Ahir zamanda yaşıyoruz; imanın baştaki kuş gibi olduğu, insanların sabaha mümin olarak girip, akşama kafir olarak çıktığı bir asır… Maalesef bu asır, birçok manevi hastalığı içinde barındırmaktadır. Bu manevi hastalıklar hızla yayılmakta, panzehir hükmündeki ilimlerden yoksun olanlar da bu hastalıklara yakalanarak, uhrevi hayatlarını perişan etmektedirler.

Bu hastalıklardan biri de hadisleri inkâr hastalığıdır. Sizler de birçok kişiden şu sözleri duymuşsunuzdur:

“Ben Kur’an’da olana bakarım. Hadisler uydurmadır. Kur’an bize yeter…”

Bu ve benzeri sözleri hadis inkârcılarının ağzından oldukça fazla duymuşsunuzdur.

Hadis inkârcılarına göre, hadis-i şerifler dinin bir kaynağı değildir, hepsi uydurmadır… Sahabeler -hâşâ- yalan söylemiş, Peygamberimize iftira atmış; İmam Buhari’den İmam Müslim’e; İbni Mace’den Ahmed b. Hanbel’e kadar bütün hadis hafızları da bu yalanları toplayıp kitaplarında cem etmişlerdir. İşte bu kişilerin hadislere bakışının özü budur…

İyi de bu kişilerin hadislerle ne alıp veremediği var? Hadisleri niçin inkâr ediyorlar? Önce hastalığın sebebini teşhis edelim…

 

Hadisleri niçin inkar ediyorlar?

Bu hastalığın sebebini Üstad Bediüzzaman Hazretleri çok güzel tespit etmiş. Üstad’ın tespitini özetle nakledelim.

Bu kişiler ilk önce müçtehitlere karşı üstünlük iddia ederler. Bunların müçtehit alimlere karşı üstünlük iddiasının sebebi şudur:

Bu mezhepsizler, haram dairesine girmiş ve sefahate öyle dalmışlardır ki, sefahatten kurtulamıyorlar ve sefahate mani olan farzları eda edemiyorlar. Kendilerine bir bahane bulmak için şöyle derler:

“Şu mesele içtihattır. Bu meselede mezhepler birbirine muhalif gidiyor. O halde bu hükme uymak gereksizdir. Hem onlar da bizim gibi insandırlar, hata yapabilirler. Öyleyse biz de onlar gibi içtihat ederiz, istediğimiz gibi ibadetimizi yaparız. Onlara tabi olmaya ne mecburiyetimiz var?”

İşte bu bedbahtlar, şeytanın bu desisesiyle başlarını mezhebin zincirinden çıkarıyorlar. Demek, mezhepleri inkâr etmenin temel sebebi: İslamî hükümlerin ağır gelmesi sebebiyle, nefislerine uygun bir İslam’ı ortaya çıkarma arzusudur. İçinde beş vakit namazın, zekâtın ve tesettür gibi emirlerin olmadığı; sefahatin ve nefsî arzuların helal olduğu bir dini çıkarma arzusu…

Ancak iş bununla bitmiyor. Çünkü mezhep imamlarının omuzunda olan yalnız dinin nazariyat kısmıdır, farzlar ve haramlar değildir. Halbuki bu hadis inkârcıları, dinin farzlarını dahi terk etmek ve değiştirmek istiyorlar. Eğer, “Müçtehitlerden daha iyiyiz.” deseler, işleri tamam olmuyor. Çünkü müçtehid farza değil; nazariyata ve kati olmayan teferruata karışabilir ve burada içtihat yapabilir.

Halbuki bu hadis inkârcıları, namazı dahi zar zor kılmakta, hatta bir kısmı beş vakit namazı bir iki vakte indirmektedirler. Kadın olanlarıysa, tesettür gibi emirleri inkâr edip İslam’ın farzlarına karşı gelmektedirler… O halde bunların meselesi, müçtehitleri inkâr etmekle tamam olmuyor. Dinin farzlarını değiştirmek ve İslam’ın farzlarına karşı gelmek için, İslamî hükümlerin nakilcileri, direkleri ve hadislerin ravileri olan sahabelere ilişiyorlar ve onlar tarafından nakledilen hadisleri inkâr etmeye başlıyorlar.

