Kur’an-ı Kerim’de “Allah seni insanlardan koruyacaktır.”[1] ayetinin de işaret ettiği gibi, Peygamber Efendimiz ﷺ, hayatı boyunca, Allah tarafından düşmanlarından muhafaza edilmiştir. Bu şekilde vuku bulan pek çok olağanüstü olay, hadis ve siyer kitaplarında nakledilmiştir. Allah Resulü ﷺ, vazifesini tebliğe başladığı zaman, sadece bir kabileye veya şehre değil, bütün dünyaya ve bütün dinlere tek başıyla meydan okumuştur. Halbuki başta kendi amcası ve akrabaları O’na ﷺ düşman iken, O ﷺ yirmi üç sene, muhafızı olmadan, kendi halinde yaşamaya devam etmiştir. Çok defalar suikast girişimleri olmuşsa da hiçbirisinde muvaffak olunamamış, O ﷺ yine “Allah seni insanlardan koruyacaktır.”[2] ayetinin mucizane haberine mazhar olup, vazifesini sonuna kadar başarıyla götürüp, kendi evinde kalp rahatlığıyla vefat edip Mele-i Âlâya çıkmıştır.
Peygamberimizin ﷺ düşmanlarından muhafaza edilmesinin örneklerinden birkaç tanesini burada sizinle paylaşacağız:
Hicret Yolculuğunda
Siyer ve hadis alimleri beraberce haber veriyorlar ki: Kureyş kabilesi, Allah Resulü’nü ﷺ öldürtmeye karar verdiler… Hattâ, insan suretine girmiş bir şeytanın da onlara katılıp onlara akıl vermesiyle, her kabileden en az bir adamın içinde bulunduğu kalabalık, bir gece Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in emri ile Efendimizin ﷺ evini bastılar. Allah Resulü’nün ﷺ yanında Hazret-i Ali (ra) vardı. Ona “Sen bu gece benim yatağımda yat.” dedi. Allah Resulü ﷺ Kureyş kabilesinin gelmesini beklemiş. Geldiklerinde evin etrafını sardılar. Ardından Efendimiz ﷺ evden çıktı, bir parça toprağı evin etrafını tutan müşriklerin başlarına attı. Hiçbirisi onu görmedi, içlerinden çıktı, gitti.[3] Evinden çıktıktan sonra yolda mağaraya saklandılar. Orada da iki güvercin ve bir örümcek, bütün Kureyş müşriklerine karşı ona nöbetçi olup düşmanlarından muhafaza ettiler.[4]
Yine hicret yolculuğu esnasında saklandıkları mağaradan çıkıp Medine’ye doğru yol aldıkları vakit Kureyş kabilesi reislerinin Peygamberimizi ﷺ öldürmesi için bolca para karşılığında tuttukları Sürâka ismindeki gayet cesur bir adam, izlerini takip ederek yolda onlara yetişti. Arkadan kendilerine yetiştiğini gören Hazreti Ebubekir (ra) telaşlanınca, Efendimiz ﷺ ona mağara da dediği gibi “Üzülme! Allah bizimle beraberdir.” diyerek cesaret verdi. Ardından Efendimiz ﷺ Sürâka’ya bir baktı; Sürâka’nın atının ayakları yere saplandı, kaldı. Tekrar kurtuldu, yine takip etmeye başladı. Tekrar atının ayakları yere saplandı. Atın ayaklarının saplandığı yerden duman gibi bir şey çıkıyordu. O vakit anladı ki, Efendimize ﷺ, ne onun elinden ve ne de kimsenin elinden ilişmek gelmez.“El-aman” dedi. Allah Resulü ﷺ ona aman verdi. Fakat dedi ki:“Git, öyle yap ki başkası gelmesin.”[5]
Yine hicret esnasında bir çoban onları gördükten sonra Kureyş Kabilesine haber vermek için Mekke’ye gitmiş. Mekke’ye gittiğinde, niçin geldiğini unutmuş. Ne kadar hatırlamaya çalışmışsa, başaramamış. Mecbur olmuş, geri dönmüş. Sonra yolda anlamış ki, ona unutturulmuş.[6]
Seni Benim Elimden Kim Kurtaracak?
Pek çok sahih hadis kaynağından bize nakledilen meşhur bir hadisedir. Peygamberimiz ﷺ bir sefer esnasında kabilesinden uzak bir yerde dinlenmektedir. Gavres isminde cesur bir kabile reisi, kimseye gözükmeden, Peygamber Efendimizin ﷺ yanına kadar ulaşmayı başarır. Elindeki kılıcı Peygamberimizin ﷺ başının üstünde kaldırıp “Seni benim elimden kim kurtaracak?” diye bağırır. O anda uykudan uyanan Peygamberimiz ﷺ hiçbir tereddüt, endişe ve korku hissetmeden,“Allah!..” diye cevap verir. Sonra da şöyle dua eder: “Allah’ım! dilediğin bir şeyle beni ondan kurtar.” O anda Gavres, ansızın gaybtan gelen ve sırtına çarpan bir darbe ile yere yuvarlanır. Bu defa elindeki çok güvendiği kılıncı Hazreti Muhammed’in ﷺ eline geçmiştir. Şimdi sıra O’ndadır ve sorar: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” Gavres pişmandır. “Beni kurtaracak kimse yok!..” der. Aman diler. Efendimiz ﷺ daha birkaç saniye önce canına kasteden düşmanını affeder, gitmesine izin verir.
