Peygamberimiz ﷺ’in Arabistana gönderilmesinin bir çok hikmetleri ve nedenleri vardır. Fakat hiçbir hikmeti olmasa da Allah bunu böyle takdir etmesi, bizim için yeterli bir neden olabilir.

Örneğin İslamiyet Türkiye ye gönderilmiş olsaydı o zaman Arabaistandaki adam “Neden Türkiye’de indi de Arabistan’da inmedi?” diyecekti.

Hikmetlerine gelince;

1. Peygamberimiz ﷺ bu bölgede dünyaya geldiği için, İslamiyet buraya gönderilmiştir.

2. O bölgede yaşayan insanlar kızlarını diri diri toprağa gömen, ahlaki değerlerin bozulduğu ve kadınların mal gibi kullanıldığı, putlara tapıldığı ve adeta vahşi ve inatçı insanların yaşadığı bir bölge idi. Her ne kadar dünyanın diğer yerlerinde de ahlaki değerler çöküntüye uğramış olsa da bu bölgede daha fazla idi. İşte Allah Teala hikmetiyle göstermiştir ki bu bölgedeki vahşi ve inatçı insanlar bile İslamiyet’le en şerefli insanlar mertebesine çıkabiliyorsa, diğer insanlar elbette İslamiyeti kabul edip insanlık değerlerini tekrar kazanacaktır.

3. Kabenin, dünyanın merkezi olması ve Arafat, Safa ve Merve gibi insanlarca kutsal kabul edilen yerlerin bu bölgede olması

4. Kur’an-ı Kerim’in mucizevi bir yönü de belağatıdır. Ve bu kavim hem Arapça konuşmaları hem de Arapçayı en mükemmel şekilde kullanmaları nedeniyle İslamiyet bu bölgede gönderilmiştir.

Peygamber Efendimiz ﷺ’den önce Araplar, bir kısım batıl zihniyet ve hurafelerin tesiri altında Din-i Hanifi (hak dinini) unutmuşlar, hak yoldan sapmışlar, putlara, heykellere tapmağa başlamışlardı. Batıl bir düşünce neticesi, kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Kumar, içki, fuhuş alelade şeylerden sayılırdı. İnsanlar kabilelere ayrılmış, kabileler arasında kan davaları zuhur etmiş, birbirlerine diş bileyen düşman hizipler ve harp halinde idi. Hakdan, adaletten uzaklaşmış bir cemiyette, kuvvetliler zayıflara, acizlere saldırıyor, elinde nesi varsa alıyordu. Köleler, esirler, acınacak bir halde idi. Kadının cemiyette bir yeri yoktu. O, pazarlarda gezdirilen, para ile alınıp satılan basit bir eşya muamelesi görüyordu.

*Tarih ve edebiyatçıların «Fetret Devri, (Cahiliyye Devri)» adını verdikleri, cihanın zulmetle alude olduğu bu devirde, bütün insanlık, kendilerini bu dalaletten kurtaracak, bir kurtarıcı, bir peygamber bekliyordu.

*Allah Teala tarafından, Yahudilere indirilen Tevrat’ta ve Hz. İsa (as)’a verilen İncil’de; ahir zamanda bir halaskarın, bir büyük peygamberin geleceği de müjdelenmişti. Bu yüzden Ehl-i kitap olan Yahudiler ve Hristiyanlar Onu bekliyorlardı. İşte O, alemlere en büyük rahmet olan Hazreti Muhammed (S.A.V.)’di.

*Bütün dünya milletlerinin manevi çöküntü ve yıkıntı içinde kaldıkları bu devirde Araplar, diğer milletlere göre soy ve nesebe dikkat eden bir milletti. Dünya milletlerinin her sahada gerilediği bu devirde, Arabistanda edebiyat çok gelişmiş ve ilerlemişti. Ümmi (okuma-yazma bilmeyen) oldukları halde içlerinde çok güzel şiir söyleyenler vardı. Araplarda, gerek şehirlerde oturanı, gerekse bedevileri şiir yazmaz, fakat söylerdi. Yazmağı bilenler azdı. Amma bilhassa bedevilerin şiirleri çok dokunaklı ve gerçekçi olurdu. Çünkü onlar, kırlarda gezerler, hissettiklerini yazarlardı.

Her sene Mecenne, Zülmecaz ve bilhassa Ukaz panayırlarında toplanan geniş halk huzurunda, edebi müsabaka, şiir yarışmaları yapılırdı. Araplar inşad ettikleri (kaidesine uygun, ahenk ile söyledikleri) şiirleri, aralarında en şerefli kabile olan Kureyşe arz ederler, Kureyş izin verirse birincilik alan şair ve edipler, mükafatlandırılırlar ve onların şiirleri şanına tazimen Kabe’nin duvarına asılırdı. Fesahat ve belağat yönünden değer taşımayan şiirlere itibar edilmez, hiçbir kıymet atfedilmezdi. Yıllarca yapılan bu müsabakalarda ancak yedi kişinin şiiri birincilik alarak Kabe duvarına asılmıştı. Tarihte bu yedi şiire «Muallekat-ı Seba» denilir. Bunlardan en güzel şiir, İmri-ül Kaysa ait olup, Onun şiiri diğer şiirlerin en üstüne asılmıştı. Bu şiir, Peygamber Efendimiz ﷺ’in doğuşuna kadar asılı kalmıştı.

*Cahiliyyet devrinde, Arapların belağat ve fesahata bu kadar ehemmiyet vermelerine dikkat edilecek olursa, bundan ibret almak gerekir. Çünkü dalalet ve cehaletin derinliklerinde bulunmalarına rağmen, edebi yönlerinin artması, Arapçanın kemale ermesi, muhakkak ki Allah Teala tarafından bu lisan üzere gönderilecek Kitabı anlamaları için, onları hazırlamak ve teşvikten ibaretti.

Araplar, asırlar boyunca mütekamil dillerinin safiyetini muhafaza etmişlerdir. Hz.Muhammed (S.A.V.)’den evvelki nazım ve nesir, aradan geçen 1500 yıla rağmen, bugünkünden ne kelime, ne dilbilgisi, ne de morfoloji bakımından farklıdır. Şu içinde yaşadığımız asırda, diğer dünya milletleri ise lisanlarını düzelteceğiz diye, yeni yeni kelimeler bularak, koyarak, değiştirip durdukları halde, Arapların böyle bir dert ve sıkıntısı hiçbir zaman olmamıştır. Çünkü, bu zengin ve güzel lisan noksanlıklardan aridir.

Peygamber Efendimiz ﷺ’den önce Arabistanda edebiyatın çok ileriye gitmiş olması, Arapçanın kemale ermesi; Allah Teala tarafından indirilecek kitabın, kutsiyyet ve kıymetini bilip takdir etmelerine matufdu. Çünkü O Allah Kelamı, fesahat ve belağatın insan gücüyle ulaşılması mümkün olmayan bir mucizedir.