Müthiş Fark
Ulülazm peygamberlerden olan Musa (as) elinde Allah’ın hak kitabı olan Tevrat’la gelmişti. Onu tebliğ etti ve onu bırakıp gitti. Kendisinden sonra çok geçmeden Tevrat tahrif edildi. Allah’ın kitabı olma vasfını yitirdi. Allah, Tevrat’ın adeta tashih edilmiş şekli olan Zeburu indirdi. Davut (as) elinde Zebur’la hükmetti. O da gidince Tevrat’ın başına gelen, Zebur‘un da başına geldi. Kısa bir zamanda Zebur tanınmaz hale geldi.
Allah Teala yeni bir peygamber ve yeni bir kitap gönderdi. Yine büyük bir Nebi, elinde Allah’ın kitabı İncil ile geldi, insanlara İncil öğretmeye çalıştı. İsa (as) yeryüzünden kaldırılınca, İncil de Tevrat’ın akıbetine uğradı. Allah tek bir İncil göndermişti. İsa’dan (as) sonra bir asır geçmeden, birbirine ters onlarca İncil çıktı. İncil bolluğu, Hristiyanları çaresizliğe itti. Toplanıp en çok oyu alan dört İncili hak kitap yapmaya karar verdiler. Bu da İncil’in tahrif edilmişliğini tescil etti. İncil de, Tevrat ve Zebur’un akıbetine uğramıştı.
Kitapların tahrif edilmesi, onları getiren peygamberlerin ve dinlerin de İlahi olma vasfını zedeledi. Tabii bir sonuç olarak biz bugün, Allah’ın indirdiği Tevrat ve Tevrat’ı getiren Musa diyerek asıl ile taklidi ayırma mecburiyetinde kaldık. Çünkü ortada inkar edilemez bir hakikat vardı. Önceki nebilerin mirası korunamadı.
Nebilerin elindeki kitap yırtılıp atılmadı. Ama o kitabı anlamaya yönelik sözler, nebilere ait bilgiler, kısa zamanda unutuldu. Unutulanların yerine yenisi uyduruldu. Uydurmalara karşı tedbir alınmadı. Uydurulanlarla, aslını koruyanlar aynı kefede tutuldu. Neticede önce o nebinin sözlerine, sonra da getirdiği kitaba el değdi.
Resulullah’dan (sav) sonra ise böyle olmadı.
O Veda Hutbesi‘ni irat ettiği zaman, “Bir cümle de olsa benden tebliğ edin” emrine uymak için bütün ümmeti adeta seferber oldu. At üzerinde, yaya binlerce ilim yolcusu yollara düştü. Çöller, vadiler aşıldı. Peygamber’in (sav) emaneti Kur’an ve onun sözleri olan hadisler uğruna, Asya ve Afrika kıtası boydan boya okula dönüştürüldü. Kimse vaktine ve bedenine acımadı. Malını vermekten erinmedi. Herkes yollara döküldü.
Kimi öğrenmek için, kimi öğretmek için. Kimileri de kendindekini verip, başkalarındakini almak için çıktı sefere. Bir hadis, bir ayet duymak ya da bildiğini doğrulamak için binlerce kilometre yol kat edenler oldu. Camiler medrese oldu. Fırınlarda ekmek pişirmek için bekleyenler, bineği üzerinde yol alanlar; gözleriyle, kulaklarıyla ilim almaya, ilim vermeye çalıştılar. Doğan çocuklara hedef olarak bu gösterirdi.
İmkanları, imkan kelimesini gülünç hale getirecek kadar cılızdı. Kağıt-kalem kıt! Geceleyin kullanacakları ışık kaynağı neredeyse yok! Kaynak yok, para yok… Var olan şey ise, dağları delen himmetleri, bitmez tükenmez gayretleriydi…
Ne müthiş bir imanla yollara döküldüler. Analar, çocuklarını doğmadan ilme adadılar. Kaç hadis biliyorsa insanlara, o bildiği hadis sayısı kadar değer verdiler. Adam olmayı, Peygamber’in (asv) hadislerini bilmekle eşleştirdiler.
Aradan iki asır geçtikten sonra, Resulullah’ın (sav) nerede ne konuştuğu, kimin kimden hangi sözünü duyduğu kitabileşti. Önceki nebilerin sözlerinin başına gelenleri, bu ümmet, peygamberinden uzak tuttu. Bu ümmet, Peygamberinin (sav) mirasına sahip çıkmış, sözlerini ve getirdiği kitabı ebedileştirmişti. Allah, üç nesil süren bir grubu, bu hizmette şereflendirmişti.
Muhammet bin İsmail El Buhari alnında bu şerefin parladığı isimlerden biridir.
İşte Bu Aşk, O Farkı Doğurdu!
