Arafat’ta Allah’a hamd ve senâdan sonra hususî olarak o sırada hazır bulu­nan yüz bini aşkın (yüz yirmi bin) sahabeye, umumî olarak da bütün Müslü­manlara, bütün insanlığa, değişmez, eskimez ölçüler ihtiva eden şu hutbesini irad buyurdu:

“Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım!

“İnsanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mu­kad­des bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mal­larınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korun­muştur.

“Ashabım!

“Yarın Rabbi­nize kavuşacak­sınız ve bugünkü her hal ve hare­ketinizden mu­hakkak mes’ul olacaksınız. Sa­kın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbi­rinizin boynunu vurmayınız!

“Bu vasiye­timi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, bu­rada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak muhafaza et­miş olur.

“Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altın­dadır! Lâkin, borcunuzun aslını vermek ge­rektir. Ne zul­mediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah’ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Câhiliyyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır! İlk kaldırdığım faiz de, Ab­dül­mut­ta­lib’in oğlu (amcazâdem) Abbas’ın faizidir.

 “Ashabım! Câhiliyyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldı­rılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Ab­dül­mut­ta­lib’in torunu (amcazâdem) Rebia’nın kan davasıdır.

“Ey İnsanlar!

“Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hâkimiyetini kur­mak gücünü ebedî surette kaybetmiştir. Fakat siz, bu kaldırdığım şeyler dı­şın­da, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir.

“Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

“Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan kork­manızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların na­muslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadın­lar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız onların, aile yuvasını, sizin hoşlanmadığınız hiçbir kim­se­ye çiğnet­me­meleridir. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz herhangi bir kim­se­yi evinize alırlarsa, onları hafifçe dövüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da si­zin üzerinizdeki hakları, mem­leket göreneğine göre her türlü yiyim ve gi­yim­le­ri­ni temin etmenizdir.

“Ey mü’minler! Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız; o emanet, Allah’ın kitabı Kur’an’dır.

“Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman, Müslü­manın kardeşidir, böylece bütün Müslümanlar kardeştir. Din kardeşini­zin her­hangi bir hakkına tecavüz, başkasına helâl değildir. Meğer ki gönül hoşluğuyla kendisi vermiş olsun.

“Ashabım! Kendinize de zulmetmeyiniz; kendinizin de üzerinizde hakkı vardır.

“Ey insanlar! Cenab-ı Hak, her hak sahibine hakkını (Kur’an’da) vermiştir. Vâ­rise vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona âit­tir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına âit soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisa­ba kalkan nankör, Allah’ın ga­za­bına, meleklerin lâne­ti­ne ve bütün Müslümanların bedduasına uğrasın! Ce­nab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şe­hâ­det­le­ri­ni kabul eder.

“Ey insanlar! Rabbiniz birdir; babanız da birdir. Hepiniz, Âdem’in çocukla­rı­sı­nız; Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O’ndan en çok kor­kanınızdır. Arabın Arap olmayana —takvadan başka— bir üstünlü­ğü yoktur.

“İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar! Ne diyeceksiniz?

“‘(Allah’ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve nasi­hatte bulundun) diye şehâdet ederiz.’”

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şehâdet parmağını kaldırarak, sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu:

“Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab!”[1]

Öğle ve İkindi Namazlarının Beraber Kılınışı

Resûl-i Kibriya Efendimiz, bütün insanlığa en yüksek ve kutsî bir ders olan Veda Hutbesi’ni sona erdirdiği sırada, Hz. Bilâl-i Habeşî öğle ezanını okumaya başladı. Resûl-i Kibriya Efendimiz ve ashab-ı kiram, huşû içinde susup ezanı dinlediler. Ezan bitince, Hz. Bilâl kamet getirdi. Fahr-i Kâinat Efendimiz, o muhteşem cemaate imam olup önce öğle namazını kıldırdı. Sonra yine kamet getirilerek ikindi namazını kıldırdı. Böylece Efendimiz, bir ezan iki kametle iki vaktin namazını birleştirdi.[2]

