Şimdi şöyle bir düşünelim: Okuma yazması olmayan birisi, bütün dünyayı ilgilendiren bir plan ve program geliştirmeye niyetlensin. Hiç okuma yazması olmayan bu zat, projesini onlarca yıl boyunca kimseye sezdirmeden geliştirsin ve sonra da bunu insanlara ömrünün sonuna doğru duyursun. Duyurduktan sonra da bütün plan ve projelerinde; en ufak bir çelişki ve hata olmadan, geri adım atmadan vefatına kadar bütün zorluklara rağmen davasından vazgeçmeden devam ettirsin ve sonunda davası onun planladığı gibi bütün dünyaya yayılsın. Bu mümkün müdür?
Hem de bu anlattığı dava, öyle bir dava olsun ki, bütün duyurduğu insanların kavim, kabile, alışkanlık, örf, adet, din yani alışa geldiği ve bağlana geldiği ne varsa hepsini kökten değiştirsin. Ümmi birisinin böyle bir inkılabı yapması ve muvaffak olması imkansızdır.
İşte Hazreti Muhammed ﷺ, daha evvelden peygamberlik gibi bir plan ve projesi olmadan birden İslam davasıyla meydana çıkmış ve bütün insanlığa davasını tebliğ etmiştir. Bunu yaparken de zerre kadar bir tereddüt, korku, çelişki eseri göstermemiş ve on sene gibi kısa bir sürede üç milyon kilometre kare gibi devasa bir bölgede yüzbinlerce insanın kalplerine ve gönüllerine hükmetmiştir. Mazide canlı canlı evladlarını toprağa gömecek kadar cani olan bir toplumdan kısa sürede öyle medeni bir toplum meydana getirmiştir ki, vefatından on beş sene gibi kısa bir zaman sonra dini üç kıtaya ve milyonlarca insana ulaşmıştır.
Şimdi soruyoruz; eğer peygamberlik iddiası -haşa- kendi uydurduğu bir dava olsaydı ve yıllarca hazırlık yaptıktan sonra kırk yaşında tebliğe başlasaydı, bunu kendi akrabaları ve hatta eşi bilmez miydi? Hem eğer bu büyük ve iddialı davasında doğru olmasaydı, O’na ﷺ ilk iman edenler, bütün canlarını ve mallarını, bu uğurda feda ederler miydi? İlk dönem Müslümanların çektikleri sıkıntılar ortadadır.
Şimdi düşünelim; eğer Peygamberimiz ﷺ -haşa- peygamber olmasaydı ve -haşa- İslamı kendisi uydurmuş olsaydı, bunu hangi nedenlerden dolayı uydurabilirdi?
- Rahat yaşamak için mi? Oysa bütün hayatının çileyle geçtiği, mal-mülk namına elinde ne varsa insanlara dağıttığı ve hatta ölürken borç karşılığında rehinde eşyası olduğu bir gerçektir. Demek ki, rahat yaşamak için böyle bir iddiada bulunmuş olamaz.
- Liderlik için mi? Halbuki bütün hayatı şahittir ki, kendisi insanlardan bir insan olmuş, asıl efendiliğin ve liderliğin hizmetkârlıkla olduğunu hayatıyla ispat etmiştir. Savaşta en önde savaşmış, kendi yırtığını dikmiş, bir hizmet vaktinde arkadaşlarıyla beraber çalışmıştır. Demek liderlik iddiasında bulunmuş olması da geçerli bir iddia olamaz. Hem böyle bir iddiası olsaydı, Mekke müşriklerinin teklif ettikleri liderlik ve mal mülk tekliflerini reddedip sefaleti tercih eder miydi?
- İnsanları, içinde bulunduğu kötü durumlardan kurtarmak için böyle bir iddiayla ortaya çıkmış olabilir mi? Haşa; bu iddia da geçersizdir. Çünkü insanları din namına kurtarmak isteyen dindar birisi -haşa- Allah nanıma yalan söyleyemez. Yalan söylese hakiki dindar olamaz ve yalanı er-geç ortaya çıkar. Hem getirmiş olduğu din emsalsizdir. Bütün dinlerin esasını özünde içermekle beraber, hepsinden farklıdır, orjinaldir. Ümmi bir Zatın kabiliyetinin üstünde mükemmellikte bir dindir. Demek ki bu iddia da geçersizdir.
Demek bu iddiaların tamamı, şeytanın bir telkini ve nefsimizin vesvesesinden ibarettir. Hazret-i Muhammed ﷺ Allah’ın son ve en üstün peygamberidir. Bütün insanlığa önderdir. Daha önceden en ufak bir iddiası yokken, kırk yaşında kendisine nübuvvet verilmiş ve hayatının sonuna kadar her türlü çileye göğüs gererek vazifesini ifa etmiştir.