Ashaptan Cabir Bin Abdillah (ra) diyor ki:
“Bana bir hadis söylendi. Daha önce onu duymamıştım. Hemen bir deve buldum. Hazırlığımı yaptım. Bir ay kadar yol katedip Şam’a vardım. Abdullah bin Üneys’in yanına vardım. Kapıdakine
– “Cabir kapıda de” dedim. Gitti.
– “Cabir bin Abdillah mı?” diye sormuş. Kapıdaki geldi, bana sordu. Ben de
– “evet” dedim. Dönüp haber verdi. Elbisesini toplayarak bana doğru geldi. O bana sarıldı, ben ona sarıldım. Dedim ki
– “Kısas konusunda Resulullah’dan (sav) duyduğun bir hadisi işittim. Ben o hadisi duymamıştım. Hadisi ben duymadan sen ölürsün veya ben ölürüm diye korktum.” O da o hadisi bana duyduğu gibi nakletti.”
Kervana Katılanlar
Resulullah’ın (sav) mirasının ilk hizmetkarı sahabiler oldu. Veda Hutbesindeki emre uyarak, karış karış gezdiler coğrafyayı. Biri Mısır’a gitti, orada binlerce insana ışık saçtı. Öbürü Kûfe’ye gitti, orayı aydınlattı. Diğeri Şam’a gitti, orada hizmete katıldı. Binlercesi hem cihat ettiler, hem ilim yaydılar.
Onlardan bu mirası devralan ikinci kuşak Tabiin nesli de, o himmeti düşürmeden emaneti yerine getirdiler. İkinci kuşak da tarih yazdı. Benzerinin tekrarlanması zor, dillere destan bir gayet gösterdiler. Birinci asrın sonunda Ömer Bin Abdülaziz’in gayretleri ile, sözlü olarak ezberlemeye dayalı yürütülen bu çalışmalar yazıya döküldü. Ehil isimlerden, bildiklerini yazmaları istendi. İkinci asrın sonuna gelindiğinde bir tarafta kütüphane gibi âlimler, diğer tarafta mescitlerde, yol kenarlarında, bir ağacın altında hadis okutan binlerce alim çıktı ortaya.
Bu muazzam çalışmaya doğal olarak yarı bilenler, hatta bilmediği halde bildiğini zannedip katılanlar da oldu. Bu durumun temel sebebi geçer akçenin hadis bilmek olmasıydı. İşinin yürümesini isteyenin bir hadis dosyası açması, en uygun iş sayılıyordu. Hadis, hayat demekti.
İkinci asrın sonunda gelinen nokta, iyi bir eleme ve sınıflandırma noktasıydı. Kaybolma tehlikesi gitmiş, karışma tehlikesi belirmişti.
Muhammed Bin İsmail El Buhari
Peygamber’in (sav) hicretinden 194 yıl sonra Buhara’da Muhammet isimli bir çocuk doğdu. 13 Şevval 194 (20 Temmuz 810). Bu çocuğun babası İsmail, İmam Malik Bin Enes ve Abdullah Bin Mübarek’in talebesiydi. Kendisi henüz küçükken babası ona iyi bir servet bırakarak öldü. Annesi de duası makbul, saliha bir kadındı.
Büyük dedesi, Mecusi olan bu çocuk Arap değildi. Arap ve Acemin efendisi oldu. Âlimlere sultan oldu. İlmin mihengi haline geldi.
On yaşına gelmeden hadis ilminde basamakları çıkmaya koyuldu. Buhara‘dan Bağdat’a hadis tahsili için geldiğinde 16 yaşında bir gençti.
Ahmet Bin Hanbel’in önüne diz çöktü. Zamanın en büyük âlimlerini bir bir gezdi. Kimde ne varsa ilim olarak onu aldı. Sanki doğmadan okumaya başlamış bir hali vardı.
Kendisinin verdiği bilgiye göre, 1080 hocadan ders okudu. Onların bildiği hadisleri ezberledi. Bir ay önce önünde ders okuduğu bir hocası, bir ay sonra ondan bir şeyler öğrenir hale geliyordu.
İmam Buhari, çocuk denecek yaşta çıktığı ilim yolculuğunda on binlerce kilometre yol kat etti. Bugün, Buhara ile Bağdat arası kuşbakışı 2.000, Mısır 3200, Mekke 3300 kilometredir. Sadece Bağdat’a sekiz defa gitti. Gittiği yerlerde, mescitlerde konakladı.
Dinlenmeye fırsat bulamadan ikinci bir şehre gitti. 62 yaşında vefat etti. 16 yaşında ilk ilim yolculuğu başladı. 46 yıl bineği üzerinde, kitapları, defter ve yazı malzemesi ile gezdi.
