Hz. Ebû Bekir’in de Müslüman olmasıyla iman ve İslam’a gizli davet daha da hız kazandı. İslam’a girme bahtiyarlığına erenler, ya­kınları ve akrabalarıyla da bu bahtiyarlığı paylaşmak istiyorlardı. Onları şirkin ızdırabından, Câhiliy­yetin çirkin ah­lâkından kurtarmak için çırpınıyorlardı.

Bu konuda da Hz. Ebû Bekir’in önde olduğunu görüyoruz. Onun vasıta­sıyla gizli davet devresinde İslam’la şereflenenlerden birkaçı şunlardır:

Osman b. Affan,

Zübeyr b. Avvam,

Abdurrahman b. Avf,

Sa’d b. Ebî Vakkas,

Talha b. Ubeydullah (R. Anhüm)[1]

Bu beş sahabe de, sonraları cennetle müjdelenen on sahabe arasında yer ala­caklardır.

Müslüman erkekler listesine yeni yeni isimler eklenirken, kadınlar arasında da İslam’ın nuru günden güne yayılıyordu. İlk Müslüman kadın Hz. Ha­ti­ce’den sonra, henüz o sırada İslam dairesine girmemiş bulunan Re­sû­lul­lah’ın am­cası Hz. Abbas’ın hanımı Üm­mü Fadl’ın, Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ’nın ve yi­ne o sırada hidayete kavuşma­mış bulunan Hz. Ömer’in kız kardeşi Fâtı­ma’nın, ilk Müs­lüman kadınlar arasında yer aldıklarını görüyoruz.

Artık İslam’a davet, iki kanaldan yürütülmektedir. Erkekler erkekler ara­sında, kadınlar ise hemcinsleri içinde iman ve İslam nurunu yaymaya aşk ve şevk içinde devam etmektedirler. Ancak şunu da belirtelim ki kadınların iman câzibesine kendilerini daha çabuk kaptırdıkları, dikkatleri çekiyordu. Bunu, onların çabuk duygulanan ve derhal tesir altında kalan yaratılışları icabı say­mak mümkündür!

Bu arada müşrikler de boş durmuyorlardı. Hidayet güneşiyle gönüllerini ay­dınlatanlara hor bakmaya, onlara iftira ve sözlü hakaretlerde bulunmaya baş­lamışlardı. Ama bunların hiçbiri, kâinatta en büyük kuvvet olan Allah’a iman hakikatini kalplerine nakşetmiş bulunan bu saadet asrının mesut insanla­rı­nı korkutamıyor, davasından geri çeviremiyor, hatta en ufak bir tereddüde dü­şüremiyordu. İnsanların tehdit ve korkutmaları, Allah’a olan iman ve O’ndan korkmanın yanında, rüzgârın önünde bir toz, sel önünde bir çöp gibi zayıf ve dayanıksız kalıyordu!


__________________________________

[1] İbn Hişaam, Sîre, c. 1, s. 268-269.