İşte hadisleri inkârlarının sebebi budur. O halde, hadis inkârcılığı ile tamamlanan basamakları şöyle maddeleyebiliriz:

1. Sefahate dalıyorlar ve kendilerini haramlardan kurtaramıyorlar. Sefahate mani olan farzları da eda edemiyorlar.

2. İstiyorlar ki, işledikleri haramlar helal olsun ve eda edemedikleri farzlar olmasın.

3. Bu arzularının sevkiyle müçtehid imamlara ilişiyorlar ve “Ben de onlar gibi içtihat yapabilirim, onlar da benim gibi insandır.” diyerek nefislerinin arzusu doğrultusunda içtihat yapıyorlar. Bununla kendilerini rahatlatıyorlar.

4. Ama bakıyorlar ki, iş müçtehitleri inkâr etmekle olmuyor. Çünkü onlar sadece dinin nazariyat kısmında Kur’an ve sünnetten hüküm çıkarmışlar. Dinin farzlarında içtihat yapılmamış ve yapılamıyor. Halbuki bu kişiler, dinin farzlarını da eda etmekten uzaktırlar. Bu sefer gözlerini bir üste dikiyorlar ve dinî hükümlerin taşıyıcıları, direkleri ve hadislerin ravileri olan sahabelere ilişiyorlar. Onları -haşa- yalancılıkla itham edip, hadisleri inkâr ediyorlar.

5. Ancak iş bununla da bitmiyor. Çünkü bazı farzlar hakkında çok açık Kur’an ayetleri mevcuttur. İşte bu sefer de gözlerini Kur’an’a dikiyorlar; ayetleri diledikleri gibi tevil ediyor ve nefislerinin arzularına göre hükümler çıkarıyorlar. Ve sonunda, şefkati dahi hak etmeyen zavallı bir insan oluyorlar… Üstad Bediüzzaman Hazretleri meseleyi gerçekten çok güzel tahlil etmiş.

Hadisleri inkâr edenlerin en çok söylediği şu söze cevap olarak hazırlanmıştır. Onlar diyorlar ki: “Bizler Kur’an’a tabiyiz. Kur’an’da bulduğumuzla amel ederiz. Kur’an bize yeter.” Aslında biz de onların Kur’an’a tabi olmalarını ve Kur’an’la amel etmelerini istiyoruz. Zira Kur’an’a tabi olan, hadisleri kabul etmek zorunda kalır. Kur’an bir çok ayetiyle bunu bize emretmektedir. Şimdi sırasıyla ayetleri tek tek incelemeye başlayalım:

Eğer bir şeyde çekişirseniz onu Allah’a ve Resulüne götürün… (Nisa 59)

Hadis inkârcıları: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.”  diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur’an’a uyuyorsunuz, o halde Nisa suresi 59. ayetin emrine itaat etmelisiniz. Bu ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ  Eğer bir şeyde çekişirseniz,  فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ  onu Allah’a ve Resulüne götürün, إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ  eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız böyle yaparsınız,  ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً  Bu daha hayırlı ve netice bakımından daha güzeldir.

Manaya bir daha dikkat kesilelim: Eğer bir şeyde çekişirseniz, eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız onu Allah’a ve Resulüne götürün. Bu daha hayırlı ve netice bakımından daha güzeldir.

Şimdi bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayeti kerimenin başında şöyle buyrulmuş:  فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ  Eğer bir şeyde çekişirseniz… Bu beyan, bizimle hadis inkârcılarının arasındaki durumu anlatmaktadır. Bizler onlarla birçok ameli ve itikadi meselede çekişiyoruz. Peki, ayet-i kerime bu durumda ne yapmamızı emrediyor?.. فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ  onu Allah’a götürün, diyor. Allah’a götürmek, herhalde miraç yapıp Arş-ı Ala’ya çıkmak ve Allah’ın tecellisine mazhar olarak meseleyi Allah’a sormak değildir. Allah’a götürmek, meseleyi Allah’ın kitabı olan Kur’an’a götürmektir. Yani hasmımızla aramızda Kur’an’ı hakem yapmak ve Kur’an’ın dediğine tabi olmaktır.