Bağdat’ta duyduğu bir hadisi başka bir muhaddis Mekke’de okutuyor diye yola koyuldu. Oradan Semerkand’a Semerkant’tan Merv’e, oradan başka bir yere; sürekli hareket halinde bir hayat yaşadı.
Bir yandan öğrendi, bir yandan öğretti. Allah, o büyük himmeti sayesinde adını ebedileştirdi. Geçip giden asırlar, adını eskitemediği gibi, her geçen gün onu biraz daha büyüttü. Kendisinden sonra gelenler, yaptığının bir benzerini yapmaktan aciz kaldılar. Yazdığı kitapları baştacı edildi. Sahih-i Buhari elden ele dolaştı. Genç beyinler onu ezberlemeye çalıştı.
Derin Düşünceli!
Bir defasında dostlarından birinin bahçesinde arkadaşlarına öğle namazını kıldırdı. Farzdan sonra sünnetleri kılmak için kalktılar. Sünnetleri kıldıktan sonra arkadaşına dönüp “şu gömleğin altında bir şey var mı?” diye sorup sırtını açtı. Meğer bir eşek arısı 16 yerden sokmuş onu. Sırtı kararmışdı. “İlk soktuğunda neden namazı bozup ilgilenmedin?” dediler. Cevabı derindi: “Başladığım sureyi bitirmeden namazı bozmak istemedim.”
İlk Kitabı
18 yaşına geldiğinde, annesi ve kardeşi ile beraber hacca gitti. Oradaki âlimlerden okuyabilmek için, annesini ve kardeşini gönderip kendisi Mekke’de kaldı. Oradan Medine’ye geçti. İlk kitabını orada yazdı.
Kendi verdiği bilgilere göre, mehtap ışığında geceleri Ravza-yı Mutahhara’nın kenarına oturup, et-Tarihü’l Kebir isimli kitabını yazdı. Bu kitabında binlerce sahabenin ve hadis ilmine hizmet etmiş isimlerin hayatlarını yazdı. O yaştayken, hadis âlimleri arasında hakemlik yapmaya başladı.
Gittiği her yerde ilgi görüyor, insanlar ondan bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Basra’ya gittiği bir zamanda ondan bir şeyler öğrenmek isteyenler, gideceği yere kadar onu yalnız bırakmayalım derken, yol kenarında binlerce insanın katıldığı ders yaptırmışlardı ona. Bir yandan öğreniyor, bir yandan da öğretiyordu.
Muhammet Bin Yakup diyor ki: “Buhari, Nişabur’a geldiğinde onu at üzerinde karşılayanlar sadece dört bin kişiydi. Yayalar ve diğer bineği olanları bilemiyorum.”
At Üzerinde Kanatlandı
Bağdat, Basra, Belh, Humus, Kûfe, Şam, Medine, Mekke, Mısır, Merv ve Nişabur, onun defalarca gidip kaldığı yerlerdir. Okuyacağı kitaplarını ve yazı malzemelerini hayvanın sırtına koyar, öylece aylarca süren yolculuklara çıkardı. Bazen gittiği yerde öğreneceği şey birkaç ciltlik bir kitap, bazen de iki veya üç hadisti. Bıkmadan, usanmadan ilmin peşinden koştu.
Resulullah’ın (sav) sünneti, önceki peygamberlerin sünneti gibi zayi olmasın diye kanıtlandı, uçtu. Elindeki maddi imkanları talebelerine yardım olarak verdi. Verdiği borçları bile geri almayı düşünecek vakti olmadı.
Volkan Gibi Zeka
Zekası, afakı sarmıştı. O konuşuluyor, o izleniyordu. Kimi hayret ediyor, kimi kıskanıyor, kimi de müslümanların içinden böyle bir insan çıktığı için övünüyordu. Sağlığında da ölümünden sonra da her ırktan, her dilden bütün Müslümanlar onunla gurur duydu. Onun ilminden doğrudan veya dolaylı istifade etmeyen bir Müslüman yoktur.
Zeki insan çok vardı ama o, zekasını dinine hizmet için kullandı.
Zekası hakkında bir ipucu vermesi bakımından diyor ki: “Enes’ten ders okuyanlar düşündüm. O anda aklıma 300 isim geldi. Dün gece uyumadan önce, kaç hadis yazdım kitaplarıma diye düşündüm de, baktım 200.000 civarındaymış”
En büyük talebelerinden biri olan İmam Müslim, Buhara’ya onu ziyarete gittiğinde elini öpmeye yanaşmış, o da engel olmak isteyince, “Bırak ayaklarını öpeyim. Sen hocaların hocasısın. Sen hadis alimlerinin efendisisin.” demişti.