İlk İşaret

İkindiden sonraydı; vakit, akşama yakındı. Resûl-i Kibriya Efendimiz, de­vesi Kasvâ’nın üzerindeydi. Bu sırada şu ayet-i kerime nâzil oldu:

 

“İşte bugün, sizin için dininizi kemâle erdirdim; üzerinizdeki nimetimi ta­mamladım ve size din olarak İslami­ye­ti seçip kabul ettim!”[3]

Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu ayeti okuyunca, ashab-ı kiram son derece se­vinip ferahlık duydular. Sadece biri ağlıyordu: Hz. Ebû Bekir… Sahabeler buna bir mana veremediler. Sordular. Şu cevabı aldılar:

“Bu ayet, Re­sû­lul­lah’ın ﷺ vefatının yakın olduğuna delâlet ediyor; onun için ağlıyorum!”[4]

Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) söylediği ve anladığı sır, doğru idi. Zira bu ayet, Fahr-i Kâinat Efendimizin dünyadan göç zamanının yaklaşmış olduğuna ilk işa­ret idi. Çünkü teklif ve tebliğ edilmesi gereken şeyler bittiğine göre, teklif ve tebliğ edenin vazifesi de son bulacak demekti.

Aynı sırrı Hz. Ömer’in de idrak ettiğini, kaynaklar zikrederler.[5]

Arafat’tan Müzdelife’ye…

Cuma günü, güneş battıktan sonra, Resûl-i Kibriya Efendimiz, devesi Kas­vâ’nın üzerinde, terkisinde Üsame b. Zeyd olduğu halde, Arafat’tan Müzde­li­fe’ye geldi. Bu sırada akşam namazı vakti çıkmış, yatsı vakti girmişti. Resûl-i Ek­rem Efendimiz, bir ezan, iki ka­met­le önce akşam, arkasından yatsı namazını kıl­dırdı.[6]

Müzdelife’den Mina’ya…

Peygamber Efendimiz, Cumayı Cumartesiye bağlayan geceyi Müzdelife’de geçirdi. Cumartesi günü sabah namazını orada eda ettikten sonra Meş’ar-ı Ha­ram’a geldi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashabına, “Cemre’de[7]atılacak ufak taşları top­layı­nız” diye emretti ve taşların nasıl atılacağını gösterdi.

Sonra, Akabe Cemresi’ne birer birer yedi ufak taş attı. Her taş atışında “Al­lahü ekber!” diyerek tekbir getiriyordu. Bu arada, ashab-ı kiram da aynı şe­kil­de Cemre taşlarını atıyorlardı.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Akabe Cemresi’ne yedi taşı attıktan sonra Mi­na’ya döndü.

Kurban Kesme

Resûl-i Kibriya Efendimiz, oradan kurban kesme yerine gitti. Ömr-ü saa­det­le­rinin her bir senesi için bir kurban olmak üzere altmış üç kurbanı bizzat mü­ba­rek elleriyle kesti.[8]Saçlarını traş ettirdi. Kesilen saçlarını hatıra olsun diye sa­habelerine birer ikişer dağıttı. Bu da, ashabından ayrılığın yaklaştığına işaret­ti. Ayrıca “Ey insanlar! Haccın usûl ve erkânını benden öğreniniz. Bil­mem, ama belki bundan sonra burada benimle görüşemezsiniz” buyurarak da bu işa­reti kuvvetlendirdi.

Hz. Hâlid b. Velid’in, Efendimizin Alın Saçını Alması

Resûl-i Ekrem Efendimizin saçının ön kısmı traş edildiği sırada, Hz. Hâlid b. Velid, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Alnın üzerindeki saçtan bana ver!”

Peygamber Efendimiz, isteğini kabul etti ve kendisine saçının ön kısmın­dan birkaç tel verip, hayatında devamlı muzaffer olması için dua etti. Hz. Hâlid, mübarek saçları alıp gözüne sürdü, sonra da külâhının önüne yerleş­tirdi.