O adam kabilesinin yanına dönünce, halini görenler hayrette kalır. “Ne oldu sana? Niçin bir şey yapamadın?” diye o cesur adama sorarlar. O ise hadisenin detaylarını anlatır: “Hâdise böyle oldu. Ben şimdi insanların en iyisinin yanından geliyorum.”[7]
Hem şu hâdise gibi, Bedir Savaşında da bir münafık, Allah Resulü’nün ﷺ fark etmediği bir zamanda kimse görmeden, tam arkasından kılıç kaldırıp vuracakken, birden Allah Resülü ﷺ ona bakmış. O titremiş ve kılıç elinden yere düşmüştür.[8]
Müşriklerin Saldırılarından Muhafaza Olunması
Pek çok sahih kaynakta manevi tevatürle bize ulaşan ve pek çok tefsir aliminin Yasin Suresinde geçen “Biz onların boyunlarına öyle halkalar geçirdik ki, çenelerine kadar dayanır da hakka boyun eğmezler. Bir de önlerine bir sed, arkalarına bir sed çekip gözlerini kapattık; artık hakkı görmezler.”[9] ayetinin iniş sebebi olarak naklettikleri bir hadisedir.
Ebu Cehil yemin etmiş ki, “Ben secdede Muhammed’i görsem, bu taşla onu vuracağım.” Büyük bir taş alıp gitmiş. Secdede gördüğü vakit kaldırıp vurmak üzere iken, elleri yukarıda kalmış. Allah Resulü ﷺ namazı bitirdikten sonra kalkmış; Ebu Cehil’in eli, ya Allah Resulü ﷺ müsaade ettiğinden veya ihtiyaç kalmadığından çözülmüş.[10]
Hem yine Ebu Cehil kabilesinden, bir rivayette Velid ibni Muğire isimli şahıs, yine Allah Resulü’nü ﷺ vurmak için büyük bir taşı alıp, secdede iken vurmaya gitmiş, gözü kapanmış. Allah Resulü’nü ﷺ Mescid-i Harâmda görmedi, geldi. Onu gönderenleri de görmüyordu; yalnız seslerini işitiyordu. Tâ Allah Resulü ﷺ namazdan çıktı; ihtiyaç kalmadığından onun gözü de açıldı.[11]
Sahih kaynaklarda, Hazreti Ebubekir’e (ra) dayandırılarak naklediliyor ki,: Tebbet Suresi nâzil olduktan sonra, Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil denilen ve Tebbet Suresinde “Cehennem oduncusu”[12] olarak vasıflandırılan kadın, bir taş alıp Mescid-i Harâma gelmiş. Hazreti Ebubekir (ra) ile Resulullah ﷺ orada oturuyorlarmış. Ümmü Cemil’in gözü Hazreti Ebubekir’i (ra) görüyor ama Resulullah’ı ﷺ görmüyormuş. Hazreti Ebubekir’e (ra) sormuş: “Yâ Ebâ Bekir! Senin arkadaşın nerede? Ben işitmişim ki beni hicvetmiş. Ben görsem, bu taşı ağzına vuracağım.” Yanında iken Hazreti Peygamberi ﷺ görmemiş.[13] Elbette, Allah’ın muhafazasında olan bir Sultan-ı Levlâk’i, böyle bir Cehennem oduncusu, onun huzuruna girip göremez. Haddine mi düşmüş?