Bizler meselelerimizi Kur’an’a götürdük. Meselelerimizi ispat için bizler Kur’an’dan ayetler gösterdik, hadis inkârcıları da Kur’an’dan ayetler gösterdiler. Biz, “Siz ayetlere yanlış mana veriyorsunuz.” dedik, onlar da “Yok, siz ayetlere yanlış mana veriyorsunuz.” dediler. Aramızdaki ihtilaf ve çekişme hâlâ devam ediyor. Kim haklı kim haksız ortaya çıkmadı.

Peki bu durumda ne yapıcaz? Nisa, 4/59 yapmamız gerekeni şöyle beyan ederوَالرَّسُولِ Onu Resule götürün. Yani Allah’ın kitabı aranızdaki çekişmeyi halledemediyse, hâlâ çekişip ihtilaf ediyorsanız, bu durumda o meseleyi Resul ﷺ’a götürün.

Allah’a götürmek, kitabı olan Kur’an’a götürmekti. Peki, Resule götürmek ne?.. Fiziki olarak Peygamberimize gidip kapısını çalıp meseleyi direkt sormak mı? Hayır böyle değil. Peygamberimize götürmekten maksat, Onun hadis-i şeriflerini hakem yapmaktır. Eğer ihtilafımızı Kur’an halledemiyorsa, meselemizi hadislere götürmeliyiz. Bu, Kur’an’ın emridir.

Peki, bu emre kim boyun eğer? Ayetin devamı buna işaret eder ve der ki: إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ  Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız.

Yani, eğer Allah’a ve ahirete imanınız varsa, meselenizi önce Kur’an’a götürür ve Kur’an’ı hakem yaparsınız. Eğer Kur’an meselenizi çözemediyse ve hâlâ inatlaşıyorsanız, o zaman meselenizi Resulullah’a, yani Onun hadis-i şeriflerine götürürsünüz. Böyle yapmanız imanınızın alametidir. Mana-yı muhalifiyle, eğer Kur’an’a ve hadislere götürmüyorsanız Allah’a ve ahiret gününe imanınız yoktur.

Bu beyanlardan sonra, şimdi hadis inkârcılarına bir çift sözümüz var:

Şimdi hadis inkârcılarına diyoruz ki, aramızda şefaat, tevessül ve kabir hayatı gibi birçok meselede ihtilaf ve çekişme var. Bizler bunların hak olduğuna inanırken, sizler bunları batıl kabul ediyorsunuz. Yapmamız gereken, Nisa suresi 59. ayetin emriyle amel etmek ve meselelerimizi ilk önce Kur’an’a götürmektir.

Meselelerimizi Kur’an’a götürdük. Bizler bunların hak olduğuna dair ayetleri delil gösterirken, sizler de kendinize göre yok olduğuna dair deliller gösterdiniz. Aramızdaki ihtilaf hâlâ devam ediyor. Peki şimdi ne yapıcaz? Yapmamız gereken, Nisa, 4/59’un hükmüyle amel edip meselemizi Peygamberimize götürmektir.

Şimdi biz onlara: “Gelin, meselemizi Peygamberimize yani Onun hadislerine götürelim.” dediğimizde, onlar bize: “Yok, biz Peygamberimize götürmeyiz, hadislerine itibar etmeyiz. Kur’an bize yeter, biz ancak Kur’an’la amel ederiz.” diyorlar.

İyi de siz Kur’an’la amel etmiyorsunuz ki… Kur’an size, meselenizi Resule de götürün, yani onun sözlerini, hadislerini de aranızda hakem yapın, diyor. Siz ise Kur’an’ın bu emrine muhalefet ediyorsunuz. Hani siz Kur’an’a uyuyordunuz?.. Sizin mushafınızda Nisa suresinin 59. ayeti yok mu?..

Kardeşlerim gördünüz mü, hadis inkârcıları Nisa, 4/59’u nasıl çiğniyor. Bir de “Kur’an’la amel ederiz.” diyorlar. Hadi amel etseler ya, ama etmezler, edemezler…

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun.” (Âli İmran, 3/31)

Hadis inkarcıları: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorlar.

 Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur’an’a uyuyorsunuz, o halde Âli İmran suresi 31. ayetin emrine itaat etmelisiniz. Bu ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

قُلْ  De ki -Ey Habibim–   إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ  Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, فَاتَّبِعُونِي  o halde bana tabi olun.   يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ  -Eğer bana tabi olursanız– Allah da sizi sever ve günahlarınızı affeder.

Manaya bir daha dikkat kesilelim:

“De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun. Allah da sizi sever ve günahlarınızı affeder.” 

Şimdi bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım.

Ayeti kerimenin başında şöyle buyrulmuş:  إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ  Eğer Allah’ı seviyorsanız… İşte bu beyanla, Allah’ı sevme iddiasında bulunanlar, sevgilerini ispata davet edilmiş. Peki, nasıl ispat edecekler? Allah’ı sevmenin alameti nedir? Allah’ı sevenler ne yaparlar?..

Ayetin devamı sorumuza cevap verir: فَاتَّبِعُونِي  Bana tabi olun. İşte bu ifadeyle, Allah’ı sevmenin alameti beyan edilmiştir. Allah’ı sevmenin alameti Peygamberimize tabi olmaktır. Ayetin açık beyanıyla: Kim Peygamberimize tabi olursa Allah’ı seviyordur. Kim tabi olmaz, sünnetini ve hadislerini inkar ederse o, Allah’ı sevmiyordur.

Her şeyin bir alameti olduğu gibi, Allah’ı sevmenin de bir alameti vardır. Bu alamet de Peygamber Efendimize tabi olmaktır. Peki, Peygamberimize tabi olursak ne kazanırız? Ayetin devamı sorumuza cevap verir:

  يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ  –Eğer Peygamberimize tabi olursak– Allah da bizi sever ve günahlarımızı affeder.

O halde, Peygamberimize tabi olmak, Allah’ı sevmenin alameti olduğu gibi, Allah tarafından sevilmenin ve Allah’ın affına mazhar olmanın da vesilesidir.

Bu beyanlardan sonra, şimdi hadis inkarcılarına bir çift sözümüz var.

Şimdi hadis inkarcılarına diyoruz ki, siz: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorsunuz. Peki, Âli İmran suresinin 31. ayetini hiç okumuyor musunuz? Bu ayetin emriyle niçin amel etmiyorsunuz? Ayet-i kerime diyor ki: Allah’ı seviyorsanız Allah’ın peygamberine tabi olun. Siz ise diyorsunuz ki: “Biz Peygambere tabi olmayız, hadislerini kabul etmeyiz, sünnetine uymayız.”

 Bakın, Kur’an size, “Allah’ı seviyorsanız Kur’an’a tabi olun.” demiyor; Resulullah’a tabi olun diyor. Çünkü İslam, sadece Kur’an’dan ibaret değildir. Resulullah’ın sünneti de dinin bir kaynağıdır ve bu sünnete tabi olmak Kur’an’ın emridir…

Fakir, hadis inkarcılarına bu makamda son söz olarak der ki:

 Vallahi siz Allah’ı sevmiyorsunuz! Çünkü Kur’an diyor ki: Eğer sevseydiniz Allah’ın Resulüne tabi olurdunuz. Madem siz sünnete ve hadislere tabi olmuyorsunuz, O halde Kur’an’ın açık beyanıyla, Allah’ı sevmiyorsunuz.

Ve Vallahi Allah da sizi sevmiyor! Çünkü Allah, ayet-i kerimenin açık beyanıyla, sevgisini, Habibine tabi olma şartına bağlamış. Siz bu şartı yerine getirmiyorsunuz ki Allah sizi sevsin.

Ve şundan da korkun; Allah, affını da bu şarta bağlamış. Resulullah’a tabi olmaya…

Artık bundan korkmayana daha ne denilebilir?

 

“Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram kılmayanlarla savaşın.” (Tevbe, 9/29)

Hadis inkarcıları: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur’an’a uyuyorsunuz, o halde Tevbe suresi 29. ayetin emrine itaat etmelisiniz. Bu ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

قَاتِلُوا الَّذِينَ  Şu kimselerle savaşın    لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ  Allah’a ve ahiret gününe iman etmezler  وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram kılmazlar.

