Hicret’in 11. senesi Sefer ayının 26’sı, Pazartesi günü idi.

Resûl-i Kibriya Efendimizin hastalanmasına bir gün gibi kısa bir zaman var­dı. Buna rağmen o, yine İslam’ın istikbâl ve inkişafını ilgilendiren tedbirler al­mak, gerekli teşebbüslerde bulunmakla meşguldü.

Bizans, İslam devleti için her zaman büyük bir tehlike hüviyetini koru­yor­du. O zamana kadar da gerekli dersi tam manasıyla almış değildi. Bu se­beple, Peygamber Efendimiz, o tarafa büyük ehemmiyet veriyordu.

Pazartesi günü, ashab-ı kirama sefer için hazırlanmalarını emretti. Hedef belli idi: Bizanslılarla, yani Rumlarla muharebe… Emri duyan Müslümanlar ev­lerine dağılıp süratle hazırlığa başladılar.

Ertesi gün, yani Salı günü Resûl-i Kibriya Efendimiz, Üsame b. Zeyd Haz­retlerini huzuruna çağırttı. Ona şu emri verdi:

“Seni, hazırlanan ordu üzerine komutan tayin ediyorum! Süratle harekete geç, babanı şehit edenler üzerine yürü. Allah, sana zafer ihsan ederse, orada fazla durma, geri dön!”[1]

Pey­gam­be­ri­mizin Hastalanması

Bu emri verişinden bir gün sonra aniden hastalandı; fakat cihat için yola çı­kacak ordunun hazırlığından vazgeçmedi. Bir gün sonra, yani Perşembe günü, hasta olduğu halde bizzat kendi eliyle sancağı Hz. Üsame’ye verdi.

“Ey Üsame! Allah yolunda, Allah’ın ismiyle muharebeye çık, Allah’ı inkâr edenlerle çarpış!” buyurdu. Sonra, Müs­lümanlara hitaben, “Ahde vefasızlık et­me­yiniz! Küçük çocukları ve kadınları öldürmeyiniz! Düşmanla karşılaşmayı ar­zu etmeyiniz; zira, ne olacağını bilemezsiniz. Belki, onlar yüzünden belâ ve mu­sibete uğrayabilirsiniz! Fakat ‘Allahım! İmdadımıza yetiş, düşmanımızın hakkından gel, bizi onların zararından koru!’ diye dua ediniz!” diye ko­nuştu ve ilave etti: “Şunu da unutmayınız ki cennet, kılıçların parıltısı altındadır!”[2]

Hz. Üsame, sancağı Büreyde b. Husayb’e teslim ettikten sonra, aldığı emir ge­reği karargâhını Cürüf’te kurdu. Hazırlığını bitiren Müslüman oraya koşu­yor­du.

Bazı Sözler

Hz. Üsame, ordusunu hazırlamakla meşguldü. Müslümanlar da harbe katıl­mak üzere hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlardı. İslam ordusunda Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas, Ubeyde b. Cerrah gibi ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden birçok kimse vardı. Bunların üzerine, henüz yirmi yaşına basmamış Hz. Üsame kumandan tayin edilmişti.

Bu durum, hoşa gitmeyen bazı sözlerin söylenmesine sebep oldu: “Henüz yirmisine ayak basmamış bir delikanlı kumandan tayin ediliyor, ashabın ileri gelenlerinden birçok kimse emri altına veriliyor! Bu nasıl olur?”

Ayyâş b. Ebî Rebîa ise, “İlk muhacirlerin başına bu genç nasıl ku­mandan ta­yin ediliyor?”[3]diyordu.

Sanki bir anda Hz. Üsame’nin Resûl-i Kibriya Efendimiz tarafından tayin edildiği unutuluvermiş gibi bir sürü söz ve dedikodu…

Duruma Hz. Ömer (r.a.) muttali oldu. Bu tarz sözleri sarf­eden­le­re gereken ce­vabı verdikten sonra meseleyi gidip Hz. Re­sû­lul­lah’a ﷺ intikal ettirdi.

Pey­gam­be­ri­miz, yakalandığı hastalığın şiddetinden yatağında yatmaktaydı. Haberi alır almaz, kızgınlığının ifadesi yüzünden belli oldu. Sargılı başıyla yatağından kalktı. Ashabın yardımıyla mescide giderek minbere çıktı. Allah’a hamd ve senâda bulunduktan sonra, “Ey insanlar! Üsame’yi kumandan tayin ettiğim için bazılarınızın ileri geri konuştuğunu duydum!” dedi; sonra, ko­nuş­masına şöyle devam etti:

“Benim, Üsame’yi kumandan tayin etmeme itiraz ediyor gibisiniz! Daha önce Üsame’nin babasını kumandan tayin ettiğim zaman da aynı şeyi yapmış­tınız! Vallahi, nasıl babası kumandanlığa lâyık olduğunu göstermişse, Üsa­me de babasından sonra kumandanlığa lâyık bir kimsedir! Babası nasıl en sevdi­ğim biri idiyse, Üsame de en sevdiğim kimseler arasından biridir! O da, babası da her türlü hayrı işleyebilecek yaratılışa sahip kimselerdir. Onlardan hayırlı işler bekleyiniz. Muhakkak ki Üsame, sizin hayırlı olanlarınızdandır ve bu işe ehliyetli birisidir!”[4]

Bu hitabesinden sonra minberden inip hâne-i saadetine girdi. İslam ordu­suna katılacak Müslümanlar, birer ikişer gelip kendisiyle vedalaştılar. Efendi­miz onlara, “Üsame’yi gönderme işini geri bırakmayınız”[5]diyordu.

Hatta bir ara, dadısı ve Hz. Üsame’nin annesi Hz. Ümmü Eymen, hâne-i sa­a­dete gelip, “Yâ Re­sû­lal­lah! Üsame’yi bir süre ka­rargâhında bıraksan olmaz mı?” deyince, Efendimiz aynı sözlerini tekrarladı: “Üsame’yi gönderme işini ihmâl etmeyiniz. Onu gönderiniz!”

Bu kesin emir üzerine Müslümanlar karargâha gittiler.


____________________________________________________

[1]İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 291; İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 190.
[2]Vakidî, Megazi, c. 3, s. 1117-1118; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190.
[3]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190.
[4]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 2, s. 20; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1884-1885.
[5]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190.