Suikast Girişimleri
Sahih kaynaklarda naklediliyor ki: Âmir ibni Tufeyl ve Erbed ibni Kays, ikisi ittifak ederek, Resulullah’ın ﷺ yanına gitmişler. Âmir demiş: “Ben onu meşgul edeceğim, sen onu vuracaksın.” Amir dediğini yapmış, Resulullah’ı ﷺ meşgul etmeye başlamış, fakat Erbed’in bir türlü bir şey yapamadığını görmüş. Resulullah ﷺ gittikten sonra arkadaşına dedi:“Neden vurmadın?” Erbed cevap vermiş: “Nasıl vuracağım? Ne kadar niyet ettim; bakıyorum ki, ikimizin ortasına sen geçiyorsun. Seni nasıl vuracağım?”[14]
Sahih kaynaklarda nakledilen bir başka hadise de Uhud veya Huneyn Savaşı’nda vuku bulmuştur. Şeybe bin Osmanü’l-Hacebiyye -ki, Hazret-i Hamza (ra) onun hem amcasını, hem pederini öldürmüştü- intikamını almak için gizlice geldi. Tâ Resulullah’ın ﷺ arkasından vurmak üzere yalın kılıç kaldırdı. Birden kılıç elinden düştü. Resulullah ﷺ ona baktı, elini göğsüne koydu. Şeybe der ki: “O dakikada dünyada ondan daha sevgili adam bana olmazdı.” Bu hadisenin ardından imana geldi. Resulullah ﷺ ona dedi ki: “Haydi, git, harp et.” Şeybe dedi: “Ben gittim, Resulullah’ın ﷺ önünde harp ettim. Eğer o vakit pederim de rast gelseydi vuracaktım.”[15]
Hem Mekke’nin Fethi gününde, Fedâle namında birisi, Allah Resulü’nün ﷺ yanına, ona vurmak niyetiyle geldi. Resulullah ﷺ ona bakıp tebessüm etti. “Nefsinle ne konuştun?” dedi ve Fedâle için Allah’tan bağışlanma diledi. Fedâle imana geldi ve dedi ki:“O vakit ondan daha ziyade dünyada sevgilim olmazdı.”[16]
Bir defasında da Yahudiler, suikast niyetiyle, Resulullah’ın ﷺ oturduğu yere, üstünden büyük bir taş atmak üzereyken, Resulullah ﷺ o anda Allah’ın haber vermesiyle yerinden kalkmış; o suikast de böylece boşa çıkmış.[17]
* * *
Burada verdiğimiz misaller gibi çok hâdiseler vardır. Başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim ve hadis imamları, Hazret-i Aişe (r.anha)’den naklediyorlar ki: “Allah seni insanlardan koruyacaktır.”[18] âyeti nâzil olduktan sonra, Resulullah ﷺ kendisini ara sıra muhafaza eden zâtlara ferman etti ki: “Nöbet beklemenize lüzum yok. Benim Rabbim beni muhafaza ediyor.”[19]
İşte, Mucizeler bölümümüzün, başından buraya kadar verdiğimiz mucizeler gösteriyor ki, şu kâinatın her nev’i, her âlemi, Resulullah’ı ﷺ tanır ve Onunla alâkadardır. Kâinatta yaşıyan her bir varlık nev’inde onun mu’cizeleri görünüyor. Demek, Resullah ﷺ, Cenâb-ı Hakk’ın “kâinatın Hâlıkı” itibarıyla ve “bütün mahlûkatın Rabbi” ünvanıyla memurudur ve resulüdür.
Evet, nasıl ki bir padişahın büyük ve müfettiş bir memurunu herbir daire bilir ve tanır; hangi daireye girse onunla münasebettar olur. Çünkü umumun padişahı namına bir memuriyeti var. Eğer meselâ yalnız adliye müfettişi olsa, o vakit adliye dairesiyle alakadar olur; başka daireler onu pek tanımaz. Ve askeriye müfettişi olsa, vergi dairesi onu bilmez. Öyle de, anlaşılıyor ki, Cenab-ı Hakk’ın saltanatının bütün dairelerinde, melekten tut, tâ sineğe ve örümceğe kadar herbir taife O’nu ﷺ tanır ve bilir veya bildirilir. Demek, Hâtemü’l-Enbiyâ ve Rabbi’l-Âlemîn’in Resulüdür ﷺ. Ve umum peygamberlerin üstünde, peygamberliğinin kapsamı vardır.
___________________________________________
[1]Mâide, 5/67.
[2]Mâide, 5/67.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:349; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 4:269, no. 2009); el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 2:228.
[4]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313, 349; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:236; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:368, 637; Müsned, 1:248; San’ânî, el-Musannef, 5:389; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:179-181; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavud), 3:52; et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5934; Merûzî, Müsnedü Ebû Bekir-i Sıddık, no. 73; Zeyle’î, Nasbü’r-Râye, 1:123; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:52-53, 7:27.)
[5]Buharî, Menakıb: 25; Müslim, Zühd:75; İbni Hibban, Sahih, 65, 9:11.
[6]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:715.
[7]Buharî, Cihad: 84, 87, Mağâzî: 31, 32; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn: 311, no. 843; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:347, 348; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:7-8; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:29-30.
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:347; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:710.
[9]Yâsin, 36/8-9.
[10]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:241; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:227; Müslim, No. 2797; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihaye, 3:42-43.
[11]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:242.
[12]Tebbet (Leheb), 111/4.
[13]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:349; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:233; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1:353; İbni Hibban, Sahih, 8:152; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:361.
[14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:249; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 5:318.
[15]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:248; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:183,184; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:718; el-Askalânî, el-İsâbe, 2:157.
[16]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:248; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:718.
[17]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:352; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:243; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:716; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 2:489-490.
[18]Mâide, 5/67.
[19]Tirmizî, 5:351, no. 3406; Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 3049; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:352; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:313.