Test Edildi
Bağdat’a geldiği bir seferinde, biraz meraktan biraz da şüpheden ötürü bir grup alim onun zekasını denemeye kalktı. Ona başlarındaki ravilerin yerleri değiştirilmiş yüz hadis okuyup yorumlamasını istediler. Yaptıkları şöyle bir şeydi:
A hadisini varsayalım. Bu hadisi bir sahâbi Resulullah’dan (sav) duymuş. O da bir Tabii’ye bunu öğretmiş. Tabii de ondan sonra gelene, o da daha sonrakine öğretmiş. Bu hadisin kimden öğrenildiğinin anlaşıldığı bir zincirdir. Dolayısıyla her hadisin başında en az dört isim vardır. Bu isimlerden birbirlerine yapılan aktarmaya göre hadisin doğruluğu veya yanlışlığı hakkında konuşulabilmektedir.
Buhari’yi sınamak isteyen on kişi, onu önlerine oturttuktan sonra her biri onar hadis okumuşlar ancak herkes okuduğu hadisin önündeki isimlerin yerini değiştirmiş. Onlar, bu yüz hadisi tekrar etmesini istiyorlardı. Böyle yapmaları nedeni de; o hadisleri büyük bir ihtimalle Buhari zaten biliyordur, yeni bir bilgi gibi bu yüz hadisi karşısına çıkarmak istemeleridir.
Buhari onları dinledikten sonra, yerlerini değiştirdikleri isimlerin doğrularını tekrar ederek cevap vermeye başlayınca, o volkan gibi zekanın önünde teslim olmak durumunda olduklarını anladılar. O mecliste Buhari belli bir sıraya göre dizildikten sonra yerleri değiştirilmiş beş yüze yakın ismi, ilk dizilişine göre yeniden tekrar etmişti.
Kendisi Gibi Talebeler Bıraktı
Buhari’nin önünde ders okuyan, ondan hadis öğrenen talebelerin sayısı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Sadece meşhur Sahih isimli kitabını ondan okuyanların sayısı 90.000 kişidir. Müslümanların ikinci büyük muhaddis İmam Müslim, Tirmizi, Nesai ve Darimi de onun talebelerindendir.
İslam İlimlerinin En Muteber Kitabını Yazdı
Kur’an‘dan sonra en muteber bilgi kaynağı olan ve Müslümanlar arasında Sahih-i Buhari adıyla meşhur olan kitabı yazdı. 600.000 hadis arasından seçip derlediği kitabına yazdığı her hadis için yazmadan önce abdest aldı ve iki rekat namaz kıldığı rivayet edilmiştir. Kitabı yazması 16 yıl sürdü. 7000 civarında hadis ihtiva etmektedir. Kitabın içinde zikredilen hadisleri, 289 hocadan derledi.
Sahih-i Buhari, Müslümanlar çocuklarını Hristiyan profesörlerden din öğrenmeye gönderene kadar her Müslümanın gözünde ilk ve şeksiz bir kitaptı. Müslümanların çocukları, Hıristiyan ülkelerden diploma alıp hadis hocası olmaya başladıktan sonra, Buhari de tenkit edildi. Kusurları bulundu.
İlmini ve Onurunu Korudu
Buhara Valisi, saraya gelip kitaplarından ders yapmasını emreden bir haberci gönderdi ona. O cevap olarak dedi ki:
“Ben ilmi ayağa düşürmem. Vereceğim dersler hoşuna gidiyorsa, ders yaptığım mescide veya evime gelirsin. Eğer bu durum hoşuna gitmezse yetkili birisin, benim ders yapmamı yasakla. Ben de ders yapmayayım. Yasağı sen koy ki yarın Allah katında özrüm olsun.”
Ona da Eziyet Edildi
Gayretini ve elde ettiği şöhreti çekemeyenler, siyasileri onun aleyhine kışkırttılar. Valilik emriyle sürgüne gönderildi. Semerkant’da vefat etti. Vefat etmeden önce yaptığı bir duasında “Allahım! Geniş olmasına rağmen dünya bana daraldı. Beni kendine al!” demişti. Bu duasından sonra bir ay geçmeden vefat etti. 30 Ramazan 256 (31 Ağustos 869)’da vefat etti. Vefat ettiğinde 62 yaşındaydı.
“İmam Buhari, Resulullah’ın bir mucizesidir. Ümmetinden onun gibi, eşi bulunmaz bir insan çıkmıştır. Öyle birinin varlığı, insanlık için büyük nimetlerdendir. Hadiste müminlerin emiri, İslam büyüklerinden, müctehid İmam Muhammed Bin İsmail El Buhari müminlerin büyüğü, muhaddislerin sultanıdır. Kitabı, Allah’ın kitabından sonra en güvenilir kitaptır.”
(Hanefi Fakihi İbni Abidin)
Yazar: Nureddin Yıldız
Kaynak: İşi Vakti Çok Olanlar-2, Tahlil Yayınları