Resûl-i Ekrem Efendimizin o saç ve duasının bereketi hürmetine Hz. Hâlid, girdiği her harpten muzaffer çıkmıştır. Nitekim kendi de, “Ben, onu hangi ta­rafa yönelttimse, orası fetholundu”[9]de­miş­tir.

Pey­gam­be­ri­mizin İfaza Tavafı

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kurban Bayramının birinci günü öğle vaktinden önce İfaza [Ziyaret] Tavafı’nı yapmak üzere Kâbe-i Muazzama’ya gitti; Müslü­manlara da gitmelerine emir buyurdu. Tavafını yaptıktan sonra öğle namazını kıldı. Zemzem kuyusundan su içti.[10]

Resûl-i Ekrem Efendimiz, o gün akşama doğru Mina’ya döndü.

Pey­gam­be­ri­mizin İkinci ve Üçüncü Gün Cemrelerini Atışı

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kurban Bayramının ikinci ve üçüncü günü, güneş batıya doğru eğildiği zaman yaya olarak Mina Mescidi’nden sonraki İlk Cem­re’nin yanına vardı. Oraya birer birer yedi tane çakıl taşı attı. Her birini atar­ken “Allahü ekber!” diyerek tekbir getiriyordu.

Bundan sonra İkinci Cemre, ondan sonra da Cemre-i Akabe denilen Üçüncü Cemre’nin yanına vardı. Her birisine birer birer yedi tane taş attı. Her taş atı­şında yine “Allahü ekber!” diyerek tekbir getiriyordu.[11]

Muhassab’a Gidiş

Zilhicce’nin 13’ü, Salı günü…

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Mina’dan Muhassab denilen taşlık yere gitti. Orada çadırı kurulmuştu. Bu sırada ashab-ı kirama, “Allah, sözümü güzelce ezberleyip, sonra da onu duymayanlara ulaş­tıran kimselerin yüzünü nurlandı­rıp neşelendirsin. Olabilir ki anlayan, kendisinden daha iyi anlayana onu ulaş­tırır. İyi biliniz ki üç şey mü’­min ve Müslümanların kalplerine kin ve kıskanç­lık sokmaz” diye hitap ettikten sonra, o hususları şöylece sıraladı:

“Allah’ın rızasını gözeterek ihlâsla amel, Müslüman olan amirlere nasihat ve itaatte bulunmak, Müslüman ce­maa­te itikad ve sâlih amelde tâbi ol­mak…”[12]


______________________________________________________________

[1]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 250-252; Taberî, Tarih, c. 3, s. 168-169; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 5, s. 30, 262, 412, c. 1, s. 384, 453; Müslim, a.g.e., c. 4, s. 41-42; İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1024-1025.
[2]Vakidî, Megazi, c. 3, s. 1102; Müslim, a.g.e., c. 4, s. 41; İbn Mâce, a.g.e., c. 2, s. 1025.
[3]Mâide, 3.
[4]M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 2, s. 1569.
[5]Taberî, Tefsir, c. 6, s. 52; İbn Kesir, Tefsir, c. 2, s. 13.
[6]Buharî, Sahih, c. 2, s. 177; Müslim, a.g.e., c. 4, s. 42; Ebû Dâvûd, Sünen, c. 2, s. 191.
[7]Cemre, kendisiyle teyemmüm etmek câiz olan küçük taş veya toprak parçaları veyahut da taş demek­tir. Mina’da üç küçük taş kümesi vardır: Cemre-i Ûlâ, Cemre-i Vusta ve Cemre-i Akabe…
[8]Müslim, a.g.e., c. 4, s. 42; İbn Kayyim, a.g.e., c. 1, s. 275.
[9]İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 2, s. 111.
[10]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 182; Müslim, a.g.e., c. 4, s. 42-43; İbn Mâce, a.g.e., c. 2, s. 1026.
[11]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 2, s. 152; Nesaî, Sünen, c. 5, s. 276-277.
[12]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 4, s. 80-82; İbn Mâce, a.g.e., c. 2, s. 1016.