İslam davetinin ilk yıllarıydı… İmanın ulvi mesajını alanlar birer birer cehalet zincirini kırarak Kur’ân kalesine giriyor, dünya-ahiret saadetine erme bahtiyar­lığına sahip oluyorlardı. Ebû Seleme, beraberinde Ebû Ubeyde bin Hâris, Erkam bin Ebi’l-Erkam ve Osman bin Maz’un olduğu hâlde Peygamberimizin ya­nına vardılar. Niyetleri, Peygamberimizi dinlemek ve onun nurlu halkasına gir­mekti. Peygamberimiz, kendilerine İslam’ın esaslarını anlattı, bir miktar da Kur’ân okudu. Neticede kalplerine hidayet güneşi doğan bu gönüldaşlar hemen iman edip ilk safa katıldılar.[1]

Hz. Ebû Seleme’nin (r.a.) esas ismi “Abdullah bin Abdülesed” idi. “Seleme” adın­da bir oğlu vardı. Bundan dolayı kendisine “Seleme’nin babası” manasında “Ebû Seleme” denildi. Peygamberimizin yakın akrabasıydı, halası Berre’nin oğluydu. Ayrıca Hz. Ebû Seleme, Peygamberimizin süt kardeşiydi. Süveybe Hâtun’dan o da emmişti.

İmanı uğrunda bütün zorluklara göğüs geren Hz. Ebû Seleme’nin hayatı hep mücadele ve mücahede içinde geçti. Müşriklerin zulüm ve baskısı artınca Ha­beşistan’a hicret başladığında, Ebû Seleme, hanımı Ümmü Seleme (Hind) ile birlikte hicret kervanına katıldı. Uzun müddet orada yaşadılar. Çocuklarının dördü de Habeşistan’da doğmuştu. Sonunda muhacirler tekrar Mekke’ye dön­düler. Hz. Ebû Seleme, Mekke’ye geldikten sonra yine müşriklerin zulmüne uğ­radı. Bunun üzerine Peygamberimiz, kendisinin Medine’ye hicret etmesini tav­siye etti.

Hz. Ebû Seleme yola çıkacağı sırada ailesini de beraberinde götürmek istedi. Oğlu Seleme ile hanımını ayrı bir deveye bindirerek Medine yolunu tuttular. Giderken hanımının akrabasından bazı adamlar karşılarına çıktı. Hz. Ümmü Seleme’yi başka şehre götürmesine müsaade etmediler ve elinden aldılar. Hz. Ebû Seleme, melül ve mahzun bir şekilde yalnız olarak yola devam etti. Çile ve ıstırapla geçen bir yıllık aradan sonra Ümmü Seleme de Medine’ye hicret etti. Böy­lece aile yeniden bir araya geldi.[2]

Hz. Ebû Seleme ilk muhacirlerdendi. Hicret’i müteakip Peygamberimiz, ken­disini Ensar’dan Sa’d bin Heyseme (r.a.) ile kardeş ilan etti.[3]Hz. Ebû Seleme, İslam ve Kur’ân hizmetine Medine’de devam etti. Kendisi okur-yazar sahabiler içinde yer alıyordu. Böylece, İslamiyet’e hem kılıcı hem de kalemiyle hizmet ediyordu. “Hilye” müellifi Ebû Nuaym, Hz. Ebû Seleme’yi Suffe Ashâbı arasında saymaktadır.[4]Hz. Ebû Seleme okuma-yazma bildiği için sahabilere okuma ve yazma dersleri veriyordu.

Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Seleme’yi çok severdi. Ona ayrı bir yakınlık gösterirdi. Bir keresinde Hz. Ebû Seleme’yi yerine vekil olarak Medine’de bı­rakmıştı. O zaman Peygamberimiz Uşeyre Gazası’na çıkmıştı. Bu gaza, Hicret’ten 16 ay sonra meydan geldi.[5]

Hz. Ebû Seleme, Bedir ve Uhud Savaşlarına iştirak eden mücahitlerle birlik­teydi. Uhud Savaşı’nın kızıştığı bir sırada Ebû Usâme el-Cüşenî tarafından uzun ve yassı bir demirle pazusundan yaralandı. Savaşı müteakip Peygamberimiz, müşrikleri takip etti. “Hamrâü’l-Esed” adıyla anılan bu sefere katılanların—başta Peygamberimiz olmak üzere—hepsi yaralıydı. Peygamberimizin bu seferini duyan Hz. Ebû Seleme, merkebine binerek yolda İslam ordusuna katıldı. Ru­hundaki cihat aşkı onu yerinde durduramamıştı. Peygamberimiz seferdeyken kendisinin yaralı dahi olsa geride kalması mümkün müydü? Sefer bitip ordu Medine’ye dönünce, Hz. Ebû Seleme de evine geldi. Bir ay kadar yarasının teda­visiyle meşgul oldu ve iyileşti.[6]

Fakat bu defa ayrı bir hizmetin ucu görünmüştü. Necid bölgesinde bulunan Katan havalisinin sakinleri olan Esedoğulları, etraf kabileleri de kışkırtarak, on­ları Peygamberimizle muharebeye teşvik ediyorlardı. Bu durumu haber alan Peygamberimiz, Hz. Ebû Seleme’yi çağırarak kendisine bir sancak teslim etti ve şöyle buyurdu:

“Seni kumandan tayin ediyorum. Şu askerî birliği götür. Esedoğulları gelip sana kavuşmadan onların yurduna gir ve üzerlerine yürü. Baskın yap, mallarına el koy!”

