceren ve sırası geldiği zaman darbesini derhal indiren müthiş bir siyaset adamı olarak ortaya çıkmıştı. Allah’ın kendisini destekleyişine bağladığı bu yeteneğinin yanı sıra, bir savaş planını akıllıca seçip mücadelenin gerektirdiği kararları o saat almasını bilen mükemmel bir asker olduğunu da ispatlamıştı.”

“Peygamberin, siyasi stratejide olduğu kadar, askeri stratejide de büyük yetenek sahibi olduğu anlaşılıyor. Savaş sırasında her türlü kurnazlığa ve taktiğe başvurduğunu görüyoruz. Bunlar arasında en bayıldığı oyun, kuvvetlerini daima, gerçek hedeflerinden değişik bir hedefe doğru yola çıkarmaktır. “Savaş kurnazlıktan ibarettir.” sözü ona atfedilmektedir.”

“Ancak İslam peygamberinin henüz işi bitmemişti. Bütün insanlar, arkalarında bir isim bırakmak ve ölümsüzlüğe ulaşmak için çırpınır. İdeoloji kurucularıyla devlet kurucuları bu yarışta herkesten daha şanslıdırlar. Tarih onların eylemleriyle ve düşünceleriyle doludur. Hz. Muhammed, hem bir ideoloji, hem de bir devlet kurucusuydu. İsa ile Şarlman, O’nda tek ve aynı varlık haline gelmiş gibidir. Evet, yaşamı sona ermişti. Zaferi ise yeni başlıyordu.”

“Sıradan kervan güdücüsü Hz.Muhammed’in, Mekke’deki evinde birkaç fakiri toplayıp fikirlerini aşılamaya koyulduğu tarihten bir yüzyıl sonra aynı Hz. Muhammed’in torunları, Loire’dan İndüs kıyılarına, Poitiers’den Semerkand’a uzanan bir dünyaya kuman­da etmekteydiler.”

“Hz. Muhammed’in zihni dünyası, kendini, köylünün kafasına olduğu kadar, devrin adamının ya da filozofun kafasına da doğrudan doğruya ve en dolaysız tarzda kabul ettirmektedir.”

“İnsan sadece ekmekle yaşamaz. Yaşayabilmesi için insana, hiç olmazsa dünyadaki yeri ve rolü hakkında birkaç yönetici düşünce, yaşayışını düzenleyecek birkaç kural gereklidir. İnsan kitlelerine işte bu düşünce ve kurallardan kurulu doyurucu bir sistemi, modern ideologlardan çok daha önce din reformcuları ve peygamberler sunmuş bulunmaktadır. Modern müminler (tabii bu arada Müslümanlar da) dinlerinde sadece ahlâki değer taşıyan buyrukları göz önüne alarak fikirleri ancak ikinci derece­den önemli birer sembol gibi saymak eğilimindedirler. Onların da haksızlığa karşı öfkesi bizim gibi olduğundan ötürü, en başta düşüncelerin kökenlerini ve onların hayat bulduğu dönemin koşullarıyla olan ilişkisini inceleme üzerinde yoğunlaşanlar, evrensel olan ve özgül olarak kavranabilecek ve sonuç olarak büyük ölçüde zamana, mekâna ve toplumsal arka plana bağlı olan ahlâki öğretinin bu yönünün ele alınmasını sıradan ve önemsiz bulma eğilimindedirler.”

“Modern Müslümanlar için Hz. Muhammed, her şeyden önce, kendilerine adaletli, dürüst ve iyi olmalarını emreden adamdır. Bu görüş açısını da değerlendirmek gerekiyor. Gerçi bu isteğin tarih boyunca sık sık, kurulu düzene uymayı, dolayısıyla da adaletsizliğe boyun eğmeyi mazur göster­meye yaradığını ispatlayabiliriz. Bugün artık daha açık, akıl dışı tabulara daha az bağlı bir ahlâk anlayışını tercih ettiğimiz, özel­likle de bize mitolojik görünen fikirleri geçersiz saydığımız da doğrudur. Fakat unutmayalım ki, bizim o daha açık görüşlü ahlâkımız ve dünya hakkındaki doğru düşüncelerimiz; adalete, barışa, nispeten doğru dürüst bir ömür sürebilmek için en ilkel direktiflere ve şu fani hayatlarına bir anlam kazandıran basit fikirlere susamış büyük kitlelere yüzyıllar boyunca ulaşamamıştı. Kaldı ki, bizzat bizler şu kendi çağımızda en açık prensiplerden ve en bilimsel şekilde işlenmiş en doğru verilerden yola çıkarak doğup gelişen ideolojilerin de, çok geçmeden kendi haksızlıklarını ve kendi darlıklarını yarattığını gördük.”

