Sahabe en üstün mertebededir. Çünkü onlar doğrudan doğruya peygamberlik güneşinden ışık almışlardır. Ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, evliyanın onla­ra yetişememelerinin sebebi, Sahabenin Peygamber sohbetindeki sırra ermiş olmalarıdır. Sohbetin başka bir özelliği vardır. Sohbette yıkanma vardır, bo­yanma vardır. Bir dakikacık dahi olsa o sohbette bulunmanın o kadar büyük ma­nevi feyiz ve kazancı vardır ki, en büyük evliya dahi onu tadanlara ulaşa­maz.

Uyanıkken Re­sû­lul­lah ile sohbet eden, yerdeyken Arş’ı seyreden Celâled­din-i Su­yutî gibi büyük veliler bile ancak Sahabeden sonra yerlerini alabilmiş­lerdir.

Sahabeyle evliya arasındaki bu farkın en önemli sebebi, Sahabenin doğrudan Peygamber güneşinden, diğerlerinin ise o güneşin aynadaki aksinden fayda­lanmış olmalarıdır.

Sahabe, peygamberlerden sonra Allah’a manen en yakın olan insanların adı­dır. Çünkü onları bizzat Re­sû­lul­lah terbiye etmiş, ruh ve kalplerini kötü düşün­celerden arındırmıştır.

Sahabiler bütün duygularını İslam toprağında iman suyuyla sulamış, inkişaf ettirmişlerdir. Onların bütün duygu ve latifeleri uyanıktır. Mesela sahabi­ler, “Sübhanallah, elhamdülillah” dediklerinde, kelimenin tam manasıyla söyler­­­lerdi. Namaz kıldıklarında bütün dünyadan el etek çeker, her şeyi unutur, âde­ta fâni olurlardı. Ceset olarak görünür, fakat manen yüce âlemlere uçarlardı.

İşte bu sır içindir ki, birçok duygu ve kabiliyeti körelmiş veya başka taraf­la­ra yönel­miş günümüz insanının duygularını uyandırabilmesi, büyük ve devam­lı bir gayreti ge­rektirmektedir. Sözler’de denildiği gibi, bir Sahabenin 40 da­kikada kazandığı fazilete ve makama, başkasının 40 günde, hattâ 40 sene­de yetişebilmesindeki sır burada saklı­dır.

Sahabenin bütün meselesi Allah’ın rızasını kazanmaktı. Günleri, saatleri “Al­lah’ın rı­zasını nasıl kazanabiliriz?” sorusuna cevap bulmak ve o yolda olmakla geçerdi. Dikkat­leri ona yönelmiş, kalpleri ona bağlanmıştı. Niyetler, sohbetler ve bütün münasebetler o çerçeve etrafından dönerdi. Onların gözünde dünya sa­adeti ancak ebedî saadete ba­samak olabildiği ölçüde mana ifade ederdi.

Geçim derdi içinde boğulmuş, bütün meselesi dünya hayatı, menfaat ve siya­set olmuş; fikir ve kalpleri dağılmış, zihni maneviyata yabancılaşmış, himmet ve gayretleri parçalanmış günümüzün insanının Sahabeye yetişmesi elbette ki mümkün değildir.

Sevap noktasında da onlara yetişmek imkân dışıdır. Nasıl bir asker bazı şart­larda, mesela bir harp hâlinde önemli bir mevkide nöbet tutar veya savaşırken şehit düşer, bir dakikada yüksek mevki olan şehitliğe ulaşır. İşte Sahabe­nin bütün dakikası o erin şehit olduğu dakika gibidir. Dünyanın her türlü men­faatini ayaklar altına alıp İslam’ın bir tek meselesini dahi dünyanın en büyük menfaati­ne feda etmeyen, bin bir türlü korku ve tehdide rağmen imanından ve hak yol­dan ayrılmayan Sahabeye kim yetişebilir? Sonra “Essebebü kelfâil [Bir şeye sebep olan, onu işlemiş gibidir].” sırrınca sevap açısından da yi­ne onlara yetişilemez. Çünkü onların açtığı çığırda yürüyen bütün ümmetin sevaplarının bir misli onların defterine de yazılır.

Fazilet bakımından sahabilere erişilemeyeceği gerçeğini Aşere-i Mübeşşe­re’den Sâid bin Zeyd (r.a.) şöyle anlatır:

Bir kimsenin Re­sû­lul­lah ile ﷺ birlikte yaşayıp cihatta yüzünün tozlan­ması, siz­den birinizin Nuh Aleyhisselam kadar yaşasa bile bu müddet içinde ha­yırlı amellerinin hepsinden hayırlıdır.

Manevi derece bakımından bu durumda olan sahabilerin aleyhinde ko­nuşmak, onlara dil uzatmak, şüphesiz, kişiye büyük bir mesuliyet yükleyecek­tir. Bu hususu Hatîb-i Bağdadî (1002-1071) şöyle ifade eder:

Sahabe doğrudur, adildir. Çünkü onların doğruluğunu, dürüstlüğünü, te­mizliğini Allah bildirmiştir. Re­sû­lul­lah’ın Ashâbından birisine kimin kem gözle baktığını görürsen, bil ki, o zındıktır! Çünkü Kur’ân da, Peygamber de ﷺ ve onun getirdikleri de haktır. Bunları bize tebliğ eden ve aktaranlar ise sahabilerdir.[1]


___________________________________

[1]el-İsâbe, 1: 10.