Hicret’in 10. senesinde İslam güneşi birçok beldede bütün haşmetiyle par­lamaya başlamıştı. Bu sırada Peygamber Efendimiz, İslamiyetin yayıldığı bü­tün beldelere vâliler ve zekât, sadaka tahsil memurları gönderdi. Necran, Had­ra­mut, San’a, Kinde, Sadif, Yemen, Zebid, Rima, Aden, Sahil, Cened [Ye­men], vâli ve zekât tahsil memurlarının gönderildikleri yerler arasındaydı.[1]

Muaz b. Cebel’in Yemen’e Gönderilişi

Peygamber Efendimiz, Müslüman beldelere vâli ve zekât tahsil memurları gönderdiği sıradaydı.

Bir gün, sabah namazından sonra cemaate dönerek, “İçinizden hanginiz Ye­men’e gider?” diye sordu.

Hz. Ebû Bekir istekli çıktı; “Ben giderim, yâ Re­sû­lal­lah!” dedi.

Peygamber Efendimiz, hiçbir cevap vermeyip sustu.

Az sonra tekrar, “Hanginiz Yemen’e gider?” diye sordu.

Bu sefer Hz. Ömer ayağa kalktı; “Ben giderim, yâ Re­sû­lal­lah!” dedi.

Peygamber Efendimiz, Hz. Faruk’a da cevap vermeyip sustu.

Bir müddet bekledikten sonra tekrar, “İçinizden Yemen’e kim gider” diye sordu:

Muaz b. Cebel (r.a.) kalkıp, “Yâ Re­sû­lal­lah! Ben giderim!” dedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Ey Muaz! Bu va­zife senindir!” bu­yurdu.

O sırada Yemen, üç vâliliğe ayrılmıştı. Hz. Muaz, vâliliklerin en büyüğü olan Cened Vâliliğine tayin edilmişti. Orada kadılık yapacak, halka İslamiyeti, Kur’an-ı Kerim okumayı öğ­retecek, Yemen ül­kesinde tahsil edilen zekât ve sa­dakaları da vazifelilerden teslim alacaktı.

Hz. Muaz, Medine’den ayrılacağı sırada Peygamber Efendimiz ona, “Sana herhangi bir dava halli için getirildiği zaman nasıl ve neye göre hüküm verir­sin?” diye sordu.

Hz. Muaz, “Allah’ın kitabındaki hükümlerle hüküm veririm!” dedi.

Resûl-i Ekrem, “Eğer Allah’ın kitabında onunla ilgili bir hü­küm bulamaz­san neye göre hüküm verirsin?” diye sordu.

Hz. Muaz, “Re­sû­lul­lah’ın sünnetine göre hüküm veririm” dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz bu sefer, “Re­sû­lul­lah’ın sünnetinde de onunla il­gi­li bir hüküm bulamazsan ne yaparsın?” diye sordu.

Hz. Muaz, “O zaman, kendi görüşüme göre ictihad eder, hüküm veririm!” dedi.

Peygamber Efendimiz, bundan son derece memnun oldu. Bu memnuniye­ti­ni, “Allah’a hamdolsun ki Re­sû­lul­lah’ın elçisini, Re­sû­lul­lah’ın râzı olduğu şeye muvaffak kıl­dı!” buyurarak izhar etti.[2]

Pey­gam­be­ri­mizin Emir ve Tavsiyeleri

Yola çıkacağı sırada ise Peygamber Efendimiz, Hz. Mu­az’a şu emir ve tav­siyelerde bulundu:

“Sen, ehl-i kitap bir kavme gidiyorsun. Onları, bir olan Allah’a imana ve benim de Re­sû­lul­lah olduğuma şehâdete davet et. Eğer bunu kabul ederlerse, onlara, Allah’ın her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Eğer bunu da kabul ederlerse, Allah’ın kendilerine, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek zekâtı farz kıldığını bildir. Eğer bunu kabul ederlerse, sakın malları­nın en kıymetlilerini alma! Mazlumun bedduasından sakın; çünkü bu dua ile Allah Teâlâ arasında perde yoktur.”[3]

Bu sırada Muaz b. Cebel Hazretleri de, Efendimizden bazı tavsiyelerde bu­lunmasını istedi:

“Yâ Re­sû­lal­lah! Bana tavsiyelerde bulun.”

Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Her ne halde ve nerede olursan ol, Allah’tan kork!” buyurdu.

Hz. Muaz, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bana biraz daha tavsiyede bulun” de­di.

Peygamber Efendimizi bu sefer, “Günahın arkasından hemen haseneyi [iyi­lik ve hayır] yetiştir ki onu yok etsin!”

Hz. Muaz, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bana tavsiyeni artır” diye dileğini tekrarladı:

Peygamber Efendimiz, “İnsanlara, güzel ahlâkla muamele et!” buyurdu.[4]

Resûl-i Ekrem Efendimizin, Hz. Muaz ve beraberinde gönderdiği Ebû Musa el-Eş’arî’yi uğurlarken de son tavsiyesi şu oldu:

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Birbiri­nizle anlaşın, iyi geçinin; ihtilâfa düşmeyin!”[5]

HZ. ALİ’NİN YEMEN’E GÖNDERİLMESİ

(Hicret’in 10. senesi Ramazan ayı / Milâdî 631)

Bu tarihte, Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’ye, Yemen’ de bulunan Mezhic­le­re gidip onları İslamiyete davet etme vazifesini verdi. Hz. Ali’yle bir­likte üç yüz süvari vardı.[6]

Peygamber Efendimiz, uğurlayacağı sırada Hz. Ali, “Yâ Re­sû­lal­lah! Nasıl ya­pacağım?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz, “Onların sahalarına girinceye ka­dar yürü; mıntıkala­rı­na girince, onları ‘Lâ ilâhe illallah’ demeye davet et. Eğer, ‘Lâ ilâhe illallah’ der­lerse, onlara namazı emret. Zekâtlarını da alarak, fakirlerine dağıt. Başka bir şey de isteme. Şunu da bil ki Allah’ın senin vasıtanla bir kimseye hidayet ih­san etmesi, sana, üze­rinde güneşin doğduğu her şeyden Allah’ın yanında da­ha hayırlı­dır. Onlar seninle çarpışmadıkça da sen onlarla çarpışma!”[7]diye bu­yurdu.

Hz. Ali, bu emir üzerine, maiyetindeki mücahitlerle Yemen mın­tıkasına var­dı. Kendisini karşılayan halkı Müslüman olmaya çağırdı. Halk, icabet et­meyip karşı koydu.

Bunun üzerine Hz. Ali, ordusunu düzene soktu ve onlarla çarpıştı. Müca­hit­lere karşı duramayan düşman, sonunda davete icabet etmeye mecbur kalıp, Müslüman olmayı kabul etti.

Reislerinden bazıları gelerek Müslüman olduklarını, bu arkalarında bulu­nan kabilelerinin de temsilcileri bulunduklarını bildirdiler. Zekâtlarını da geti­rip Hz. Ali’ye teslim ettiler.

Hz. Ali daha sonra, Veda Haccı sırasında gelip Pey­gam­be­ri­mize kavuştu.[8]


__________________________________________________

[1]İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 246; Taberî, Tarih, c. 3, s. 167.
[2]İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 584; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 5, s. 230; İbn Kesir, Sîre, c. 4, s. 199.
[3]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 1, s. 233; Buharî, Sahih, c. 3, s. 73; Müslim Sahih, c. 1, s. 150; Tir­mi­zî, Sünen, c. 3, s. 21; İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 568.
[4]İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 194-195.
[5]Buharî, a.g.e., c. 3, s. 72.
[6]İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 169; Taberî, Tarih, c. 3, s. 159; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 225.
[7]Vakîdi, Megazi, c. 3, s. 1079.
[8]Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 3, s. 320.