Devamında Peygamberimiz ona, Allah’ın emirlerine aykırı bir hareket­te bulunmamasını ve idaresindeki askere iyi davranmasını tavsiye etti.

Ebû Seleme’nin 150 kişilik ordusunda Ebû Ubeyde bin Cerrah ve Sa’d bin Ebû Vakkas (r.a.) gibi sahabilerin ileri gelenleri de bulunuyordu. Hepsi de Ensar ve Muhacilerdendi. Ordu, ıssız ve sapa yollardan giderek Esedoğullarının toplandıkları subaşlarından birisi olan Katan’a yaklaştılar. Orada bulunanları hayvanlarıyla birlikte ele geçirdiler. Ellerinden kaçıp kurtulanlar koşarak, kala­balık bir İslam ordusunun geldiğini haber verdiler.

Daha sonra Katan’a gelince orada bir kavimle karşılaştılar. Hz. Ebû Seleme onları sabahın karanlığında kuşattı. Askerlerine dikkatli olmalarını, kimseyi kaçırmamalarını tembih ettikten sonra hücuma geçti. İslam mücahitlerinin gel­diğini gören Esedoğulları darmadağın oldular. Hz. Ebû Seleme onları bir müd­det takip etti.

Kavim dağıldıktan sonra Ebû Seleme, karargâhını Katan suyunun başına kur­du. Etrafa yayılan İslam askerleri çok miktarda deve ve koyun toplayarak ka­rargâha getirdiler. Beraberinde ganimetlerle Medine’ye dönen Hz. Ebû Seleme, Peygamberimizin tav­siyesine uymuş, verilen vazifeyi hakkıyla yerine getir­mişti. Bu sefer, Hicret’in 4. senesi Muharrem ayında vuku bulmuştu.[7]

Bu seferden dönüşünde Hz. Ebû Seleme’nin Uhud’da aldığı yara açıldı. Neti­cede yatağa düştü. Beş ay sonra, cemaziyelevvel ayının sonunda vefat etti.

Hz. Ebû Seleme vefat ettiğinde gözleri açık kalmıştı. Hanımı Hz. Ümmü Se­le­me’nin anlattığına göre, Peygamberimiz geldi, fedakâr sahabisinin yanına oturdu, göz­lerini kapadı. Daha sonra şöyle buyurdu:

“Şüphesiz, ruh çıktığı za­man göz onu takip eder.”

O sırada Hz. Ebû Seleme’nin aile efradından bazıları feryat edip ağlamaya başladılar. Kadınların ağıt yakmalarını hoş karşılamayan Resûl-i Ekrem Efen­dimiz, “Siz kendiniz için iyilikten başka bir şey istemeyin. Çünkü melekler söy­lediklerinize ‘Âmin.’ derler” buyurarak ikaz etti. Daha sonra şu duada bulun­du:

“Allah’ım, Ebû Seleme’yi affet. Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Onun arkasında kalanları için de Sen ona halef ol. Bizi de, onu da mağfiret bu­yur. Ey Âlemlerin Rabb’i, [Ebû Seleme’nin] kabrini genişlet ve orada onun nu­runu çoğalt.”[8]

Kocası vefat edince Hz. Ümmü Seleme dul kaldı. İddetini bekliyordu. Bir ka­dının başka bir erkekle evlenebilmesi için, hamileyse doğum yapıncaya kadar, değilse dört ay 10 gün beklemesi gerekiyordu.

Hz. Ümmü Seleme “müminlerin annesi” olma şerefine nail olacaktı. Bir sahabi kadın için en büyük saadet, Re­sû­lul­lah’a zevce olmaktı. Bunun nasıl ger­çekleştiğini Hz. Ümmü Seleme’nin kendisi şöyle anlatır:

Hz. Ebû Seleme bir gün Re­sû­lul­lah’ın meclisinde bulunmuştu. Eve geldiğin­de çok sevinçliydi. Re­sû­lul­lah’tan bir söz işittiğini ve çok sevindiğini ifade ettik­ten sonra şu hadisi nakletti:

“Müslümanlardan herhangi birisi bir musibete uğrar da, ‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn.’ der, sonra da, ‘Allah’ım, bu uğradığım musibetin mükâfatını ihsan et ve beni ondan daha hayırlısına kavuştur.’ diye dua ederse, muhakkak Allah onun duasını kabul eder.”

Bu duayı Ebû Seleme’den ezberledim. Ebû Seleme vefat edince bu duayı okudum: “Allah’ım, uğradığım bu felaketin mükâfatını ihsan et. Beni Ebû Sele­me’den daha hayırlısına nail eyle!” Bu şekilde Allah’a yalvardım. Sonra kendi kendime, “Ebû Seleme’den daha hayırlısı kim olabilir?” diye düşünmeye başla­dım. İddetim bittikten sonra Re­sû­lul­lah’ın beni istetmesi üzerine duamın kabul edildiğini anladım.[9](Meselenin de­vamı için “Ümmü Seleme” maddesine bakı­nız.)


____________________________________

[1]Üsdü’l-Gàbe, 5: 218.
[2]Üsdü’l-Gàbe, 5: 588.
[3]Tabakât, 3: 239.
[4]Hilyetü’l-Evliyâ, 2: 3.
[5]Tabakât, 2: 9.
[6]age., 3: 240.
[7]age., 2: 50.
[8]Müslim, Cenâiz: 7.
[9]Müsned, 4: 27-28.