“Demek ki, milyonlarca insana hayat nedeni sunmuş olan ve -gelecek hakkında küçük bir tahminde bulunmamıza izin veri­lirse- daha da uzun bir süre, belki değişik bir şekilde, gene mil­yonlarca insana hayat nedeni sunmaya devam edecek olan geçmişin ideolojilerine karşı bunca sert ve kibirli davranmaya pek öyle hakkımız yoktur. Tam tersine, bu derece önemli bir rol oynamış sistemlerin kurucularının ve bu arada Hz. Muhammed’in büyüklüğünü açık yürekle kabul etmemiz gerekiyor.”

“Sıradan insanlar ona saygı duyar ve itaat ederdi. Adı şu övgü sözleri olmadan anılmaz ve yazılmazdı: “Allah’ın lütfu ve huzuru onun üzerine olsun.” İnsanlar onun adıyla ant içerler. Çoğu onun yemediği yiyecekleri yemekten kaçınır. Doğu bilimci Edward W. Lane bir gün Kahire pazarında dolaşırken çok hoş nargile kapları görerek hayran olur. Çömlekçiye bunları yapanın neden damgasını üzerine basmadığını sorar. ‘Allah korusun!’ diye yanıtlar kapları yapan çömlekçi. ‘Benim adım Ahmet. (Peygambere atfedilen isimlerden biri.) Onu ateşe koymamı ister misin?’”

“Hristiyanlık O’nda, kötülük ve şehvet düşkünü baş düşmanını, İslam ise mahlûkların en mükemmelini göredursun, dine inanmayan birtakım başka adamlar, O’nda, kendileri gibi düşünen ve eyleyen bir insan bulmaya çalışacaklardır. XVIII. yüzyılın başlarında Boulainvilliers, akla uygun bir din kurmuş olan özgür düşünceli bir insan olarak selamlamaktadır Hz. Muhammed’i. Bütün on sekizinci yüzyılın gözünde Hz. Muhammed, doğa ve akıl dininin peygamberidir. Ve Goethe, Muhammed’e hasrettiği enfes bir şiirinde, deha sahibi insanın en mükemmel örneği olarak gördüğü peygamberi, derelerin ve çayların denize ulaşmak için kendisinden yardım beklediği koca bir ırmağa benzetmektedir.”

“Ve böylece taşıdı,

Hepsi neşeyle kaynaşan

Kardeşlerini, hazinelerini, çocuklarını

Onları bekleyen Babalarının koynuna.”

Carlyle’a göre, tanrısal bir özelliğe sahip olan bu büyük ruh, insanlığın en önde gelen kahramanları arasında yer almaktadır. Edebiyatçıların ardından bilginler el uzatmıştır Hz. Muhammed’e. Kaynaklara inerek ve gittikçe daha derinden didik didik ettikleri Arap tarihçilerine dayanarak, Peygamberin biyografisini kurup çıkarmışlardır. XIV. yüzyıl Arap tarihi uzmanı Hubert Grimme, O’nu, zenginleri ürküterek onaylarını almak için gelişigüzel uydurduğu bir “mitoloji”nin yardımıyla mali ve sosyal bir refor­mu geçirmiş olan bir sosyalist görmektedir. Çoğu şarkiyatçılar, yargılarında dikkatli davranarak, Hz. Muhammed’in dini şevkini ön plana çıkarırken, tarihi kaynakların büyük bilgini Belçikalı Cizvit rahibi Henri Lammens’in kindarlığı, Peygamberin samimiyetini inkâra kadar götürmeye varmaktadır. Sovyet bilginleri gerici mi, ilerici mi olduğunu hararetle tartışmakta; öte yandan Arap ülke­lerindeki milliyetçiler, sosyalistler ve hatta komünistler, O’nu bir öncü olarak sahiplenmektedirler.”

(Muhammed, Maxime Rodinson, Doruk, 2008)