Allah’tan sonra en çok sevgiye layık olan, şüphesiz, Allah Resûlü’dür. Re­sû­lul­lah’ı en çok sevenlerin başında ise Sahabe gelir. Bu gerçek, Kur’ân’da şu şe­kil­de ifadesini bulmuştur:

Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha sevgilidir.[1]

Kur’ân’ın medhine mazhar olan sahabilerde bunun birçok canlı misalini görmek mümkündür. Onlar bu yolda eşsiz ve erişilmez fedakârlık örnekleri vermişlerdir.” İnan­dık” demekle yetinmemişler, Re­sû­lul­lah’a ﷺ sevgi uğrun­da her türlü zulme ve iş­kenceye göğüs germişlerdir. Bu uğurda gerektiğinde yurtlarından, mallarından ve can­larından fedakârlık etmişlerdir. Onların Re­sû­lul­lah’a olan sevgileri, yavrusunu koru­mak için kendisini tehlikeye atan bir an­nenin ciğerparesine olan şefkatinden daha fazlay­dı. Mesela Hz. Ali’ye, “Siz Re­sû­lul­lah’ı ﷺ ne kadar seviyordunuz?” diye sorul­duğunda, o, şu cevabı ver­mişti:

Re­sû­lul­lah bize malımız mülkümüz, çoluk çocuğumuz, anamız ve ba­bamızdan daha sevgili idi. Ona, susadığımızda soğuk suya duyduğumuz arzu­dan daha çok arzu duyar, daha çok severdik.[2]

Bu sevgi Re­sû­lul­lah’ın şu mübarek sözüne bağlılıklarının ifadesinden başka bir şey değildi:

Hiçbiriniz beni anasından babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam iman etmiş olmaz.[3]

Bu hakikat en güzel tezahürünü Sahabenin hayatında bulmuştu. Belki de bu­nun ilk tecrübelerinden birine Hz. Ömer muhatap olmuştu. Bir gün Re­sû­lul­lah’ın: “Beni ne kadar seviyorsun?” sorusuyla karşılaştı. Cevabı ise, “Seni canım­dan başka her şeyden çok se­­viyorum!” oldu. Ama Re­sû­lul­lah en can alıcı nokta­ya dikkatini çekmiş, “Canından da çok sevmedikçe tam iman et­miş olamazsın, ya Ömer!” buyurmuştu. Re­sû­lul­lah’ı nasıl ve ne derece sevme­si ge­rektiğini öğ­renen Hz. Ömer de, “Canımdan da çok seviyorum yâ Re­sû­lal­lah!” diye cevap vermişti. Peygamberimiz de ﷺ, “Şimdi oldu, ya Ömer.” d­iyerek, onun şah­sında bütün Müslümanlara sevgiyi kullanmalarındaki ölçü­yü göstermişti.

Sahabe-i Kirâm, sevgiyi ruhlarının gıdası olarak görüyor, o sevgiyle kalplerinin canlanacağına inanıyorlardı. Bu, onlar için en büyük bir zevkti. Çünkü onlar, hadiste be­lirtilen imanın zevkine erdiren üç şeyden birinin “Allah ve Resû­lü’nü her şeyden çok sev­me”[4]olduğunu çok iyi kavramışlardı. O zevkle ken­dilerini tehlikelere attılar, nice güç­lüklere katlandılar.

Sahabe-i Kirâm kadar Re­sû­lul­lah’a bağlı ikinci bir topluluk yoktur. Onlar bütün davranışlarında onu örnek edinmiş, söz, davranış ve fiillerini ölçü olarak kabul etmişlerdir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, Resûl-i Ekrem’i ﷺ “en güzel örnek” olarak gösterir. Allah onu yüce ahlakla bezemiş, en güzel edeple edeplendirmiş, insanlığa rehber yapmıştır. Bu ise Re­sû­lul­lah’ı bütünüyle örnek almak ve onun Allah’tan getirdiklerini tatbik etmekle mümkündür. Bu husus âyette mealen şöyle dile getirilir:

Re­sû­lul­lah’ın size getirdiklerini tutunuz, yasak ettiklerinden de sakınınız.[5]

Diğer taraftan insan için en büyük gaye, Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini kazanmak­tır. Bunun yolu da Re­sû­lul­lah’a tabi olmaktan geçer. Nitekim Âl-i İmrân Sûresi­’nin 31. âyetinde bu hakikate dikkat çekilerek mealen şöyle buyurulur:

De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günah­la­rı­nı­zı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.’

Bu emirler ışığında yaşamayı gaye edinen sahabilerin en mühim meselesi, Re­sû­lul­lah’ın sevgisini kazanmak, ona olan bağlılıklarını göstermekti. Ona olan bağlılıklarının yolu da onu dinlemek ve ona tabi olmaktan geçiyordu.

Bunun en güzel misalini Bedir Muharabesi öncesi Sa’d bin Muâz’ın şu sözle­rinde görüyoruz:

Yâ Re­sû­lal­lah! Biz sana iman ettik ve seni tasdik ettik. Getirdiklerinin hak olduğuna şehadet ettik. Dinlemek ve itaat etmek için de sana kesin söz verdik. Yâ Re­sû­lal­lah! Nasıl isterseniz öyle yapınız. Seni hak ile gönderen Allah’a ye­min ederim ki, bize denizi gösterip de dalsan, hiçbirimiz geri kalmaksızın se­ninle birlikte dalarız!


_____________________________________

[1]Ahzab Sûresi, 6.
[2]Terbiyetü’l-Evlâd, 2: 1026.
[3]  Müslim, İman: 69.
[4]Buhârî, İman: 9.
[5]Haşir Sûresi, 7.