Manaya bir daha dikkat kesilelim:

 “Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen ve Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram kılmayanlarla savaşın.”

Şimdi bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayeti kerimenin başında şöyle buyrulmuş:   قَاتِلُوا الَّذِينَ  Şu kimselerle savaşın… Bu beyanla, Müslümanlara bazı kimselerle savaşmaları emredilmiş. Peki, kimlerle savaşılacak?.

Ayetin devamı sorumuza cevap verir. Kendileriyle savaşılacak Birinci grup: لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ  Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyenlerdir. Bunlar kafirler ve müşriklerdir…

Kendileriyle savaşılacak İkinci grup ise, وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ  Allah’ın haram kıldığını haram kılmayanlar. … وَرَسُولُهُ ve Resulünün haram kıldığını haram kılmayanlardır.

Ayetin bölümü iki şeyden bahsediyor:

1. Allah’ın haram kıldığı şeyler,
2. Resulünün haram kıldığı şeyler.

Allah’ın haram kıldığı şeyler, Kur’an’da geçen haramlardır. Peki, Resulünün haram kıldığı şeyler nedir?

Sakın, “Bunlar da Kur’an’da geçen haramlardır.” demeyin. Çünkü bu, Kur’an’da bahsi geçen haramlar olamaz. Arapça bilmeyenler için bunu izah edelim:

حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ ayetindeki “vav” harfi, atıf harfidir. Atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu gösterir. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. Mesela, Ali ve Ahmet geldi. desek, Ahmet’in Ali’den farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Ali farklıdır, Ahmet farklıdır. Bu farkı ortaya koyan edat da “ve” edatıdır.

Aynen bunun gibi, Allah’ın haram kıldığı şeyler ve Resulünün haram kıldığı şeyler… dediğimizde, Resulünün haram kıldığı şeylerin, Allah’ın haram kıldığı şeylerden farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı olsaydı, arada “vav” atıf harfi kullanılmaz ve sadece “Allah’ın haram kıldıklarını haram kılmayanlarla savaşın.” denilirdi. Halbuki böyle denilmemiş… Peki ne denilmiş: Hem Allah’ın haram kıldığını haram kılmayanlarla, hem de Resulünün haram kıldığını haram kılmayanlarla savaşın, denilmiş.

Bütün bu izahlardan sonra sorumuz şu: Allah’ın haram kıldıkları, Kur’an’da geçen haramlardır. Peki, Resulünün haram kıldığı şeyler nerede geçmektedir? Aklınıza, hadis-i şeriflerden başka bir yer geliyor mu? Herhalde gelmiyordur.

Demek birisi, sadece Allah’ın haram kıldıklarını, yani Kur’an’daki haramları kabul etse, bu yeterli değildir. Resulullahın haram kıldıklarını da haram kabul etmelidir. Çünkü Resulullahın haram kılması da Allah’ın haram kılması gibidir ve bu haram kılmalar da Allah’ın emriyledir. Aradaki tek fark, bu haramlar Kur’an’da değil, hadislerde geçmektedir.

Bu izahlardan sonra, şimdi hadis inkarcılarına bir çift sözümüz var:

Şimdi hadis inkarcılarına diyoruz ki, siz: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorsunuz. Peki, Tevbe suresinin 29. ayetini hiç okumuyor musunuz?.. Bu ayetin emriyle niçin amel etmiyorsunuz? Ayet-i kerime diyor ki: Resulullahın haram kıldıklarını haram kabul edin. 

Ayetin bu emrine karşı siz hadisleri inkar ediyor ve Resulullahın haram kıldığı şeyleri haram kabul etmiyorsunuz.

Hem ayetin bu kadar açık beyanından sonra, hâlâ nasıl “Vahiy sadece Kur’an’dır, Peygambere başka vahiy gelmemiştir.” diyorsunuz. Peygambere başka vahiy gelmemişse, “Resulullahın haram kıldığı şeyler…” ifadesi ne manaya gelmektedir. Bu ifadeden, haram ların bizi iki şekilde bildirildiği açıkça anlaşılmaz mı?

1. Kur’an’la bildirilenler,
2. Hadislerle bildirilenler.

Hadisleri yok sayarsanız, hadislerin bildirdiği haramları nasıl öğreneceksiniz?